Erdoğan’ın, 1 Ekim’de Meclis açılış töreninde Suriye’deki gelişmelerle ilgili olarak, “Türkiye’nin artık kaybedecek tek bir günü dahi yoktur. Kendi yolumuzda devam etmekten başka çare kalmadı” demesinin üzerinden 6 gün geçti.
Dün partisinin Kızılcahamam kampında da şöyle konuştu:
“Fırat’ın doğusuyla ilgili muhataplarımıza her türlü ikazı yaptık, yeteri kadar da sabırla davrandık. Kara devriyesiymiş, hava devriyesiymiş, bütün bunların hikâye olduğunu görüyoruz. Müttefikimize sorumuz gayet açıktır; Siz, SDG adıyla gözlerden kaçırmaya çalıştığınız PKK-YPG’yi terör örgütü olarak tanıyor musunuz, tanımıyor musunuz? Bunu açıklayın. Bu yönde bir beyan duymadığımız gibi, bazı Amerikalı yetkililer alenen PKK-YPG’nin birlikte çalıştıkları bir yapı olduğunu söylüyor. Öyleyse, sözün bittiği yerdeyiz. Evet… Ülkemizi terör örgütünden uzak tutmak için sürekli yüzümüze gülen, sürekli diplomatik söz oyunlarıyla kendilerince oyalayanlara diyoruz ki, artık söz bitti. Irak tarafından 30 bin civarında TIR’ı Suriye’ye sokacaksınız, silah araç gereç yüklü. Bunları terör örgütlerine teslim edeceksiniz, ondan sonra da ‘Biz sizinle stratejik ortağız’ diyeceksiniz, kusura bakmayın bunu yutmayız. Hazırlıklarımızı yaptık, harekât planlarımızı tamamladık, gereken talimatları verdik.”
ABD, yıllardır YPG’ye “Kara gücüm”, sözde Suriye Demokratik Güçlerine de “Partnerim” diyor. Gerçek bu iken hâlâ ABD’deye bu soruyu sormak ve açıklama beklemek nedir ki?
“Oyalama” meselesine bakalım.
8 Eylül’de de şunları söyleyen Erdoğan değil miydi?
“Anlaşılan o ki müttefikimiz, bizim için değil, terör örgütü için güvenli bir bölge oluşturmanın peşinde. Güvenli Bölge için ABD ile görüşüyoruz, ancak istediklerimizle onların kafalarındakinin aynı şey olmadığını attığımız her adımda görüyoruz. Biz bölgede yuvalanan terör örgütünü tamamen ortadan kaldırmayı hedeflerken, onlar terör örgütüyle bizi aynı zeminde idare etmenin hesabını yapıyorlar. Bu iş öyle 3-5 helikopter uçuşuyla, 5-10 araç devriyesiyle, göstermelik birkaç yüz askerin bölgede bulunmasıyla olacak iş değildir.”
Peki aynı konuda ABD’den dönerken, “Bu takvim şu anda işliyor. Bu takvim işlerken sınır boylarında bütün tedbirlerimizi almış bulunuyoruz. Bu tedbirlerin yanında son dönemde bölgede uçaklarımızı da uçurduk. Uçaklarımız da bölgede uçmak suretiyle zaten bu sürece devam etmekte olduğumuzun sinyallerini verdiler. Yani uçaklarımızın burada uçuşu herhalde boşuna değil. Bu basit bir seyrüsefer de değil” demedi mi?
“Oyalama/Oyalanma” sürecine devam edelim.
ABD’yle Şanlıurfa’da Harekat Merkezi’nin kurulmasına karar verildiği Ağustos’tan beri bir yandan “Her şeyin yolunda” olduğu yönünde açıklamalar yapan, öte yandan, “Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz. B-C planlarımız hazır” diyen Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 1 Ekim’deki Meclis açılış resepsiyonunda şunları söyledi:
“İşin hızlanması, sonuca gitmesi lazım. Vakit kaybetmememiz lazım. YPG’lilerin bölgeden çıkması, tahkimatların kaldırılması, ağır silahların teslim edilmesi gibi süreçler istediğimiz noktada değil, ama ABD’lilerle görüşmeler devam ediyor. Harekâta hazırız, bu işin şakası yok, ama biz bu işin müttefiklik ruhuna uygun şekilde sonuçlanmasını istiyoruz.”
Akar’ın, “İşin şakası yok” sözleri medyada epey yer buldu, ama “ABD ile anlaşmaya varılmaması durumunda, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna tek taraflı operasyon düzenlemesi için ABD tarafından kontrol edilen hava sahasının açılması şart değil mi? Açılmaması durumunda ne olur?” şeklindeki sorular üzerine verdiği şu cevap, nedense pek ilgi çekmedi:
“Tabii, böyle bir operasyon için hava sahasının açılması şart. ABD hava sahasını açmazsa, böyle bir operasyonun riski büyük olur. O yüzden biz bu işi ABD’li müttefiklerimizle birlikte yapmak istiyoruz.”
-ABD Cephesinin Açıklamaları-
Vazgeçtik “Güvenli bölgeden” kimin ne anladığından, adı (Biz ‘Güvenli bölge’, onlar ‘Güvenlik mekanizması’ diyor) konusunda bile anlaşamadığımız ABD cephesinden son 1 haftada gelen, ancak medyamızın çoğunu duyurmadığı açıklamalara da bakalım.
Şanlıurfa’daki çalışmaları birlikte yürüttüğümüz ABD Avrupa Komutanlığı (EUCOM) 29 Eylül’de “Güvenlik mekanizması” kapsamında 7’inci ortak uçuşun gerçekleştirdiğini duyururken, önce ABD’nin Akçakale’deki sorumlusu General Christian Wortman’ın, “Türkiye önemli ve uzun süredir NATO müttefikimiz olan bir ülke. Türkiye ile stratejik ilişkilerimiz ve onların güvenlik kaygıları bizim için önemli” sözü aktarıldı. Hemen ardından da, “ABD ve Türk askerlerinin, IŞİD’le mücadele ve bu ortak çabayı baltalayacak koordinasyonsuz herhangi bir askeri operasyonun sınırlandırılmasını amaçlayan diyaloğunun sürdüğü” vurgulandı.
3 Ekim ABD için yoğun bir gündü, peşpeşe basın toplantıları yapıldı.
ABD Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü Albay Patrick Ryder’dan başlayalım. Erdoğan’ın operasyonla ilgili sözlerine cevap vermeyeceğini bildiren Albay Ryder, “Güvenlik mekanizmasının devam ettiğini, gelecekte daha çok devriye için planlama yapıldığını” ve Suriye’de tek odaklandıkları şeyin, IŞİD’in dönüşünü engellemek olduğunu anlattı.
Albay Ryder, Erdoğan’ın “Aslında bu bir aldatmaca, bir kılıf. Bunun da PYD’den ve YPG’den hiçbir farkı yok. Onları gölgeleyen, örten bir başka çatı terör örgütü. Hepsi de iç içe” dediği sözde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) için de şu ifadeleri kullandı:
“Geçmişte de bilgi verdiğim gibi, YPG tahkimatlarının SDG tarafından dağıtıldığını görmeye devam ediyoruz ve yine bu mekanizmayı uygulamaya yardım etmekte SDG’nin iyi bir eforu olduğunu gösteriyor.”
İşi bakar mısınız; Terör örgütü YPG’nin tahkimatlarını, çatı terör örgütü SDG’ye yıktırıyorlarmış!..
Aynı gün ABD’nin Avrupa Kuvvetleri ve NATO Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı Orgeneral Tod Wolters konuştu. O da “Güvenlik mekanizması” kapsamında toplam 9 devriye faaliyetinin gerçekleştirildiğini ve bunların oldukça etkili olduğunu belirtip, “Türkiye halen NATO’nun çok önemli bir ortağı. İlişkilerimiz tıpkı eskiden olduğu gibi, bugün de elle tutulur durumda. İlişkilerimizde son derece minnettar olduğumuz bir konu da şu ki, Türk mevkidaşlarımızla tatbikatlarda etkileştiğimizde bize silah arkadaşları gibi muamele ediyorlar. Gerçekten sizinle kan bağı varmış gibi davranıyorlar. Dolayısıyla askeri ilişkilerdeki güven eskiden olduğu gibi oldukça güçlü. Ben, hem Savunma Bakanı, hem de Başkan tarafından, bu güçlü ilişkiyi devam ettirmek için elimden geleni yapmakla görevlendirildim” dedi.
3 Ekim gecesi Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve ABD’li mevkidaşı arasında da bir telefon görüşmesi gerçekleşti.
MSB’den yapılan uzun açıklamada, “Görüşmede, Suriye’de güvenli bölgenin tesisine yönelik çalışmaların ele alındığı”, Akar’ın, “Fırat’ın doğusunda takriben 30 kilometrelik derinlikte, sınır boyunca ağır silahlardan ve teröristlerden arındırılmış Güvenli Bölge/Barış Koridoru kurulması ve oyalama, geciktirme olursa bu çalışmaların biteceği ve Türkiye’nin bunda son derece kararlı olduğu” mesajı verdiği vurgulandı.
Peki Pentagon’dan yapılan toplam 8 satırlık açıklamada ne denildi?
“Kuzeydoğu Suriye’nin güvenlik mekanizması kapsamında, Küresel Koalisyonun IŞİD’in yeniden canlanmasını önleme çalışmaları ve askeri operasyonlarda yakın işbirliğine bağlılığın görüşüldüğü” bildirildi.
Açıklamalar arasında bile bu denli büyük fark varken, ertesi gün ne oldu; MSB, “Fırat’ın doğusunda güvenli bölge tesisi kapsamında üçüncü birleşik kara devriyesinin başladığını” duyurdu.
-Operasyonun Adı Geçen Yıl Kondu-
Erdoğan’ın dünkü Kızılcahamam konuşmasına dönelim. Artık “Belki yarın, belki yarından da yakın” bir zamanda operasyon bekleniyor.
Erdoğan, “Amacımız, Fırat’ın doğusunu da barış pınarlarıyla sulamaktır” diyerek, operasyonun adının “Pınar” olduğunu açıkladı.
Nereden mi çıkarıyoruz? Daha geçen yıl Süleyman Şah Türbesi’nin eski yerine götürülmesi hazırlıklarına “Pınar operasyonu” adının verildiğini duymuştuk, ondan!.. Ancak ABD ve “Müttefiki” YPG izin vermediği için bunun ertelendiğini de!..
Operasyonun adı belli olduğuna göre, hedefine bakalım.
Doğrudan Fırat’ın doğusuna yönelik bir askeri operasyondan söz ediliyorsa, diyecek bir şey yok. Ancak iki ihtimal daha var.
ABD’ye giderken ve dönerken bölgenin imarına ilişkin mesajlar verip, bunun için diğer ülkelerin katkısının beklendiğini söyleyen Erdoğan dün de, “Bu bölgede 1 milyonu yeni inşa edeceğimiz yerlerde, 1 milyonu da mevcut yerleşimlerde olmak üzere, iki milyon kişiyi iskân etmeyi planlıyoruz. Planlarımız hazır, projelerimiz hazır” dedi.
Erdoğan’dan 1 gün önce AB Göç İçişleri ve Vatandaşlık Komiseri Dimitris Avramopoulos, Almanya İçişleri Bakanı Horst Seehofer ve Fransa İçişleri Bakanı Christophe Castaner’i temsilen Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Charles Fries’i Saray’da kabul eden Yardımcısı Fuat Oktay da şunları söyledi:
“Oluşturacağımız bu barış koridorunda yaklaşık 2 milyon Suriyelinin bölgeye gönüllü olarak yerleşmesini öngörüyoruz. Güvenli bölgede, gerekli altyapıyı, geçici ve kalıcı barınma yerlerini, hastaneleri, okulları inşa etmemiz lazım. Projelerimiz hazır, ancak hayata geçirilmesi için başta AB olmak üzere bölgedeki tüm aktörlerin desteğine ihtiyaç var.”
Geçenlerde sormuştuk, bu açıklamalardan sonra bir kez daha soralım; “Güvenli bölgenin ve harekâtın anlamı, YPG/PYD/SDG’nin temizlenmesi mi, inşaat işleri mi?”
Acaba öncelik inşaat işleri mi olacak ki, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu iki gün önce şöyle konuştu:
“ABD ile ticari ilişkilere yönelik bir pozitif ajanda var, ama bu ticaret geleceğe yönelik, orta, uzun vadeli bir hedef. Ama Fırat’ın Doğusu şu anda hayat memat meselesi. Şu anda AB ve dünyada, Suriye’de siyasi çözüm olmadan Suriye’nin yeniden inşasına destek vermeme anlayışı hâkim. Bu haklı bir tutum olabilir, çünkü savaş bitmeden imar edildiği zaman yeniden yıkılacak. Ama bu tutum geri dönen ya da zor şartlar yaşayan insanların temel ihtiyaçlarını karşılamamıza engel değil. Su, barınma, elektrik, sağlık, eğitim elzemdir. Güvenli bölge oluşunca bu tür ihtiyaçların karşılanması için herkesin elini taşın altına koyması gerek.”
İkinci ihtimale geçelim; Hedef, 1 yıldır beklenen Süleyman Şah Türbesi’nin nakli midir?
Yeni Şafak’tan Hasan Öztürk daha önce birkaç kez yazmıştı. 1 Ekim’deki Meclis resepsiyonunda Hulusi Akar’la görüştükten sonra önceki gün kaleme aldığı, “Süleyman Şah bir gece ansızın Karakozak’a geri dönerse” başlıklı yazısında yine bu konuya değinip, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘Bir gece ansızın gelebiliriz’ cümlesinden sonra Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik kararlılığı Süleyman Şah ve 2 muhafızının sandukasının tekrar Karakozak’taki vatan toprağına taşınmasıyla sağlanabilir” dedi.
Planlanan operasyon bu ise; Mektubu devletin Anadolu Ajansı’nda yayınlanan İmralı’daki teröristbaşının geçmişte Süleyman Şah Türbesi’nin taşınmasını “Eşme ruhu” diye selamladığını da ABD’nin, bir şekilde Türkiye’yi PYD/YPG ile muhatap kılmak istediğini de biliyor ve sadece “Aman dikkat!..” diyebiliyoruz.
Müyesser YILDIZ
6 Ekim 2019
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/operasyonun-adi-pinar-peki-hedefinde-ne-var-06101931.html