İçeriğe geç

Rus Krizi… Sırada Montrö ve Kıbrıs mı Var?..

Türkiye-Rusya arasındaki kriz dallanıp, budaklanarak büyüyor.

İşin nereye vardığını gösteren sıcak bir haberle başlayayım; Moskova’daki Türklerin işe, hastaneye dahi gidemediği, yetkililerin “evden çıkmayın” şeklinde uyardıkları bildiriliyor.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Emri ben verdim” demesine rağmen, bugün birçok gazetede, “vur emrine” dair haberlerin yer alması, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal’a uzanan bilgilendirme zinciri ve Ünal’ın “vurma” demediğinin aktarılması dikkat çekici.

Soner Yalçın’ın bugünkü yazısında yer alan şu sorular da önemli:

“Vur emrini kim verdi; siyasi merci mi, askeri merci mi? Bak! Birden aklıma ne geldi: TSK içindeki Cemaat’e hâlâ neden operasyon yapılmıyor acaba?..”

Öyle bir hale geldik ki; Bugün yapılan YAŞ Kış Şurası’nda bazı “paralelcilerin” tasfiyesinin gündeme gelebileceğinin, daha önemlisi İzmir Askeri Casusluk Davasına ilişkin “kumpas” operasyonların TSK’ya uzanacağının konuşulduğu, ayrıca Hava Kuvvetleri’ndeki “paralel yapılanmanın” boyutunun sorgulandığı ve de MİT Müsteşarı’nın görevden alınacağının öne sürüldüğü bir dönemde bunların sorulmasına şaşıramıyoruz. Hele de geride Uludere ile 2012’de keşif uçağımızın Suriye tarafından vurulması olaylarının gizemi dururken!..

İnşallah Rus işinde de yeni bir “aldanma” söz konusu değildir ve inşallah sonunda işin faturası pilota kesilmez!..

-Bayır Bucak Türkmenleri ve Angajman Meselesi-

Yetkililerin şu ana kadar yaptığı açıklamalar, Rusya geriliminin “kazara” değil, bilinçli olduğunu gösteriyor. Görünen sebep, Bayır Bucak Türkmenlerinin katli…

Herkes haklı olarak, Kerkük, Musul, Telafer, Tuzhurmatu’daki Türkmenlerin başına geleni ve AKP’nin bu konudaki politikasını sorguluyor.

Artık o kadar uzağa gitmeye gerek yok; Daha geçen hafta Leyla Zana’nın “Türk Milleti” dememesi üzerine milletvekili yemininin değiştirilmesi gerektiğini konuşmadılar mı ve dün hükümet programında yeni Anayasa’dan “Türk Milleti” ifadesinin çıkarılmasını vaad etmediler mi?

Dahası; Ekim başında Rusya’nın hava sahamızı ihlali üzerine Erdoğan, şunları söylemedi mi?

“Rusya, Irak davet ederse, DAİŞ için orada da hava operasyonu yapabiliriz diyor. Rusya, Suriye’de DAİŞ’i vurmuyor ki! Bir keresinde ağızlarından kaçırarak, ‘Rejime karşı her unsur bizim için teröristtir’ dediler. Sonra toparlamaya çalıştılar. Görünen o ki bunların asıl derdi, Lazkiye’de üs kurmak, Suriye’de askeri varlıklarını güçlendirmek. 50 uçak gönderdiler. Orada ciddi bir askeri oluşum içindeler.”

Ve, “Doğal gazı farklı yerlerden alabiliriz. Türkiye’yi kaybetmek, Rusya için ciddi kayıp olur. Akkuyu’yu Ruslar yapmazsa başkası yapar” resti çekmedi mi?

Demek ki, mesele başka!..

“Angajman kurallarından, Türkiye’nin egemenliğini korumaktan” söz ediliyor.

Daha bu ay başında ABD, Avrupa’dan “Türk hava sahasını” korumak için uçaklar göndermedi mi? “Egemenliği” onlara devretmemiş miydik?

Ya Yunanistan’la yaşanan ihlaller? TSK bu ihlallerin yayınlanlıyor diye bozulan ve yayınlanmamasını isteyen kimdi?

Geçen hafta Türkiye’ye gelen Yunan Başbakanı Çipras, “Davutoğlu ile son 2 yıl içinde Türkiye’nin artan hava sahası ihlallerini ve Türk savaş gemilerinin Ege’deki hareketlerini konuştuklarını” açıklamadı mı?

Rusya’nın hava sahamızı ihlalini “kabul edilmez” bulan ABD, AB ve NATO’ya da bakalım; Türkiye’nin Ege’deki yasal faaliyetlerini “Yunanistan’ı tehdit” sayan, “Türkiye’nin AB üyesi ve komşu bir ülkeyi tehdidi kabul edilemez” diyen kim? Bitmedi. AB’nin şu anda en büyük derdi, mülteciler değil mi? Mülteci akınına karşı AB Sınır Ajansı (Frontex) koordinasyonunda Yunan ve Türk sahil güvenliğinin Ege Denizi’nde ortak arama yapmasını teklif ettiler. Yunanistan, “tartışmayız bile” diyerek reddetti. Yani Ege’yi o kadar “sahiplenmiş” durumdalar. Haliyle, Yunanistan’a böylesi “açık çekli angajmanları” sorgulamayalım mı?

Demek ki, mesele yine başka!..

-Kıbrıs ve Mülteci Sorunu-

Erdoğan, “Biz aynı delikten iki defa sokulmayacağız. 200 yıldır oynanan oyuna bir kez daha düşmek bize yakışmaz” derken, iktidarı destekleyen kalemler, “İstiklâl mücadelesi” verildiğini, “100 yılın hesaplaşmasının” yaşandığını anlatıyor.

Erdoğan’ın kitabını yazan eski Danışmanı Hüseyin Besli de bugün Akşam Gazetesi’ndeki köşesinde diyor ki; “Türkiye merhale merhale tam bağımsız bir ülke olma yolunda yürümektedir. Allah hayretsin ve yolunu açık tutsun. Amin”…

200 yıllık oyun ya da 100 yılın hesaplaşması ne; Osmanlı gibi Türkiye’nin parçalanması, Sevr’in hayata geçirilmesi.

“BOP eş başkanı kim?” diye sormadan, büyük fotoğrafa bakalım:

Bölücü terör örgütünün bölgede, Barzani’nin Irak’ta, PYD’nin Suriye’de aldığı mesafe ortada…

Ege’de neredeyse kıpırdayamaz hale gelmişiz…

Tüm ABD uçakları sınırımızda…

En yetkili ağız, “Türkiye aynı zamanda NATO toprağıdır” diyor, Suriye’deki gelişmelerle ilgili olarak NATO ve BM göreve çağrılıyor…

Rusya krizinden sonra da NATO’ya, ABD’ye, AB’ye koştuk. Yarım ağız, “Haklısınız”dan sonra, “Aranızdaki sorun” deyip, çıktılar. Biliyoruz ki, emperyalizm birşeyler almadan Türkiye’ye günahını bile vermez. O yüzden NATO’yu, BM’yi, ABD’yi, AB’yi göreve çağırırken, 200 kere düşünelim!..

200 yıllık oyunun tamamlanması için almadıkları ne kaldı? ABD ve NATO’nun Karadeniz’e yerleşmesi, yani Montrö Anlaşması’nın çöpe atılması… Türk askerin Kıbrıs’tan çıkması, Akdeniz’in tamamen onlara bırakılması… Bir de Türkiye’nin “mülteci tamponu” olması…

En sondan başlayalım; Başbakan Davutoğlu 2 gün sonra Brüksel’e gidip, mülteci anlaşmasını imzalayacak. AB, 3 milyar euro verecek, Suriyeliler Türkiye’de kalacak. Çok azı AB fonundan karşılanacak, diğer kısmını üye ülkeler karşılayacak. İngiltere dışında söz veren çıkmadı bu bir. İkincisi, o paranın nasıl harcanacağına AB karar verecek, bu iki. Türkiye’nin müzakere başlıklarının açılması, Türklere vize muafiyeti gibi şartları bir başka bahara bırakılmış gözüküyor, bu da üç. Şimdi Rusya’yla yaşanan krizden sonra acaba kim kime daha muhtaç hale geldi, kimin eli güçlendi?

Kıbrıs ya da Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri, sonra da olası faturaları özetleyelim:

Rusya, Rum yönetiminin yanında. Bilumum Batı ülke ve kurumları da Türk askerinin Ada’dan çıkmasını ve Türkiye’nin garantörlükten vazgeçmesini açıkça istiyor. Yunanistan ve Rum kesimi, garantörlüğü sonlandırmak için ortak çalışma grubu kurdu. Bir diğer garantör ülke İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Philp Hammond, “Londra’nın garantiler konusunda esnek davranacağını” açıkladı.

Bu arada İngiliz Parlamento Başkanı Rum kesimini ziyaret ettikten sonra, “Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm bulunması ve Maraş’ın geri verilmesi” için Avam Kamarası’na bir teklif sundu. Teklif oy birliğiyle kabul edildi.

Yeniden İngiliz Dışişleri Bakanı Hammond’a dönelim; Ne demekse, Başbakan Cameron’un New York’ta Başbakan Davutoğlu’nu “sorguladığını” öne sürüp, “Kıbrıs sorununa çözümden sağlanacak AB ve Türkiye arasında NATO çalışmaları yolunda köklü bir değişiklik gibi ek faydalardan” söz etti.

Son olarak NATO cephesine bakalım; Rusya’nın Ekim’deki ihlalleri üzerine Türkiye’ye destek veren ve gerekirse “Çekiç Güç” gönderebileceklerini belirten NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, başka bazı önemli açıklamalar da yaptı.

“Acil müdühale gücünde yer alan asker sayısını 40 bine çıkaracaklarını ve bunun 48 saat içinde istenilen bölgeye hızlı şekilde konuşlandırılabileceğini” söyledi… NATO’un Doğu Avrupa’da 6 küçük ölçekli komuta merkezi kuracağını, ayrıca bu gücün Güney Avrupa’da da konuşlandırılabileceğini, bunun için NATO’nun güney sınırlarındaki güvenlik ihtiyaçlarını göz önünde bulunduracaklarını bildirdi…

İngiliz Dışişleri Bakanı ve NATO Genel Sekreteri’nin sözlerini birarada düşünüp, neler olabileceğini veya Suriye’ye yerleşen Rusya’ya karşı Türkiye’nin önüne hangi faturaların konulabileceğini tahmin etmeye çalışalım:

Elbette birinci fatura; Türkiye’nin Kıbrıs’ta onların istediği gibi bir “çözümü” kabul etmesi olacaktır… Ki Suriye üzerinden inşaa edilen “Kürt veya İsrail koridorunun” Akdeniz’e açılması için Kıbrıs’ın ne denli önemli olduğu Türkiye’de daha yeni yeni konuşuluyor.

İkincisi; NATO’nun bölgedeki yükünün azaltılması için Avrupa Ordusu’nun devreye sokulması planı vardı. Ancak plan, Türkiye’nin NATO üyesi sıfatıyla Rum kesiminin bu orduya katılımını veto ettiği için devreye sokulamadı. AB yıllardır tüm ilerleme raporlarında, “Rum kesiminin uluslararası kuruluşlara katılmasını engellemekten vazgeçin” diye tepemizde boza pişiriyor. Hammond’un bahsettiği “köklü değişikliğin” , Türkiye’nin veto politikasından vazgeçirilmesi olduğu anlaşılmıyor mu? Ya da NATO acil müdahale gücünün, Güney Avrupa’da nereye konuşlandırılabileceği?

-TSK’ya Balyoz’un Bir Sebebi de Montrö’ydü-

Ve Karadeniz…

Herkes biliyor ki, “üst aklın” projesi, “paralelin” eliyle TSK’ya indirilen balyozun bir sebebi de Karadeniz, yani Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ydi.

2008 yılını hatırlayın; Ağustos’ta Rus-Gürcü savaşı başladıktan hemen sonra ABD, Gürcistan’a “insani yardım” götürme bahanesiyle savaş gemileriyle Karadeniz’e girmek istedi. Türkiye, daha doğrusu TSK, bunu Montrö Sözleşmesiyle frenledi. Kriz çıktı; ABD, NATO’nun 19 Ağustos’ta Brüksel’de yapılan toplantısında, “Karadeniz’de bir NATO deniz gücü bulundurulması” projesini dillendirdi. Böylece Akdeniz’deki NATO deniz devriye görevinin bir benzeri Karadeniz’de oluşturulacaktı.

Bu furyayı, küçük tonajlı iki ABD savaş gemisinin kısa süreli, sıkı kontrol altında ve sadece “insani yardım” amacıyla Karadeniz’e geçişine izin vererek atlatan Türkiye, ABD-NATO’nun Karadeniz planını hep şu tezle boşa çıkarıyordu:

“Karadeniz’de güvenlik sorunu yok.”

Bugün gelinen noktada; ABD ve NATO, Türkiye’yi Rusya’ya karşı korumak, Rusya’yı çevrelemek için Karadeniz’e çıkmanın “elzem” hale geldiğini savunup, bir kez daha Montrö’yü çöpe attırma teşebbüsünde bulunmaz mı?

O kriz günlerinde dönemin Başbakanı Erdoğan ne söylemişti, biliyor musunuz? Şunu:

“Gürcistan olayından sonraki süreçte bizi bir tarafa doğru itmeye çalışıyorlar. Bazıları tümüyle ABD’nin, bazıları tümüyle Rusya’nın tarafına itmeye çalışıyor… Ben Türkiye’nin tümüyle bir tarafa itilmesine müsaade etmem. Türkiye’nin ulusal çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ederiz…”

İşte meselenin ve bugün yaşadığımız krizin bam teli tam da budur.

Türkiye’yi değil bir tarafa itmek, tümüyle bir tarafa mahkûm ve mecbur etmek isteyenler var. Acaba kim veya hangi güçler?

Gün, Soros’un, “Türkiye’nin en iyi ihraç ürünü ordudur” sözünü hatırlama günüdür!..

Müyesser YILDIZ26 Kasım 2015

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/sirada-montro-ve-kibris-mi-var-2711151200.html

Kategori:Uncategorized