Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök’ün Meclis 15 Temmuz Darbesini Araştırma Komisyonunda anlattıkları, 2004 tarihli MGK kararını yeniden gündeme getirdi.
Özkök’ün anlatımları hem “TSK gerekli uyarıyı yapmış, ama iktidar duymazdan gelmiş” diye değerlendirildi hem de “FETÖ’cülük suçunun” başlama tarihinin, Erdoğan’ın belirlediği gibi 17/25 Aralık 2013 değil, 2004 olması gerektiği şeklinde yorumlandı.
Bilindiği gibi, iktidar ve cemaatin arasının bozulmasından sonra Taraf Gazetesi 2004 MGK kararlarını yayınlamış, dönemin Hükümet Sözcüsü Yalçın Akdoğan da, “O karar yok hükmündedir” demişti.
Özkök’ün Meclis’teki açıklamalarından sonra Yalçın Akdoğan bugün Star Gazetesi’ndeki köşesinde bir kez daha 2004 MGK kararını yazdı; o dönemde “irtica yaygarasıyla hükümetin etkisizleştirilmeye çalışıldığını” ve “FETÖ’nün burada sadece irtica bağlamında bir başlık” olduğunu savunurken yine askeri suçladı.
Akdoğan, o döneme yönelik değerlendirmelerin “zamanı ve bağlamıyla birlikte ele alınmasını” da istedi. Cumhuriyet tarihini ‘zamanı ve bağlamıyla’ ele almayıp -bugünün anlayış ve şartlarıyla bakarak- her Allah’ın günü yerden yere vuranların 2004 MGK’sı için bunu söylemesi ilginç.
Yalçın Akdoğan’ın siyasete girişi 2011. O yüzden biz en iyisi 2004’ü bizzat yaşayan bir başka AKP’linin tanıklığına başvurarak ne olup bittiğini anlayalım.
Bu kişi uzun yıllar Başbakanlık Müsteşarlığı yapan, 2004’te de bu görevde ve aynı zamanda irticayla mücadeleyi takiple sorumlu Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK)’nun başkanı olan Ömer Dinçer.
Dinçer geçen Aralık’ta çıkan “Türkiye’de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor?” isimli kitabında o günleri de enine boyuna anlatıyor. Özetleyelim:
– BUTKK 28 Kasım 1997’de Mesut Yılmaz hükümeti tarafından kurulur. Kurulun görevi, MGK’nın 28 Şubat’ta aldığı kararların uygulanmasının takibini ve koordinasyonunu yapmaktır.
– Kurul, faaliyetlerini daha sistematik olarak yürütmek üzere bir stratejik plan hazırlar. Bu planın, 28 Nisan 2000 tarihinde yapılan MGK toplantısında hükümete tavsiye edilmesi kararlaştırılır.
– 18 Mayıs 2000’de de “İrticai (Siyasal İslâm) Faaliyetlere Karşı Yürütülecek Mücadele Stratejisi” Ecevit hükümeti tarafından Bakanlar Kurulu kararı haline getirilir.
– 28 Şubat’taki karara ek olarak belirlenen “Rejim Aleyhtarı İrticai Faaliyetlere Karşı Alınması Gereken Tedbirler” 18 başlıkta toplanmıştır. Bunlar arasında, “Radikal dinci kesimin kamu kuruluşlarına sızmalarının önlenmesi” şeklinde bir başlık da vardır.
– 27 Haziran 2000’de dönemin Başbakanlık Müsteşarı tarafından bir genelge yayınlanır ve -strateji gereğince alınacak tedbirler liste halinde kurumlara gönderilerek- tedbirlere göre yapılan uygulamanın her ay sonunda BUTKK’a rapor edilmesi talimatı verilir.
– 18 ana başlık altında toplanan bu tedbirlerin uygulanabilmesi için daha sonraki süreçte 18 yasal değişiklik veya düzenleme yapılır. Ayrıca 1 tüzük, 12 yönetmelik, 7 genelge ve 1 tebliğ çıkarılır. Ancak bütün mevzuat Aralık 2010’da yürürlükten kaldırılır ve BUTKK’un görevine de son verilir.
Dinçer İçin BUTKK Neydi?
Ekim 2003’te BUTKK’na başkanlık yapmaya başlayan Dinçer’e göre, “Bu stratejiyle, dini inanç ve ibadetlerinde hassas davranın ve başını örten tüm kamu görevlileri, dindar insanların veya grup ve cemaatlerin kurduğu vakıf, dernek ve şirketler, imam hatip okulları ve Kur’an kursları sıkı bir takip ve denetime tabi tutuluyor, en küçük bir fırsatta bu kişi ve kurumlara en ağır yaptırımlar uygulanması isteniyor” idi.
Dinçer, “Askeri vesayetin somut ve görünür bir cisme büründüğü BUTKK toplantıları, benim için tarif edilemez bir sıkıntı ve gerginlik demekti. Toplantı yapılmadan bir gün önce içine düştüğüm gerginlik hali, toplantı gününde de devam ediyor ve etkisinden ancak bir iki gün sonra kurtulabiliyordum” diyor.
Devamında ise yaklaşık 2 yıl askerlerin getirdiği bilgilerle ilgili nasıl “oyun” oynadıklarını anlatıp şunu söylüyor:
“Ama hiçbir zaman konuya muhatap olan kişilere veya kurumlara yönelik yaptırım yapılmasına izin vermedik. Yutkunduk, derdimizi kimseyle paylaşmadan içimize attık, baskıları sabırla göğüsledik.”
Dinçer, askerden korudukları vakıf, dernek ve toplantıları örneklendirirken, şimdilerde “suçlu” ilân edilen “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı”nın adını verip, “Bu vakfın Washington’da düzenlediği Abant platformu için tedbir alınması taleplerini nasıl geri çevirdiğini” de anlatıyor.
Erbakan’ın Hatasına Düşmeyip Dosyaya Kaldırmışlar
2004 MGK kararına gelince; işte Ömer Dinçer’in kaleminden o olay:
“MGK, 28 Şubat kararları ve buna bağlı stratejilerin uygulanmasını titizlikle takip ediyordu. Bu çabaları pekiştirmek ve daha da derinleştirmek için Ağustos ayında yeni bir hamle daha yaptı. AK Parti iktidarını reform çabalarından uzaklaştırmak ve köşeye sıkıştırmak amacıyla Fethullah Gülen Cemaatine yönelik yeni bir mücadele planını devreye sokmak istedi. MGK 24 Ağustos 2004 tarihinde yaptığı toplantıda, ’24 Haziran 2004 tarihli MGK toplantısının ana gündem maddelerinden biri olan Türkiye’deki Nurculuk Faaliyetleri ve Fethulah Gülen konusu gündeme gelmiş, yurtiçi ve yurtdışı faaliyelerine karşı bir eylem planı hazırlanması uygun görülmüş ve bu konudaki tavsiye kararının Hükümete bildirilmesi…’ şeklinde bir karar verdi.”
Demek ki, o plan tüm cemaatlere değil, sadece Gülen Cemaatine yönelikmiş!..
Peki sonrasında ne olmuş? Dinçer şöyle devam ediyor:
“Tavsiye kararı Başbakanlığa bildirildikten sonra konuyu Başbakanımıza açtım ve gelen yazıyı ‘dosyasına’ kaldırmaya karar verdik. Bu karar metni Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılmadı ve hakkında hiçbir işlem yapılmadı. MGK’nın 1997 yılında irticayla mücadele kararında yapılan hata burada tekrarlanmamıştı. Konudan MGK toplantısına katılan bakanlar dışında kimsenin haberi olmadı ve onları endişeye sevk edecek bir sonucun doğmamasına özen gösterildi. Bütün toplumsal ve siyasi riski hükümet adına Sayın Başbakanımız, hukuki riski ise ben üstlenmiştim. Darbe söylentileriyle büyük bir baskı altında olsak da bize güvenen insanları sıkıntıya sokacak bir adım atmamıştık. Nitekim ülkede bütün vatandaşlarımız rahatça ve huzur içinde günlük hayatlarına devam etme imkanı buldu. Hükümet kapalı kapılar ardında kendisine yöneltilen baskılara dağ gibi göğüs germişti. Bu tavrın bir bedeli vardı. Bu bedel, Ergenekon çetesinin tuzakları ve merkez medyanın karalama çabalarıyla ödendi.”
Cemaat “dost kuvvet” sayılırken mücadele isteyen askerlerin “düşman kuvvet” görüldüğü nasıl da ortada!..
Netice; “rahatça ve huzur içinde” tüm kılcal damarlara girip devleti alaşağı ettiler!..
Ömer Dinçer bu kitabı AKP-Cemaat arasında çanak-çömlek patladıktan sonra yazdığı için sonunu şöyle bitiriyor:
“Gerçi 2004 yılındaki tavrımız onlar Cemaat oldukları için değildi, bu ülkede yaşayan insanların hak ve özgürlüklerini teslim etmek içindi, demokrasinin gelişmesi ve seçilmiş hükümetlerin muktedir olması içindi. Demokrasi ve insan hakları bağlamında yapılan mücadeleden o gün için Cemaat daha çok yararlanmıştı. Bu ülkede yaşayan her bir vatandaşın temel hak ve özgürlüklerinin korunması hepimizin görevidir. Bugün de olsa yine benzer tavırla yetkilerimi kullanacağıma hiç şüphe yok.”
Yaklaşım bu olunca FETÖ’den kurtulsak bile “METÖ’ye, ÇÖTE’ye” yakalanacağımız kesin; ama Meclis Komisyonu’nun 2004’te “dağ gibi direnip”, “siyasi ve hukuki riski üstlenenleri” dinlemesi de gerekmez mi?
Müyesser YILDIZ
22 Ekim 2016
Odatv yeni link: https://odatv4.com/makale/yalcin-akdogan-konusuyor-ama…-bu-itiraflara-ne-diyecek-2210161200-102673