İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadının “uyku apnesi” hastalığından tahliyesine tepkiler çığ gibi.
Haklılar.
Benzer hastalıktan muzdarip onlarca tutuklu var. Sadece onlar mı? MS hastaları, bacağı protezli olup, protez çorabı dahi verilmeyenler, çocuk felçiler yani vücudunun bir bölümünü kullanamadığı için kendi ihtiyacını göremeyecek durumda olanlar var. Ama ne Savcılar tahliye istemeye, ne hakimler tahliyeye cesaret edebiliyor. Etseler, anında “FETÖ”cü ilân edilip, yeniden tutuklama kararı çıkartılacağını biliyorlar çünkü.
Sahi, üstelik yandaşların bu kadar tepkisine rağmen Kavurmacı’nın tahliyesi konusunda niye hiç geri vites yok?
Hayırlı olsun, damat Kavurmacı sayesinde çatır çatır “üstünlerin hukukunun” işlediğini gördük. Dahası “FETÖ”yle mücadeledeki ciddiyeti!..
Kişiler ve olaylar değil, uygulamalar, genel ilkeler ile nihai hedef üzerinde durmak istiyorum.
-FETÖ’den İcazetsiz Ekmek Alamaz Duruma Gelmiştik-
Silivri Cezaevindeyken dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e yazdığım mektupta, “Devlet içinde polis, savcı, hakim ve medya ayağı olan bir çete vatandaşlara tuzak kuruyor. Bir komisyon kurup, araştırın” demiştim.
Tuzağın ucu kendilerine ulaşana kadar kıllarını kıpırdatmadılar.
Ne istedilerse verdiler. Bir anlamda devlet, göz göre göre vatandaşlarını “FETÖ’nün tuzağına” düşürdü.
Yurdum insanı, 17/25 Aralık’a kadar neredeyse Gülen’den icazetsiz bakkaldan ekmek-su alamaz hale getirilmemiş miydi?
Ama ne oldu?
Elebaşı isimler fotolarıyla iktidar medyasında çarşaf çarşaf yayınlanarak, adeta “kaçın” dendi.
Sadece onlar mı? Kilit hakim, savcı, polis ve gazetecilerin firarı da seyredildi.
Sonra? Elde kalan, devletin himayesindeki Bank Asya’da kuruşu olan, devlet baskısıyla FETÖ’nün sendikalarına girmek zorunda kalanlar içeri alındı veya işinden edildi. Yıllarca “FETÖ”nün sözcülüğünü yaptıktan sonra zaman ayarlı trenden atlayanlar ise sanık değil, tanık sandalyesine oturtuldu.
-Adil Yargılama Olmazsa-
Yine Silivri’deyken iddianameler için, “Polis savcı, savcı hakim olmuş. Hakimin ne iş yaptığını anlayamadım” demiştim.
“FETÖ’yle mücadelede” gördük ki, “gazeteci” denilen birileri hem polis, hem savcı, hem hakim olmuş.
“Ülkeye kumpas kuranlar mutlaka yargılanacak, ama adil yargılanacak” demiştik.
Peki öyle mi?
İşkence iddiaları inanılmaz boyutta… “İşkenceye sıfır tolerans demiş bir iktidarız. Böyle bir şey yok” diyen çıkmıyor… Aksine, İmralı’daki teröristbaşının televizyonunun olmamasını bile “işkence” sayıp, ortalığı ayağa kaldıran Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin bu davalarla ilgili raporunu açıklamasını hükümetin engellendiği konuşuluyor.
Sanıkların avukat bulamaması sevinçle karşılanıyor… Ama başlı başına bu olayın bile yarın “adil yargılama” kapsamında nelere malolacağını hesap eden yok.
İddianamelere, buradaki çelişkilere, tanıklara ve “delillere” hiç girmeyelim…
“İltisaklı” diye bir şey çıkardılar… Hukuk devletinde “iltisak” olmaz, somut delil olur.
Yargılama hakimin, “Sanıkların bağsız olarak yerlerine alındığı görüldü” cümlesiyle başlardı. Artık bu cümle yok, çünkü sanıklar duruşma salonuna birbirine kelepçelenmiş olarak alınıyor. Sadece mahkemeye mi? Yer ve sanık önemli değil, bir Savcılık sorgusunda avukatın tutanağa geçirttiği şu paragrafa bakalım:
“Öncelikle talepte bulunmuş olmamıza rağmen şüphelinin ifade alma yönetmeliğine aykırı şekilde ellerindeki bağı çözülmemiş ve bu suretle savcılık odasında silahlı iki polis nezaretinde ifadesi alınmıştır. Bu hususun açıkça CMK’nın ruhuna ve yasaya ve Anayasa’ya ve ilgili yönetmeliklere aykırı olduğunu müdafi olarak görevim gereği belirtmek zorundayım.”
“Kimse sorgulanmasın, yargılanmasın, tutuklanmasın, işten atılmasın” demiyorum.
Olsun, ama adil olsun… Hukuk içinde olsun…
Olmazsa, işin sonu hukuk ve toplumsal kaostur!..
Bir yerlere ulaşanlar, siyasiler Bylock’çu -en güçlü delil ya- bile olsa yerinde oturacak, ama vazgeçtik sanıkların adil yargılanmasından, dıdısının dıdısı da tutuklanacak veya işten atılacak!.. Eskiden eş durumundan tayin vardı, artık eş durumundan tutuklama/ihraç var.
Bu işin sonu hukuk ve toplumsal kaosa varmaz da nereye varır?!. İstenen bu ve dahi kumpas davalarda hedeflenen, özellikle teröristbaşı merkezli “toplumsal barış için genel af” planlarını şimdi “FETÖ” üzerinden hayata geçirmekse, o başka!..
-Emperyalizmin Önündeki Son Engel de Kaldırılıyor-
Emperyalizmin/BOP’un önündeki TSK engelinin, önce kumpas davalar, sonra 15 Temmuz’la nasıl ortadan kaldırıldığını konuştuk.
“Milliyetçi/Ulusalcı” muhalefet partilerinin yine kumpaslar ve kasetlerle nasıl dizayn edildiğini de.
Ama bir şeyi “es” geçtik. Emperyalizm/BOP “bağımsız yargıyı” da projeleri önünde engel görüyordu. Erdoğan da, “bürokratik oligarşi” sözünü ağzından hiç düşürmedi.
2010 referandumu sayesinde, yargının ne hale geldiğini/getirildiğini, kimlere hizmet ettiğini, en önemlisi alenen nasıl “tarikatlaştığını” gördük.
“FETÖ’yle mücadele” devresinde ise “Milliyetçi, ülkücü, sosyal demokrat, AKP’li” diye diye yargının siyasallaşmasına/siyasallaştırılmasına alıştık.
Şimdi son noktaya, yargının “AK”laşmasına ve doğrudan Saray’a bağlanmasına gelindi.
Bu mesele referandumdan önce de sonra da çokça tartışıldı, tartışılıyor.
Tartışılmayan; “Bağımsız ve tarafsız” yargının anlamı.
“Bağımsızlığın” istikbali, örnekleriyle ortada. Ya “tarafsızlık”?
Yeni Türkiye’nin yeni yargısının Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş esasları, yani üniter ve milli yapı konusunda da “tarafsız” olması, bu kırmızı çizgilere ilişkin alınacak kararlar, çıkarılacak KHK’lar aleyhinde karar verememesi demektir.
Ülkemizi yönetenlerin, referandum sürecindeki açıklamalarından birkaçını hatırlayalım:
Erdoğan : Memurundan daire başkanına, kaymakamından valisine, genel müdüründen müsteşarına kadar tüm kamu görevlileri de seçilmişlerin ortaya koyduğu vizyon doğrultusunda çalışmalarını yürüteceklerdir… Bu sistem var ya bu sistem, bu bizim bileklerimizde prangaydı. 16 Nisan’da bileklerimizdeki bu prangaları söküp atmaya var mıyız?.. Yargı mensuplarımızın hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, herhangi bir görüş, ideoloji veya güç odağının emrine girmeden, bu sorumluluklarını yerine getirmeleri elbette çok önemlidir.
Başbakan Binali Yıldırım : Bu anayasa değişikliği, ülke yönetiminde zaman ekonomisi sağlayacak. Yani işler daha kısa sürede halledilecek. Bürokrasiyle, siyaset arasındaki ayrışma ortadan kalkacak.
Gümrük Bakanı Bülent Tüfenkci : Her zaman ifade ettiğimiz gibi bürokrasinin bu engellemelerini, bu direncini Allah’ın izniyle cumhurbaşkanlığı sistemiyle ortadan kaldırıp 2023 hedeflerine hızlı bir şekilde hep beraber erişeceğiz.
Erdoğan 17/25 Aralık’tan sonra yargıda yapılması düşünülen düzenlemeleri anlatırken, “Önümüzdeki mesele yargı bağımsızlığına ilişkin değil, yargının bir örgüt tarafından teslim alınarak, tarafsızlığını yitirmesi meselesidir” demişti.
İşte bugün de önümüzdeki acil ve büyük tehlike, yargının hem tarafsızlığını, hem bağımsızlığını tümüyle yitirmesidir.
-Mühürsüz Devlet Belki… Adaletsiz Devlet Asla…-
Erdoğan geçen haftaki Hindistan ziyaretinde şunları söyledi:
“BM Güvenlik Konseyi’nde adalet var mı? Asla… Tüm dünyanın kaderini 5 ülkenin eline, diline nasıl bırakabilirsiniz?..”
Soruyorum; Türkiye’de adalet var mı?.. Ülkenin ve 80 milyonun kaderi 1 kişinin eline, diline nasıl bırakılabilir?
Erdoğan, yine geçen hafta AKP Başkanı olma yolundaki üyelik töreninde “FETÖ’yle mücadele” konusunda, “Hukuk sistemi vardır, yargı çalışmaktadır. Gereği neyse bu yapılacaktır. Arkadaşlarıma söylüyorum; önümüze gelip gözyaşı dökenler olacaktır. Acırsanız, acınacak hale gelirsiniz” dedi.
Elbette, “FETÖ”cülere acımayalım… Ama adalete acıyalım…
Çünkü adalet, devletin temeli ve ana varlık sebebidir. “Mühürsüz” belki, ama adaletsiz devlet asla!..
Adaletten bu vazgeçiş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti “parantezini” kapatmanın son adımı değilse tabii!..
Müyesser YILDIZ
6 Mayıs 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/feto-degil-adalet-ve-devlet-bitiyor-0605171200.html