Hazine ve Maliye Bakanı Damat Berat Albayrak’ın, danışmanlık hizmetlerinin yanısıra 16 bakanlığımızı 3 ayda bir denetlemek üzere Amerikan McKinsey şirketi ile anlaşma yapmasıyla ilgili tartışmalar sürüyor.
Hemen herkesin aklına Osmanlı Devleti’ni bitiren Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi geldi. 1881’de kurulan; İngiliz, Alman, Fransız, Avusturyalı, İtalyan üyelerden oluşan bu idarede iki de Türk vardı. Osmanlı’nın borçlarının ödenmesi için devletin gelirlerinin yönetimi bu idareye teslim edilmişti.
Ancak şu ana kadar yapılan açıklamalardan, McKinsey’e, Düyunu Umumiye’den daha geniş yetkiler verildiğini anlıyoruz. 16 bakanlığımızı denetlemesi, az şey mi?
Peki, tarihimizde özellikle de Sevr döneminde Düyunu Umumiye’den çok McKinsey’e benzeyen başka bir örnek var mı?
Evet var.
Merhum Diplomatlarımızdan Osman Olcay’ın, Sevr öncesindeki konferans ve toplantı tutanaklarının çevirisini yapıp, “Sevres Andlaşmasına Doğru” adıyla yayınladığı kitaptan aktaralım.
-Türkler Aldatılabilir… Biçimsel Tavizlerle Kandırılabilir-
Öncelikle de merhum Olcay’ın, Sevr’deki “Mali hükümlerle” ilgili şu tespitlerini okuyalım:
“Mali hükümlerin amacı görünürde, Osmanlı Devletini ayakta tutacak, daha doğrusu ayağa kalkabilecek hale getirecek önlemlerin alınmasıdır. Ama gerçekte amaçlar farklıdır. Osmanlı Devleti’nin mali bakımdan batık duruma düşüşü ve Düyunu Umumiye yönetiminin kurulması ile Kırım savaşı arasında geçen süre sadece 20 yıldır. Osmanlı Maliyesi’nin denetimini böylece ellerine geçirir geçirmez, Batılı kapitalist çevreler büyük yatırımlara başlamışlardır. Şimdi Almanya da aradan çıktığına göre, Savaş sonrası düzenin yeni baştan ele alınması gerekiyordu. İtilaf devletlerinin amaçlarından ilki, devletin yönetimine el koymaktır. Şöyle bir mantık yürütülmektedir; Türkler kendilerine olan saygıları yüksek bir millettir, bağımsızlığa alışkındırlar. Onurlarına dokunulmadıkça aldatılabilirler de. Hatta pohpohlanmaktan da hoşlandıkları için biçimsel tavizlerle kandırılabilirler. Bu durumda yapılacak şey; Türkiye yönetimine bir sömürge yönetimi gibi el koymamak, Türklerin kendi kendilerini yönettikleri kanısını sürdürmelerine olanak vermektir. Bu arada hatırlanmalı ki, Türkler, bir süredir maliyelerinin başkalarınca yönetilmesine de alışmış bulunuyorlar. Nasıl olsa geleneksel olarak küçümsedikleri para ve ticaret işlerinin yabancılar elinde olmasından pek gocunmazlar. Önemli olan bu yönetimi şimdi artık eskisi gibi, özel kesimin temsilcisi olan Düyunu Umumiye’nin tekelinden kurtarıp, doğrudan doğruya Müttefik devlet temsilcilerinden oluşacak yeni bir kurula geçirmektir. İşte kurulacak olan Maliye Komisyonu’nun işlevi bu olacaktır. Görünüşte Düyunu Umumiye yönetiminin biçim değiştirmesi, aslında ise yavaş yavaş duyurmadan, devletin tümünün yönetimini ele geçirme aracı olacak olan bu Maliye Komisyonunun görevlerinin saptanmasına ilişkin hükümlerin oluşmasını görüşmeler sırasında izlemek çok ibret vericidir. Büyük mali yatırımların korunması, yeni ayrıcalıklar elde edilmesi ve kapitülasyonların diriltilmesi Sevr Antlaşmasının başlıca amaçları arasındadır.”
Maliye Komisyonu ile ilgili maddelere ve görüşmelere gelince;
Bu Komisyonla ilgili düzenlemeler yüzlerce maddeden oluşmaktadır. İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japon temsilciler, buna son şeklini vermek için aylarca tartışır. Bu tartışmalar sürerken, Fransa Dışişleri Bakanı, Başbakan Berthelot’a 16 Şubat 1920’de “Türkiye Kamu Borcu ve Türk Maliyesinin gözetimi” başlıklı bir not sunar. Notta, önce Düyunu Umumiye ile ilgili şu açıklama yapılır:
“Düyunu Umumiye’nin doğrudan doğruya vergi toplama hakkının, andlaşma gereğince genişletilmesine bir karşı çıkış olacağı sanılmamaktadır. Savaştan kısa bir süre önce Osmanlı Hükümetinin kendi isteği üzerine böyle bir işlem yapılmıştı. Örneğin bazı il ve sancaklarda bazı vergiler zaten Düyunu Umumiye tarafından toplandığına göre, aynı vergilerin başka il ve bölgelerde de yine onun tarafından toplanmasında sakınca görülmeyebilir. Aynı biçimde Düyunu Umumiye görevlerinin, kararlar dikkatle alınmak ve her durumun özel nitelikleri incelendikten sonra harekete geçilmek koşuluyla başka dolaylı vergilere, örneğin yeni vergiler tekeller, tüketim vergilerine (tuz, kahve, şeker v.b.) de genişletilmesine de karşı çıkılmaz. Şunu da kaydetmek gerekir ki, bugüne kadarki uygulamada vergilerin Düyunu Umumiye tarafından toplanması, vergilerin yabancı bir denetimce toplanması ile aynı nitelikte sayılmamalıdır. Düyunu Umumiye, Türk iç yasa düzeninin bir sonucu olup, gelişmelerinin içeride dikkati çekmeyeceği kesinlikle söylenebilir. Ona zaten alışmış bulunan yerli halkın kesin olarak kabul edeceği hususunda garanti verilebilir. Yani bu gelişme, ülkenin içinde herhangi bir yabancı karışmasına yol açacak değildir.”
-Maliye Bakanlığı’nın “Salt Türk” Kalması-
Ardından da “Uluslararası Gözetim” başlığı altında, Düyunu Umumiye ile Maliye Komisyonu arasındaki farklar şöyle anlatılır:
“Dolaylı vergiler yolu ile gelirleri arttırmak yeterli değildir. Ayrıca görevleri giderleri yapmak olan Türk kurumları üzerinde olduğu kadar doğrudan vergilerden edinilen gelişler üzerinde de denetim kurmak gereği vardır. Gerçekte Türk vergi yükümlüsünü, vergi toplayıcısı ile çok açık biçimde temasa ya da çatışmaya getirebilecek olan Türk vergilerinin yabancı tahsildarlarca toplatılmasının hiç düşünülmemesi doğru olur. Demek oluyor ki, sözkonusu olan tüm görevlerini saklı tutacak ve salt Türk kalacak olan Türkiye Maliye Bakanlığı’nın yönetimine doğrudan karışmak değildir. Ama en düşük düzeyde bile olsa bir denetleme şarttır. Türk kalacak olan tüm dallarında ajanlar aracılığıı ile denetim görevi yapacak büyük bir yönetim kurulması söz konusu değildir. Çok geniş olmayan ve hükümet merkezinde görevli yetenekli kişilerden kurulu, Fransa, Büyük Britanya ve İtalya (İlerde Birleşik Devetler ile Rusya) temsilcilerinin de katılacağı bir Müttefiklerarası Komisyon yeterlidir. Bu denetim komisyonunun emrinde, savaştan kısa bir süre önce kurulan ve etkinliğini göstermeye başlamış bulunan Türk maliyesinin teftiş örgütü bulunacaktır. Bu müfettişlerin, şimdiye kadar olduğu gibi Türk olmalarında bir sakınca yoktur. Böylece bunlar üzerindeki denetim dışardan ve pek az görülebilir bir biçimde olmuş bulunacaktır. Müttefik devletlerin Türk yönetimi üzerindeki denetimini, gerçekte salt Türk olan işte bu müfettişler örgütü yapacaktır. Bu denetim ne kadar küçük ve örtülü olursa olsun, etkin olabilmesi için Mali yönetimin tüm dallarına yayılması gerekmektedir. Maliye Bakanlığı’nca hazırlanan bütçeyi gözetimi altında tutmalı, belirlenecek bazı hallerde kendisine danışılmalı ve Osmanlı Düyunu Umumiye ile yakın ilişki içinde kalmalıdır. Biri, şu sırada var olan bir kurumun bazı akla uygun genişletilmeleri ile devamı niteliğinde olan, öteki de sınırlı sayıda memuru bulunacak ve olabildiğince gizli tutulacak yeni bir kuruluş olan bu iki yabancı kurum, Türkiye’nin mali yaşamını denetim altında bulunduracaklardır. Birincisi, elverişli koşullar altında bazı gelirler sağlayacak, ikincisi ise maliye hizmetlerinin gelişmesini ve manevi bakımdan iyileşmesini gözetimi altında tutacak, salt Türk Maliye kurumları ise (Maliye Bakanlığı ve şubeleri) kullanılma bakımından gelirleri yine de müttefiklerarası denetim altında kalacak dolaysız vergiler gibi toplanması en güç olanlar üzerinde tüm sorumluluğu taşıyacaktır.”
-Lord Curzon’un Üç Basamak Benzetmesi-
Şimdi de bu Maliye Komisyon’un kuruluşu ile ilgili yapılan tartışmalardan bazı notlar:
4 Mart 1920’de İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un odasında yapılan toplantıya Düyunu Umumiye Başkanı Sir Adam Block da katılır. Block’un, “Yerel konularda uzmanca bilgisinden yararlanmak üzere çağrıldığını ve burada bulunmasının mutlu bir olay olduğunu” belirten Lord Curzon, Maliye Komisyonu’nu şöyle tarif eder:
“Bu plan, üç basamaklı bir merdivene benzetilebilir. İlk ve en önemsiz basamak, Türk hükümetidir. İkinci basamak, Türk Maliye Müfettişliği, üçüncü ve en önemli basamak da Maliye Komisyonu olacaktır. Türk Maliye müfettişliği geliştirilecek ve Maliye Komisyonunun hizmetinde yeni bir biçime bürünecektir.”
Fransız temsilci Cambon, tüm mali kontrolün Türklerin elinden alınmasının zorunlu olduğunu vurguladıktan sonra, “Düyünu Umumiye, Türk görevliler üzerinde Türk olmayan bir denetimle elde edilebilecek sonuçların güzel bir örneğidir” der.
Bu toplantıda ele alınan maddelerden birisi de, “Türk parlamentosunun kendi bütçesini özgürce belirlemesi” hakkından mahrum bırakılıp, bırakılmamasıdır. Lord Curzon, şunları söyler:
“Bazı durumları çözmek için böyle bir hükme ihtiyaç duyulabilir. Örneğin biri ortaya çıkıp, Türkiye adına ormanlarını yönetmeye kalkabilir ya da gülyağı çıkarmak için ayrıcalık talebinde bulunabilir. Bu gibi ayrıcalıklar, Türk devleti bakımından hiçbir harcamaya yol açmayabilir. Böyle bir ayrıcalık bir Almana ya da başka bir eski düşman ülke uyruğuna verilmeli mi ve biz de bu işe karışamamak durumunda kalmalı mıyız?”
Bir başka toplantıda ise Lord Curzon, Komisyonun amacını şöyle açıklar:
“Sürekli bir Maliye Komisyonunu gerektiren nedenler bambaşkadır. Burada müttefik denetimi, Türk Maliye Bakanlığının üstünde olacaktır. Türk gelirlerinin hem savaştan önce hem savaştan sonra yapılan giderleri karşılaması gerekecektir ve Türkler kendileri bile bunu sağlamanın tek yolunun, maliyelerinin dışarıdan düzenlenmesi olduğunu kabul etmektedirler.”
Neticede tüm bu görüşme ve tartışmalardan sonra yüzlerce maddelik mali hükümler, 50 maddeye indirilip, 18 Mart 1920’deki Büyükelçiler ve Dışişleri Bakanları Konferansında kabul edilir.
Buna göre; “Fransa, İngiltere ve İtalya’nın birer temsilcilerinden oluşacak, sadece danışma oyu bulunacak bir Türk komiserinin de yer alacağı Maliye Komisyonu” kurulacak, komisyonun başlıca yetki ve görevleri şunlar olacaktır:
– Türk Maliye Bakanınca her yıl parlamentoya sunulacak bütçe, ilk önce Maliye Komisyonuna sunulacak ve komisyonca uygun bulunan biçimde Parlamentoya sunulacaktır. Parlamentonun getireceği hiçbir değişiklik Maliye Komisyonunca uygun bulunmadıkça, yürürlüğe girmeyecektir.
– Maliye Komisyonu, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütçeleriyle, mali yasaları ve yönetmeliklerinin uygulanmasını denetleyecektir. Bu denetleme Maliye Komisyonunun doğrudan doğruya buyruğu altında bulunacak ve üyeleri bu komisyonun uygun bulmasıyla atanabilecek olan Osmanlı Maliye Müfettişliği aracılığı ile yapılacaktır. Osmanlı hükümeti, maliye hizmetlerinde çalışan yetersiz görevlilere ilişkin olarak, Maliye Komisyonunun önerebileceği önlemleri almayı üstlenecektir.
– Osmanlı hükümeti, Maliye Komisyonunun izni olmadıkça hiçbir iç ya da dış borçlanmaya girişmeyecektir.
– Maliye Komisyonu uygun bulmadıkça, ister Türk Devletinin uyruğu olsun, ister herhangi bir kişiye hiçbir yeni ayrıcalık verilmeyecektir.
– Gümrük yönetimi, Maliye Komisyonunca atanacak ve görevden alınabilecektir. Gümrük vergileri tarifesi, ancak maliye komisyonunun uygun bulmasıyla değiştirilebilecektir.
– Maliye Komisyonu, ihracat ve ithalat yasağı koyabilecektir.
-Almanya’da Ekmek Fiyatı Yükselirse-
Sevr’den çok dikkat çekici bir not daha aktaralım.
Türkiye için bu planı yapanlar, Almanya’ya da gümrükler için bir baş tahsildar atanmasını gündeme getirdiğinde, İngiliz Başbakan Lloyd George, böyle bir atamanın Almanlar’da yaratacağı tepkiye ilişkin kaygılarını şu sözlerle ifade eder:
“Müttefiklerin, tahıl üzerinden gümrük vergisi alınmasına karar verdiklerini ve bunun sonucu ekmek fiyatlarının yükseldiğini düşünelim. Bu, Almanları sanki Türkiye ya da Çin durumuna sokmuş olur ki, bunu nasıl karşılayacakları sorulmaya değer. Askeri işgali yeğleyecekleri bile düşünülebilir.”
-McKnisey Bütçeye Karışır mı?
McKinsey’e dönersek;
Düyunu Umumiye’ye mi, Sevr’deki Maliye Komisyonu’na mı benzetilir?
Tüm işlevsizleştirilme çabalarına rağmen tam da 2017 bütçesi üzerindeki çarpıcı tespitleri ile dikkat çeken Sayıştay’ın iyice devreden çıkartılması ve ileride belki bütçe hazırlıklarında da rol alıp, almayacağı akla gelir mi?
Takdirlerinize!..
Müyesser YILDIZ
5 Ekim 2018
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/mckinseyi-tartisirken-sevrdeki-maliye-komisyonunu-unutmayalim-05101800.html