İçeriğe geç

Biz Suriye’ye Niye Girmiştik?

15 Temmuz darbesinden önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu başta olmak üzere tüm devlet yetkilileri, “ABD, Suriye’ye girmemizi istiyor. Ancak müttefikler birlikte hareket ederse, olur” diyordu.

24 Ağustos sabahına uyandığımızda “Fırat Kalkanı Harekâtı”nın başladığını duyduk. O gün, birkaç saat sonra ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden Ankara’da olacaktı.

Operasyonla ilgili Başbakanlık’tan, “TSK ve koalisyon hava kuvvetleri tarafından Suriye’nin Halep kentine bağlı Cerablus bölgesine, terör örgütü IŞİD’ten temizlenmesi amacıyla askeri harekat başlatılmıştır” açıklaması yapıldığı halde, hepimiz operasyonun öncelikle PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG’ye karşı ve “Kürt koridorunun” engellenmesi amacıyla yapıldığını sandık…

Üstelik;

Şimdilerde Erdoğan’ın ABD’ye ilişkin açıklamaları için “gülünç” ifadesini kullanan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, “Her iki tarafa da burada asıl düşmanın IŞİD olduğunu hatırlatmaya çalışıyoruz”,

Beyaz Saray Sözcüsü, “NATO müttefikimiz Türkiye DAEŞ karşıtı çabalara değerli katkılarda bulundu”,

ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Cook, “Fırat Kalkanı Operasyonu DAEŞ’e büyük bir darbe vurdu”,

Fransa Dışişleri Bakanlığı, “Fransa, uluslararası koalisyonun ortağı olan Türkiye’nin IŞİD’le mücadeledeki çabalarını yoğunlaştırmasını memnuniyetle karşılamaktadır”,

Almanya Dışişleri Sözcüsü Martin Schafer, “Ankara, Uluslararası Koalisyon güçlerinin IŞİD’e karşı mücadeledeki hedefleri ve amaçları ile uyumlu hareket ediyor”,

İsrail Büyükelçiliği Ankara Maslahatgüzarı Amira Oron da, “Türkiye, sınırlarında IŞİD’in olmasına izin veremez. Türkiye’yle hemfikiriz ve destekliyoruz” demesine rağmen.

Operasyonun üzerinden 4 ay geçti. İlk haftalarda PYD-YPG ile yaşanan birkaç çatışmanın dışında daha çok IŞİD’le karşı karşıya geldiğimizi gördük.

Ki, Erdoğan da 3 gün önce Gine Cumhurbaşkanı ile görüşmesinde, “El-Bab’da ne işimiz var?” eleştirilerine karşı, Gaziantep, Kilis’in bombalanmasını hatırlatıp, “DEAŞ terör örgütünü biz El-Bab’da şu anda dört bir taraftan kuşatmış vaziyetteyiz” diyerek, bir anlamda Suriye’ye IŞİD’le mücadele için girdiğimizi kabul etti.

Darbeden Önce Darbeden Sonra

Darbeden önce hükümetin de TSK’nın da Suriye’ye tek başımıza girilmesine sıcak bakmadığını belirttik.

Darbeden 1 ay sonra, Fırat Kalkanı Operasyonu’ndan ise sadece 10 gün önceydi; Son dönem Türkiye’ye mesaj taşımakla görevlendirildiği anlaşılan ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey Hürriyet’e verdiği röportajda şunu söyledi:

“Erdoğan’ın da ötesinde Washington’da genel olarak Türklerden hoşlanmama durumu da var. Türk Ordusu çok zor, selam çakıp, IŞİD’le savaşmaya gitmiyorlar, aylar süren müzakereler oluyor. Başka ülkeler ise 4 uçak gönderip IŞİD’le savaşıyorum diyor.”

Bunun üzerine o günlerde şunu yazdık:

“Demek mesele, Erdoğan’dan öte Türk Ordusu’ymuş ve ‘Selam çakıp, IŞİD’le savaşa gitmemesi, aylar süren müzakereler yapması’ymış… Darbeden sonra TSK açısından neler oldu?… Tüm emir-komuta Erdoğan’a geçti… Öyle ki, belki Erdoğan ‘tak’ diye emredecek, Akar da ‘şak’ diye selam verip, PYD’yle omuz omuza IŞİD’le savaşa gidecek…”

Fırat Kalkanı Operasyonu’nun ikinci ayına girdiğimizde; Suriye’ye gidip PKK’lılardan plaket alan ve bu yüzden Erdoğan’ı çok kızdıran, Obama’nın IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi McGurk, “Türkiye 15 Temmuz’dan sonra farklı bir ülke” diyerek şöyle konuşuyordu:

Türkiye’nin DEAŞ’a karşı bir şey yapmadığını çok duyuyorum. Size söyleyeceğim, şu anda yaptıkları, Türkiye şu anda bu teröristlere karşı savaşıyor, kayıp veriyor ve biz de sahada onların yanındayız. Bu belirgin bir gelişme. Uzun süredir onları bu konuda teşvik ediyorduk. Sonunda oradalar ve birlikte yapıyoruz. Bunun devam ettirmeliyiz.”

McGurk, “15 Temmuz darbe girişiminin Türkiye’nin bölge politikalarına yaklaşımını değiştirdiğini” belirtirken de açık açık, “Kürtlerin önünde birlik için tarihi bir fırsatın olduğundan” söz ediyordu.

PYD/YPG BM’nin Terör Listesinde Mi?

Bunları hatırlatmamızın sebebine gelince;

Güya ABD ile aramız “bozuldu” ve Rusya’yla yakınlaştık ya; Türkiye-Rusya-İran arasında imzalanan Moskova Deklerasyonu’nda, birinci önceliğimiz PYD/YPG’yla mücadeleye ilişkin bir ifade yer almadı.

Aynı belirsizlik Rusya ve Türkiye’nin garantörlüğünde, “Suriye rejim güçleriyle, rejim karşıtı güçler” arasında yapıldığı açıklanan ve dün gece yürürlüğe giren “ateşkes” anlaşmasında da var.

Anlaşmanın, BM tarafından terörist kabul edilen grupları, yani El Nusra ve IŞİD’i kapsamadığı bildiriliyor.

Nitekim gerek Erdoğan, gerekse Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da ateşkesin, BM Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütü olarak kabul edilen grupları kapsamadığını açıkladı.

Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun, “Suriyeli taraflar arasında imzalanan ateşkes anlaşmasına 60 binden fazla militan katıldı” dediğini kaydedip, soralım:

Bildiğimiz kadarıyla, PYD/YPG BM Güvenlik Konseyi’nin terör örgütleri listesinde değil… O halde anlaşmada bunlar da var mı, yok mu?..

Ateşkes anlaşması sadece Halep için mi, yoksa tüm bölgeler için mi geçerli?..

Şu ana kadar bu konuda tek bilgi veren, Türkiye’de bulunduğu ve Suriye’deki silahlı muhalif grupların sözcülüğünü yaptığı söylenen Usame Ebu Zeyd isimli biri oldu. Onun söylediklerine göre;

Anlaşmaya direk sahada olan 13 grubun “askeri komutanları” onay vermiş…

PYD ateşkesin bir tarafı değilmiş. Süreci sabote etmesi veya kendilerine yönelik silahlı bir hareketi olması durumunda da PYD’ye müdahale edeceklermiş…

Anlaşma Suriye’nin tümünü ve sahada bulunan tüm “askeri grupları” içeriyormuş…

Ve Rusya, Esad rejimi ile destekçilerinin, Türkiye ise muhaliflerin garantörlüğünü üstlenmiş…

Bunlardan ne anladık?

PYD, anlaşmanın tarafı değil, ama uyacak, öyle mi?

Peki PYD hangi tarafta; Esad rejimi ve destekçilerinin mi, muhaliflerin mi? Bu durumda PYD’nin “garantörü” hangi ülke oluyor? Yoksa “garantörsüz” mü ya da Suriye’nin üçe-dörde bölünmesi planlarında öngörüldüğü gibi PYD’nin “garantörü” ABD mi? Anlaşmada “var mı, yok mu” belirsizliği bundan mı?

Rusya’nın PYD’ye Bakışı Ve Erdoğan’ın Bumergang Uyarısı

Rusya’nın PYD’ye bakışının ABD’den farklı olmadığı, hatta ABD, PYD “lideri” Salih Müslim’e vize vermezken, Rusya’nın Moskova’da ofis açtırdığı malûm.

Bunun üzerine Erdoğan’ın geçen Mart Yozgat Bozok Üniversitesi’nde, “Şimdi Rusya zannediyor ki, ‘Moskova’da ben bunlara ofis açtırttım, bol bol da silah veriyorum’ bumerang gibi döner bir gün seni de vurur. Bunu da bilin” dediğini de biliyoruz.

Şimdi toparlarsak;

Biz Suriye’ye niye girmiştik; Öncelikle PYD/PYG ile mücadele için…

ABD ne istiyordu; Sadece IŞİD’le mücadeleye odaklanmamızı…

Rusya ne istiyordu; IŞİD’in yanısıra El Nusra’yla da mücedele edilmesini…

Peki sadece El Nusra ve IŞİD’le mücadele edileceği anlamına gelen son anlaşmayla, o “bumerang” gelip, bizi vurmuş olmuyor mu?

Gelinen bu belirsizlik ortamında; Erdoğan’ın 3 gün önceki Fırat Kalkanı ile ilgili, “DEAŞ terör örgütünü biz El-Bab’da şu anda dört bir taraftan kuşatmış vaziyetteyiz. Koalisyon güçleri şu anda verdikleri sözü maalesef tutmuyorlar. Verilen söz farklıydı, ama şu anda farklı konumdalar. Öyle olsa da, olmasa da biz şu anda yolumuza kararlı bir şekilde devam ediyoruz, devam edeceğiz. Çıkılan bu yoldan geri dönmemiz mümkün değil” sözlerini hatırlatıp, şu dilek ve temennimizi kayda geçirelim:

TSK, “FETÖ” kumpasları ve 15 Temmuz’la yeterince telef edildi… Aman dikkat, elimizde kalan da patronları “FETÖ”yle aynı olan Suriye’deki terör örgütleri tarafından telef edilmesin!..

Müyesser YILDIZ
30 Aralık 2016

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/sahi-biz-suriyeye-neden-girmistik-3012161200.html

Kategori:Uncategorized