Gündemimizde 3 gündür Libya var. Ülkenin bir bölümünü elinde tutan General Halife Hafter’e bağlı güçlerin sözcüsü, tüm Türk hedeflerini “düşman hedefi” sayacakları ve Libya’daki Türk şirketlerine yaptırım uygulayacakları tehdidini savurdu.
Bunlar olurken Devletimiz maaile Japonya’daydı.
Hafter’in tehditleriyle ilgili olarak Erdoğan, “Böyle bir talimat varsa, gereğini yaparız. Zaten bu konuyla ilgili tedbirlerimiz alınmıştır” dedi.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan şu sert açıklama geldi:
“Bölgede barış ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmaya devam ederken, hasmane tutum veya saldırıların bedeli çok ağır olacak, en etkili ve şiddetli şekilde mukabele edilecektir. Tarafımıza yöneltilebilecek her türlü tehdit ve düşmanca hareketlere karşı tedbirimizi aldığımız bilinmelidir.”
Hemen ertesinde 6 Türk’ün rehin alındığı duyuruldu. Neyse ki, dün serbest bırakıldılar.
Libya’ya “Haçlı Seferi”ni Kim Desteklemişti?
Ve böylece Kaddafi’nin parçalanarak öldürülmesinden sonra unutulmaya çalışılan Libya yeniden gündemimize oturdu.
İktidarı destekleyen Yeni Şafak’ta bugün Libya ile ilgili bir haber şu cümleyle başlıyor:
“ABD destekli ‘Arap Baharı’ adı altında gelen ‘kışta’ lideri Kaddafi’yi deviren ve o günden bu yana iki yakası bir araya gelmeyen Libya’da sular durulmuyor.”
“ABD destekli Arap Baharı” ve bununla “Kaddafi’nin devrilmesi” mi?
O halde 2011’de neredeyse Suriye ile eş zamanlı olarak Libya’da iç savaş başlatıldığında Türkiye’nin pozisyonunu hatırlayalım mı?
Fransa’nın başını çektiği güçlerin Libya’ya hava saldırısı düzenlemesinden önce askeri müdahale yerine diplomatik çözüm için uğraştığımız, hatta Kaddafi’ye bir takım önerilerde bulunduğumuz açıklandı. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ifadesiyle, “Kaddafi’ye gösterilen onurlu çıkış yolu” neydi? “Kendisinin, ailesinin ve Libya halkının selameti için görevi bırakarak ülkeden ayrılması gerektiği” idi.
Yine o günlerde NATO’nun müdahalesi ve Fransa’daki Sarkozy yönetiminin, Libya operasyonunu “Haçlı seferine” benzetmesi tartışılıyordu.
Dönemin Başbakanı Erdoğan, 28 Şubat 2011’de NATO müdahalesiyle ilgili olarak şunları söyledi:
“Bize soruyorlar, çok enteresan… NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şey gündeme gelebilir. Bunun dışında nasıl müdahale edilebilir? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez.”
14 Mart’ta benzer görüşleri tekrarlayıp, “Libya’ya yapılacak bir askeri operasyonu son derece faydasız görüyoruz. Faydasız olmanın ötesinde tehlikeli sonuçlar doğurabileceği kaygısını taşıyoruz” açıklamasını yaptı.
20 Mart’ta, “Kaddafi gitmeli mi?” sorusuna, “O safhayı geçti bile” karşılığını verdikten 1 gün sonra 21 Mart’ta ise, “NATO’nun devreye girmesi söz konusudur. NATO devreye girecekse, bizim şartlarımız var” deyiverdi.
Hemen ertesi gün de NATO Sözcüsü, Libya’ya uygulanacak ambargoyu denetleyecek NATO gücüne Türkiye’nin 5 savaş gemisi ve 1 denizaltı ile katılacağını duyurdu. Zaten Libya’ya yönelik hava operasyonları da İzmir’deki NATO karargâhından yönetildi.
Sarkoz ve bakanlarının, “Haçlı seferi” benzetmesine gelince; Erdoğan çok kızdı ve 25 Mart’taki bir toplantıda şunları anlattı:
“Batılı dostlarımızdan, Doğu ve Güney’e baktıklarında sadece petrol, sadece altın madenleri, yeraltı zenginlikleri görenlerin artık biraz da vicdan gözlüğüyle bu coğrafyalara bakmalarını diliyorum. Türkiye’nin AB üyeliği, Doğu ile Batı’nın birbirini daha iyi anlamasını sağlayacak. Birileri bunu anlamak istemedi, anlamamakta ısrar etti. İşte o birileri, bizim tüm uyarılarımıza rağmen, bugün de Libya’ya yönelik operasyonda zihinleri karıştırıyor. Maalesef ‘Haçlı Seferi’ gibi son derece münasebetsiz tanımlamalar da yapıyorlar. Hem aktör, hem bu tür bir tanım zihinlerde soru işaretleri oluşturuyor. Bütün bu süreç, Türkiye’nin haklılığını ortaya çıkarmıştır. Son yaşananlar, Türkiye’nin tavrında, tutumunda, uyarılarında ne kadar haklı olduğunu göstermiştir. Türkiye Libya konusunda NATO’nun devreye girmesinde ısrarcı ve aktif rol aldı. Doğu Akdeniz’de ve Bingazi’de insani yardıma destek verdi. Bu hareketin NATO ve Arap Ligi ile müşterek yürütülmesi teklifini yapmak suretiyle Irak’ta yaşananların burada yaşanmasını istemiyoruz. Hiçbir zaman Türk uçakları, bizim askerimiz, Libya’daki kardeşlerine kurşun sıkan el, bomba atan uçak olmayacak. Şu aşamadan sonra artık hatadan dönülmesini, Libya’ya petrol gözüyle değil, vicdan gözüyle bakılmasını istiyor ve bunu gerçekleştirmek için yoğun gayret sarf ediyoruz.”
25 günde “NATO’nun ne işi var Libya’da” demekten, “Türkiye, NATO’nun devreye girmesinde ısrarcı ve aktif rol aldı” demeye gelinen bir süreç!..
Türk Modeli Yardım: Bavulla Para
Libya’ya müdahaleden sonra Ulusal Geçiş Konseyi Başkanlığına Mustafa Abdülcelil getirildi. Türkiye de bu ismi destekledi.
Abdülcelil, Mayıs 2011’de Ankara’ya geldi. Dönemin Başbakanı Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’le görüştü. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Abdülcelil’le ortak basın toplantısında, Kaddafi’nin yönetimi terk etmesini isterken, özetle şunları söyledi:
“Türkiye ile Libya arasında tarihi bir kardeşlik ve dostluk ilişkisi vardır ve bu dostluk ebediyete kadar sürecektir. Onun için de Libya’da olayların başlamasını müteakip Türkiye o günden bugüne ilkesel bir tutum benimsedi. Aslında bu ilkesel tutum daha önce Tunus’ta, Mısır’da da sergilediğimiz tutumdur. Bu tutumun üç ana ilkesi var. Birincisi, bu değişim sürecinde Libya halkının talepleri haklıdır, meşrudur ve Libya’da artık halkın talepleri doğrultusunda bir siyasi düzene, siyasi sisteme ihtiyaç vardır. İkincisi, halkın talepleri doğrultusundaki bu siyasi sisteme geçiş barışçıl bir yolla olmalı ve Libya’daki kardeşlerimizin acı hissetmemeleri, bu anlamda bir can kaybına uğramamaları gerekmektedir. Üçüncüsü de Libya’nın toprak bütünlüğünün korunması ve güçlü bir devlet olarak, birleşik, tek bir Libya’nın uluslararası toplumda saygın konumunu sürdürmesidir. Bunun gerçekleşmesi için de açık ve gizli her türlü diplomatik yolu denedik. Bu konuda da hiçbir fedakârlıktan kaçınmadık ve bundan sonra da kaçınmayacağız.”
Abdülcelil ise iki ülke arasındaki tarihi ilişkileri hatırlatırken, “Mustafa Kemal Atatürk ve Enver Paşa’nın sergiledikleri kahramanlıklar ile Osmanlı Devleti’nin Libya topraklarını korumak konusunda gösterdiği hassasiyeti” vurguladı.
Ağustos 2011’de Kaddafi’nin kalesi Trablus düşerken, muhaliflere destek için Bingazi’ye giden Dışişleri Bakanı ve Libya Temas Grubu Dönem Başkanı Davutoğlu, “Son askeri başarılardan sonra Libya devriminin başarıya ulaşacağına herkes kanaat getirdi. İç çatışma gibi bir kaygımız yok. Türkiye tüm imkânlarıyla Abdülcelil’in yanındadır” dedi. Abdülcelil de, “Türk halkı ve hükümeti bürokratik engelleri aşarak, Libya halkına taahhüt ettiği yardımı ulaştırdı. Biz buna Türk örneği adını verdik. Türkiye, İslâmi ve adil meselelere destek veriyor. Bunu hem Libya hemde Somali’de gösterdi” açıklamasını yaptı.
İşte bundan sonra Türkiye’nin, Libya’ya 100 milyon doları hibe, 100 milyon doları nakit kredi, 100 milyon doları proje desteği olmak üzere toplam 300 milyon dolar yardım yaptığı, nakit yardımın da şimdiye kadar uçaklarla bavullar içinde gönderildiği öne sürüldü.
Davutoğlu’nun bu konudaki sorulara cevabı, “Libya’nın bu yardıma acil ihtiyacı var. Ulusal Geçiş Konseyi’nin mali işler sorumlusu Ali Tarhuni Türkiye’ye geldi ve tüm yöntemleri gözden geçirip en uygununa karar verdik. Türkiye olarak kendi yöntemlerimizi gerçekleştirdik. Bu yöntemleri kullanmaya devam ederiz. Nakit ihtiyacı en uygun usullerle karşılanıyor” oldu.
Davutoğlu’nun Hayalindeki Libya
O ziyarette Davutoğlu, Libya için şöyle bir yol haritası çizdi:
“Demokratik, özgür bir Libya inşa edilmeli… Toprak bütünlüğü çok önemli. Güvenlik ve istikrar kaybedilmemeli… Birlik ve beraberlik korunmalı… Uluslararası toplumda hak ettiği saygın yeri almalı… Yeni özgür bayrağı tüm dünyada dalgalanmalı… Bir bütün olarak yeniden inşa edilmeli… Zengin yeraltı kaynakları ile dünyada yükselen bir yıldız olmalı… Libya’nın dondurulmuş finans kaynakları serbest bırakılmalı… Ulusal Geçiş Konseyi’nin Libya’nın meşru temsilcisi olarak tanınması için çalışılmalı.”
Davutoğlu, bu ziyaretini bir öncekiyle kıyaslarken de, “Libya halkının artık geleceğe daha umutlu baktığını görmekten memnuniyet duyuyorum. İnşallah önümüzdeki Ramazan Bayramı Libyalılar için son yılların en güzel Ramazan Bayramı olacaktır” dedi.
Erdoğan’ı “İslâm Dünyasının Lideri” İlân Etti
Kaddafi öldürülmeden 1 ay önce Erdoğan Libya’ya gitti. Ziyaretten bir gün önce makamında Türk gazetecileri kabul eden Abdülcelil, Erdoğan’ın bu ziyaretini “tarihi” olarak nitelendirirken ülkemiz yöneticilerini şöyle övdü:
– “Sayın Erdoğan’ın Ortadoğu’da ve İslam dünyasında üstlenmiş olduğu vizyon çok önemlidir. Sayın Erdoğan ve Türk halkı İslam dünyasının lideri konumundalar. Türkiye’nin sadece Libya değil, Somali ve Filistin konusunda gösterdiği hassasiyet de bizi mutlu ediyor. Türkiye bu konudaki tutumu ve izlemiş olduğu politika ile Arap dünyası nezdinde, Osmanlı devleti dönemindeki itibarını yeniden kazandırmıştır.”
– “Libyalılar Devlet Başkanı Abdullah Gül’ün, ‘Başlangıcından beri kalbimiz Libya devrimi ile atıyor’ sözünü asla unutmayacaklar.”
– “Ahmet Davutoğlu’nun ise ‘Libya halkı açken biz burada rahat uyuyamayız’ sözünü unutmayacaklar.”
Kaddafi’nin öldürülmesinden sadece 4 gün sonra Abdülcelil, ülkenin resmen kurtulduğunu duyuyurken, çıkarılacak yeni yasalarda şeriatın temel alınacağını ve şeriatı ihlâl eden yasaların geçersiz sayılacağını da açıkladı.
Daha hatırlanması ve konuşulması gereken çok şey var, ama şimdilik bu kadarı yeter.
Özetle, Libya bu hale gelirken/getirilirken, halen ülkemizi yönetenler ve de şimdilerde Türkiye’yi kurtarmaya soyunanların hepsi orada değil miydi?!
Müyesser YILDIZ
2 Temmuz 2019
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/akpnin-libya-hayali-neydi-02071925.html
Odatv yeni link: https://odatv4.com/makale/akpnin-libya-hayali-neydi-02071925-164158