Masaya yumruğu vurmuşuz da PKK’nın Suriye kolu PYD Cenevre’deki Suriye masasına oturmayacakmış.
ABD’sinden Rusya’sına, Almanya’sından İngiltere’sine hepsi PYD’yi “kara gücü” ilân etmiş, silahla donatmış, onları Suriye’nin kuzeyine konuşlandırmış, şimdi Türkiye “kızdı” diye, PYD’den vazgeçiyor, öyle mi?
PYD’nin Cenevre masasının hemen yan odasında, hatta Suriye Demokratik Güçleri (ABD Genelkurmay Başkanı Ankara’ya geldiğinde, Genelkurmayımız, ‘SDG’nin yüzde 80’nin PYD’lilerden oluştuğunu’ söylememiş miydi?) adı altında masada olacağını çocuklar bile görüyor.
Velev ki, BOP patronları ve müttefikleri şimdilik gönlümüzü hoş etmek için PYD’nin başı Salih Müslim’i masaya oturtmuyor… Onlar ki, karşılıksız günahlarını bile vermezler… O zaman da sormak gerek; “Ne aldılar veya ne verdik?”…
PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde örgütlenmesi için İmralı’daki teröristbaşının, “Esad’ın yanında durmamalısınız. Muhaliflerin yanında da olmamalısınız. Suriye’de üçüncü bir güç olmalısınız. Kürt bölgelerini korumak için 15 bin asker hazırlamalısınız” şeklinde mesaj göndermesini;
Yine teröristbaşının İmralı’ya giden HDP heyetine, “Suriye’de Kürtler iki tarafla da görüşsünler, kim haklarını verirse onunla çalışsınlar. Suriye Demokratik Kurtuluş Cephesi olsun. Kürt, Arap, Türk, Türkmen hepsi. Suudi Selefiler çok tehlikeli, Esad ise küçük burjuva diktatörlüğüdür. Kürtler mutlaka bir öz savunma gücü oluşturmalı” talimatı vermesini;
Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde Salih Müslim’in defalarca Türkiye’de ağırlanmasını, Müsteşar Feridun Sinirlioğlu ve MİT Müsteşarıyla görüşmesini;
Davutoğlu’nun Başbakan olmadan 1 ay önce, “Suriye Kürtlerinden” beklentilerini sıralamasını;
İlk Davutoğlu’nun “Kuzey Suriye” demesini, Erdoğan’ın bu ifadeye itirazını ve sınırımızda PKK-PYD yapılanmasına müdahale edeceğimiz mesajları vermesini;
Genelkurmay Başkanlığı PYD’yi “terör örgütü” sayarken, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın, “HDP ile PKK aynı mı? Değil. Biri siyaset düzeyinde faaliyet gösteriyor. PYD ile YPG arasında da böyle bir durum var” demesini;
Kobani’de yaralanan PYD’lilerin Türkiye’de tedavi edilmesini; Bunların hepsini geçelim.
-Çok Kan Aktı, Dört Dörtlük Harita Çizildi-
Temmuz 2012’de CIA’cı Henry Barkey, “Suriye’de maalesef bir müddet kan gövdeyi götürecek” dedi.
Evet, kan gövdeyi götürdü. Sonuç; Binlerce Müslüman öldü, yaralandı… Milyonlarca Suriyeli mülteci konumuna düştü… Aç kurtlar bölgeye üşüştü…
Ve Suriye fiilen dörde bölündü; Esad bölgesi… Kürt bölgesi… Sünni muhaliflerin kontrolündeki bölge ve IŞİD bölgesi… Dört dörtlük bir mezhepsel ve etnik harita…
Yani kanlı satrançla, taşlar “şimdilik” yerine oturtulduktan sonra Cenevre’de “Suriye sorunsalına çözüm” arayacaklar!
-Soru 1 : Türkmenler Nerede?-
İyi de iktidar aylardır Suriye Türkmenleri için ortalığı ayağa kaldırmıyor muydu? Cenevre masası için PYD kadar Türkmenleri de konuşmamız, “Türkmenler nerede?” diye sormamız gerekmiyor mu?
Irak Türkmenlerinin, “Herkese eşit mesafedeyiz” politikasıyla kurda-kuşa yem edildiğini;
Barzani’nin Kerkük’ü ele geçirmesini seyrettiğimizi, Musul’u haritasına dahil etmesi için de peşmergelerini eğittiğimizi unutan varsa, buyursun sorsun!..
Düne kadar Suriye Türkmenleri için “kahramanlık destanları” yazan Yeni Şafak Gazetesi’nin tam bugünlerde Türkmenleri ithama başlaması, ne tesadüf!..
-Soru 2 : Esad’ın Elini Sıkacak mıyız?-
Suriye’nin karıştırılmaya başlandığı 2011’de ilk olarak dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “Esad rejiminin günlerinin sayılı olduğunu” söyledi. Temmuz 2012’de de aynı görüşteydi.
ABD böyle dedikten sonra kim tutar bizimkileri?
“Üç-beş haftada gider”den başladılar, “6 ayda” karar kıldılar.
Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu Ağustos 2012’de, “Esad’ın ne zaman gideceğine yönelik bir zaman tayin etmedim, ama kendi halkına yabancılaşan rejim ayakta kalamaz. Bu Irak’ta 2 yıl, Bosna’da 3 yıl, Mısır’da 1 yıl sürdü” dedikten sonra şöyle devam etti:
“Biz Suriye’de bütün alternatifi deneyerek bugünlere geldik, ama bu sancılı sürecin çok uzun süreceğini düşünmüyorum. Artık bu süreci yıllarla ifade etmek yerine, aylar veya haftalarla ifade etmek gerekir.”
Dönemin Başbakanı Erdoğan da o meşhur hedefi koyduğunda takvimler 5 Eylül 2012’yi gösteriyordu:
“İnşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camii’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin, İbn-i Arabi’nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu’nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz.”
Dışişleri Bakanımız Davutoğlu, şu iddialı açıklamayı yaptığında Aralık 2012’ydi:
“Velev ki, biz yanlış çıktık, çok yanlış hesap yaptık, Esad birkaç yıl daha orada. Durum bu değil, ama velev ki, öyle. Esad kalacak olsa bile farklı bir şey yapamazdık. Ben şahsen bu noktadan sonra Esad kalacak olsa bile elini sıkmaktansa, istifa etmeyi tercih ederim.”
Eylül 2014’e geldiğimizde, Esad hâlâ yerindeydi ve Davutoğlu şöyle konuştu:
“Ben kesinlikle Esad 2 hafta ya da 6 ayda gider demedim. Bu söz tamamen efsane.”
ABD cephesine dönelim:
2016’nın ilk günlerinde ABD’li yetkililer için Suriye kriz konusunda hazırlanan bir belge medyaya sızdırıldı. Obama yönetiminin “en iyi durum senaryosuna” göre, Esad’ın en erken Mart 2017’de görevini bırakması öngörülüyordu.
Yani Emevi Camii’nde namaz kılmak için 40 aydır beklerken, bir 14 ay daha bekleyeceğimiz anlaşılıyordu.
Ama dün, tam Cenevre üzeri ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’den son bir haber daha geldi. Suriyeli muhaliflerle görüşmesinde Kerry, “Esad’ın gelecekte kurulacak ulusal birlik hükümetinin bir parçası olmasını kabul etmek zorunda kalabiliriz” demiş.
Bunlardan sonra PYD kadar Esad için de Cenevre masasını “yumruklamamız”, ABD’ye “Esad varsa, biz yokuz” resti çekmemiz gerekmiyor mu?
Türkmenleri, Esad’ı soramayıp, PYD için yeri göğü inletmek!.. Milletin gözüne mil çekmek değilse, nedir?
Müyesser YILDIZ
28 Ocak 2016
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/nedir-bu-pyd-oyunu-2801161200.html