Büyük Ortadoğu Projesi’nin yönetmeni ABD’nin, PKK-PYD-YPG, Kıbrıs, Ege, Ermeni soykırım iftirası gibi temel meselelerimizde durduğu yer malûm.
Ocak başında bizzat Trump, PYD-YPG’yi kast ederek, “Türkiye Kürtleri vurursa, ekonomisini mahvederiz” tehdidini savurdu. Daha dün de Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey Suriye’nin kuzeyi konusunda, “Bazıları Kürt olan SDG (Suriye Demokratik Güçleri) ortaklarımızın kimse tarafından kötü muamele görmesini de istemiyoruz. Herkesin ihtiyacını karşılamaya çalışan bir formül üzerinde çalışıyoruz” dedi.
Trump’ın o tehdidine karşı ne yaptık? Erdoğan bu mesajın, kendisini ve arkadaşlarını üzdüğünü söylemekle yetindi. Ardından hemen harekete geçip, Trump’la “Gayet olumlu bir görüşme” yaptı.
AKP’nin en birinci, belki de tek “kırmızı çizgisi” olan İsrail, Filistin, Kudüs meselelerine geçelim.
Trump döneminde; Washington’daki Filistin Temsilciliği kapatıldı… Kudüs, İsrail’in başkenti olarak tanındı… Ve dün itibarıyla Golan Tepeleri işgâlci İsrail’in toprakları sayıldı…
Erdoğan, “Golan Tepeleri’nin işgalinin meşrulaştırılmasına asla izin vermeyiz, veremeyiz” dedi… Dışişleri Bakanlığı da ABD’nin kararını, “Esefle karşılayıp, şiddetle kınadı”!..
Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığında da aynı tepkiler gösterildi. Sonuç; ABD, “Büyük İsrail” projesinde bir adım daha atarken, Erdoğan ve Trump birbirini sevmeye devam etti!..
Nasıl mı?
Erdoğan Şubat başında, “Tüm sıkıntıları, sınamaları, direnç testlerini başarıyla atlattık. Trump’ın özellikle Suriye bağlamında aldığı son inisiyatif Türk-Amerikan ilişkilerini baltalamaya çalışanların planlarını boşa çıkarmıştır. Başkan Trump da ilişkileri ilerletip kuvvetlendirmek istiyor” demedi mi?
Şubat ortasında ABD’ye giden AKP Milletvekili ve TBMM Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır, Erdoğan ile Trump arasındaki ilişkiyi, “Özel bir ilişki” şeklinde tanımlayıp, “Trump’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a özel bir güveni olduğunu gördüklerini” söylemedi mi?
Mart başında üst düzey bir ABD’li, Hürriyet’ten Hande Fırat aracılığıyla, “Trump, kendisini Erdoğan’a yakın hissediyor, sempati duyuyor, çok seviyor. İletişim kurmaktan keyif alıyor” mesajını vermedi mi?
Hemen ertesi gün Erdoğan, kendisinin de “Trump’a karşı aynı şekilde teveccüh dolu sözleri olduğunu” açıklamadı mı?
-AB 2003’ten Beri Türkiye’den Ne İstiyor?-
Trump’ın Golan Tepeleri haydutluğuna dönersek; Körün fili tarifi misali herkes meseleyi bir yerinden tarif ediyor, ama yıllar önce Türkiye’nin önüne konmuş olan çok önemli bir talep nedense hatırlanmıyor veya hatırlanmak istenmiyor.
Geçmişte, İsrail’in Golan Tepeleri sorununun çözümü için Türkiye’nin Fırat-Dicle’den Suriye’ye daha fazla su bırakması formülünü gündeme getirdiğini, ancak bunu egemenlik haklarımıza tezavüz sayıp, reddettiğimizi vurgulayıp, AB üzerinden kotarılan bir başka planı anlatalım.
AB, ilk kez 14 Nisan 2003’teki Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesi’nde, “Çevre” başlığı altında sular konusuna değinip, “AB Çerçeve Su Direktifi” ile Türkiye’nin taraf olmadığı, “Su Çerçeve Direktifi- Sınırıaşan Su Yollarının Korunması, Kullanımı ve Uluslararası Göllere İlişkin Sözleşme- Sınırıaşan Boyutta Çevresel Etkilerin Değerlendirilmesi” başlıklı uluslararası sözleşmelere atıfta bulundu.
Bunlara, AKP İktidarınca hazırlanan Ulusal Program’da, “Sözleşmeler, tam üyelikle birlikte değerlendirilecektir” karşılığı verilmekle yetinildi.
O vakitler asıl ses getiren AB belgesi ise 6 Ekim 2004 tarihli Etki Değerlendirme Raporu oldu. Rapordaki ifadeler aynen şöyleydi:
“Orta Doğu’da su önümüzdeki yıllarda giderek artan biçimde stratejik bir konu haline gelecektir. Türkiye’nin AB’ye katılımıyla beraber su kaynakları ve altyapılarının (Fırat ve Dicle nehirleri havzaları üzerindeki barajlar ve sulama sistemleri, İsrail ve komşu ülkeleri arasında su alanında sınır ötesi işbirliği) uluslararası yönetiminin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir.”
Türkçesi, Fırat-Dicle başta olmak üzere su kaynaklarımızın uluslararası yönetimi devrinden söz ediliyor, ayrıca ulusal politikamızın aksine Dicle-Fırat nehirleri ayrı havzalar olarak değerlendiriliyordu.
İktidarda yine AKP vardı. Peki bu talep karşısında ne yapıldı?
AB Daimi Temsilciliğimizin, AB Komisyonu nezdinde çeşitli girişimlerde bulunarak, “AB’nin, ülkemizin sınır aşan sular meselesi ile Fırat ve Dicle Nehirleri konusuna ilgisinin ve yaklaşımının yanlış anlamaya neden olmayacak bir çerçeveye oturtmasını” istediği bildirildi.
Bir de yeni “Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi”nin kabul edildiği 24 Ekim 2005’teki MGK toplantısında, “AB’ye üyelik istek ve kararlılığı yenilenerek, görüşmelerde ulusal yararlarımızın gözetilmesinin önemine” vurgu yapılırken, “Su kaynaklarımızın etkin kullanılması amacıyla alınacak önlemler ile sınır aşan sular üzerindeki barajların bir an önce tamamlanmasının” üzerinde duruldu.
AB ile Avrupa Parlamentosu’nun sonraki yıllarda yayınladığı rapor veya aldığı kararlarda da 2003-2004 tarihli belgelerdeki bu ifadelere atıf yapıldığını belirtip, sadece 3 ay önce yaşanan bir gelişmeye dikkat çekelim.
-Erdoğan’dan Çok İlginç Atama-
3 Ocak’ta “Barzanistan”ın eski Başbakanı, yeni Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih, Erdoğan’ın davetlisi olarak Ankara’ya geldi. Beştepe’deki ortak basın toplantısında Erdoğan, terörle mücadelede “İşbirliğini derinleştireceğiz” mesajı verdi. Salih de, “Her alanda işbirliği için Türkiye’ye geldiğini” söyledi.
Görüşmede ele alınan bir konu daha vardı. Erdoğan, “En önemli sorun” nitelemesini yapıp, “Su konusunu etraflıca görüştük” derken, Berham Salih, Erdoğan’ın bu bağlamda özel temsilci tayin ettiğini “Kendilerine minnettarız” sözleriyle duyurdu.
“Su sorunu özel temsilcisi” olarak atanan isim, Erdoğan’ın en eski yol arkadaşlarından olup, uzun yıllar Orman ve Su İşleri Bakanlığı yapan Veysel Eroğlu’ydu.
Erdoğan’ın basın toplantısındaki açıklamalara dönersek; Şunları söyledi:
“Ben özel temsilcim olarak bu işin başından itibaren içinde olan geçmişteki bakanımı da Irak’a gönderip, bu sorunun, daha çok su konusunun yönetimi ile ilgili ciddi sorunlar var. Bunu bir prensibe bağlayıp adımlar atılacak olursa, neler yapılabileceği, altyapısıyla, üst yapısıyla adımlar atılırsa bu sıkıntıyı birkaç yıl içinde çözer, Irak bundan sonra çok daha rahatlar.”
İki gün önce Hasan Öztürk Yeni Şafak Gazetesi’nde, “Golan’dan sonra Fırat’ın kıyılarını da isterlerse, bu beka değil de nedir?” başlıklı yazısında, “Kudüs başkentleri olsun. Golan Tepeleri ilhak edilip, topraklarına katılsın. Sîna’yı da Fırat’ın kıyılarını da versinler. Böylece Arzu Mevud’a ulaşsınlar. Biz de rahat edelim, onlar da… Öyle mi?” diye sordu.
Çok haklıydı. Ancak devamında, “Türkiye’nin hem sınırları içinde hem sınırları dışında direnişini şanına yakışır şekilde sürdürdüğünü, işte bu direnişe beka meselesi dediklerini” belirtip, konuyu 31 Mart seçimleri ve Cumhur İttifakı’nın kaderine bağladı.
Görüyorsunuz, adamlar 2003’ten beri Fırat-Dicle’yi resmen istiyor…
Maalesef nutuktan ibaret politikalar sonucunda Golan Tepeleri meselesinin gelip, dayanacağı yerin de Fırat-Dicle olacağı açık…
Tablo bu iken, Golan krizinden kısa bir süre önce “Su özel temsilcisi” atamak neyin nesidir?
Anladık, ABD’leşiyoruz da Irak’a illa özel temsilci atanacaksa, neden mesela PKK’yla mücadele değil de “Su”yla ilgili?.. En acil “Beka” meselemiz bu mudur?..
Müyesser YILDIZ
26 Mart 2019
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/golanin-ardi-firat-dicledir-26031918.html