Ankara için Libya o kadar önemliydi ki, sırf burada şehit edilen MİT personelinin cenaze törenini haberleştirdikleri için Barış Terkoğlu 3.5 ay, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel 6 ay hapiste yatırıldı, Odatv erişime kapatıldı.
Aynı şekilde ben, Libya ile ilgili erişim engeli bile getirilmeyen 3 yazımda, “devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri açıklama” iddiasıyla tutuklandım. Tutuklanmamdan aylar önce yazdığım 3 yazının iddianamesi, benim tutuklanmamın üstünden 3.5 ay geçmesine rağmen hazırlanamadı ve ben halen hapisteyim.
Madem bu kadar bedel ödedik, biraz Ege ve Kıbrıs’taki krizden başımızı kaldırıp Libya’ya bakalım.
Suriye Politikası Gibi
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Libya krizi 9 yıldır sürüyor… Suriye’deki hataların Libya’da yapılmasını istemiyoruz.” uyarısında bulunduğunda Temmuz’du.
Sadece 1 ay kadar sonra, 23 Ağustos’ta, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar şöyle konuştu:
“Dost ve müttefiklerimiz tarafından Suriye’de yapılan hataların burada da tekrarlanmakta olduğunu endişe ile izlemekteyiz. ‘Libya Libyalılarındır’ anlayışıyla toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini sağlamış, Libyalıların hakkını koruyacak şekilde kalıcı, koordineli bir ateşkes ile barış, huzur ve istikrara kavuşmuş bir Libya için mücadele ediyoruz.”
Akar 27 Ağustos’ta bir kez daha, “2011’de bazı ülkeler tarafından Suriye’de yapılan hataların Libya’da da tekrarlandığını endişeyle takip ettiklerini” vurguladı.
Libya’daki, Suriye benzeri hataların ne olduğu, bunları hangi “dost ve müttefiklerin” yaptığı açıklanmasa da bu sözler, bir şeylerin ters gittiğinin itirafıydı.
Masada Mıyız?
Erdoğan daha önce MİT’in Suriye ve Libya’da “destan yazdığını” anlatmıştı.
26 Temmuz’daki MİT İstanbul Bölge Başkanlığı’nın yeni hizmet binasının açılış töreninde de şunları söyledi:
“Irak’ta Pençe Harekatı’nda, Suriye’de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekatlarında, Libya’da ve diğer pek çok yerde teşkilatımızın nasıl canla başla çalıştığını yakından biliyoruz… Çatışma bölgelerinde elde ettiğimiz kazanımlar, diplomatik alanda ülkemizin masaya daha güçlü oturmasını, milli menfaatlerimizi daha etkili savunabilmemizi sağlıyor… Libya’da da siyasi çözüm yerine askeri yolları benimseyen darbeci Hafter’in ilerleyişinin durdurulmasında Milli İstihbarat Teşkilatımızın sağladığı istihbari ve operasyonel destek oyun değiştirici role sahiptir.”
Peki sonrasında neler oldu; satırbaşlarıyla hatırlatalım:
Temmuz’da Mısır ateşkes ilan edilmesini istediğinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, bunu Hafter’i kurtarmaya yönelik bir adım olarak nitelendirip, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin, Hafter güçlerinin “petrol hilali” denilen Sirte ve Cufra’dan çekilmesi şartını Rusya’ya ilettiklerini bildirdi.
Ağustos’ta Ankara’ya gelen ABD’nin Libya Büyükelçisi Richard Norland, Rusya ve Wagner’in desteklediği general Hafter’in Trablus’u ele geçirmesi an meselesiyken, bunun TSK’nın müdahalesi sayesinde önlendiğini, böylece Türkiye sayesinde siyasi çözüm noktasına gelindiğini belirtip, “Türkiye’nin Libya’da ne kadar önemli bir rol oynadığını görmek çok ilginç oldu. Daha önceki bilgilerim ışığında bu aklıma gelmezdi, ama bu işi yaptığım son bir senede Türkiye’nin son derece önemli bir rol oynadığı açık.” dedi.
Norland’ın ziyaretinin ardından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Katarlı mevkidaşıyla Libya’ya gitti, işbirliği anlaşmaları imzalandı. Sözkonusu ziyarette, Misrata Limanı’nın 99 yıllığına Türkiye’ye kiralanması ve burada Türk üssü kurulmasının gündeme geldiği öne sürüldü. Mısır, hemen tepki gösterip bunun BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymadığını, ayrıca bağımsızlık için mücadele eden Libya halkının geleceği için tehdit oluşturduğunu iddia etti.
Ankara, Misrata Üssü konusunda sessiz kaldı. Ancak 10 gün sonra Milli Savunma Bakanı Akar, Libya’da üs kurulacağı iddiasına ilişkin, “Onlar eğitim merkezleri. Orada eğitim merkezleri kurmak suretiyle Libyalı kardeşlerimize Silahlı Kuvvetler mensuplarımız eğitim veriyor. Mesele bundan ibaret. Bunun herhangi bir şekilde abartılması doğru değil.” açıklamasını yaptı.
Ve bilindiği gibi, Akar’ın o ziyaretinden sadece 4 gün sonra Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Başbakanı Serrac ile Hafter’i destekleyen Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih ateşkes kararı alındığını duyurdu. Üzerinde anlaşmaya varılan hususlardan birisi, “Libya’daki yabancı güçlerin ve paralı savaşçıların ayrılması” idi. Bu madde, Türk askerleri için olmasa “Suriyeli savaşçıların varlığı tartışma konusu olacak.” şeklinde yorumlandı.
Öncesinde ateşkes için, “Sirte ve Cufra’nın askerden arındırılıp, buralarının merkezi hükümetin kontrolüne verilmesi” şartını koşan Ankara, Serrac ve Salih’in duyurduğu karardan sonra yine bir hafta sessiz kaldı. Bir hafta sonra Milli Savunma Bakanı Akar’ın, “Bu ateşkes herhangi bir şekilde Libya’nın ikiye bölünmesi anlamında değil, siyasi görüşmelerin başlaması, yapılması ve tek Libya, tek nüfus… Hiçbir şekilde bölünmenin uygun olmadığını görüyoruz, söylüyoruz.”demesi, Ankara açısından yine bir şeylerin ters gittiğinin ifadesiydi.
Sonrası malum; Ankara’ya çok yakın bir isim olan İçişleri Bakanı Fethi Başağa Ankara’ya gelip Akar’la görüştü. Libya’ya döndüğünde de hemen görevden alındı, hakkında soruşturma açıldı, bir hafta sonra da görevine iade edildi.
6 Eylül’de Serrac İstanbul’a geldi, Vahdettin Köşkü’nde Erdoğan’la görüştü. Görüşmeyle ilgili olarak Cumhurbaşkanlığı’ndan şu açıklama yapıldı:
“Libya halkının barış, emniyet ve refahına katkı yapacak ve ikili ilişkileri güçlendirecek verimli bir görüşme gerçekleştirilmiştir… Libya’da sağlanacak barış ve huzurun komşu ülkeler ve Avrupa başta olmak üzere tüm bölgenin yararına olduğunu vurgulayan Sayın Cumhurbaşkanımız, uluslararası toplumun da bu doğrultuda ilkeli bir duruş ortaya koyması gerektiğini dile getirmiştir. Görüşmede, Türkiye’nin Libya’daki meşru hükümet ile imzaladığı mutabakat muhtıraları çerçevesinde hayata geçirilen iş birliklerini güçlendirecek hususlar ile Türkiye’nin ve Libya’nın Doğu Akdeniz’deki haklarını koruyacak adımlar da değerlendirilmiştir.”
11 gün sonra yine bir sürpriz!.. Serrac, Ekim sonunda istifa edeceğini duyurdu. Bunun üzerine geçen hafta Serrac’ı kabul edip görüştüğünü hatırlatan Erdoğan, “bu tür bir haber almanın kendileri için üzüntü verici olduğunu” söyledi. Erdoğan’ın, “Bu hafta içerisinde heyetlerimizin Libya Millî Mutabakat Hükûmeti’yle bazı görüşmeleri olabilir. Bu görüşmelerle birlikte de bu işi olması gereken istikamete inşallah dönüştürürüz.” sözleri, Ankara’nın bir kez daha devre dışı kaldığının göstergesiydi.
Anlaşmaların Akıbeti
Erdoğan 19 Ağustos’ta Ankara’daki bir törende şöyle konuşmuştu:
“Akdeniz’de attığımız adımlar enerji dışa bağımlılığımız ortadan kaldırmak için hayati öneme sahiptir… Türkiye’nin doğu Akdeniz’den Libya’ya kadar yürüttüğü mücadele sadece bir hak mücadelesi değil bir istikbal mücadelesidir… Sadece uğrunda şehitler verdiğimiz toprakları kaybetmedik güneydeki zengin enerji kaynaklarının da dışında bırakıldık… Hiçbir sömürgeci güç, ülkemizi bu bölgede var olduğu tahmin edilen zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarından mahrum bırakamaz.”
Libya ile yapılan anlaşmaya, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin bazı yetkililerinin nasıl yaklaştığını 23 Ağustos’taki “Libya’da Komuta Katar’a Mı Geçecek?” başlıklı yazıda anlattık.
“Hiçbir ülke bize yardım etmeyi kabul etmediği için mecbur kaldık.” demeye getiriyorlardı.
Ayrıca Yunanistan, bu anlaşmanın ‘yasadışı’ olduğu iddiasındaydı. ABD’nin Libya Büyükelçisi Richard Norland da, “Türkiye ve UMH arasındaki Doğu Akdeniz’e yönelik işbirliğiyle ilgili sorunun ancak uluslararası mahkemeler tarafından çözülebileceği” mesajı veriyordu.
Milli Savunma Bakanı Akar’ın bu iddialara cevabı şu oldu:
“Serrac tarafından Sayın Cumhurbaşkanımıza, Cumhurbaşkanımız ile İngiltere, İtalya, ABD, Cezayir ve NATO’ya birer mektup yazıldı. Buna olumlu cevap veren tek lider Cumhurbaşkanımız oldu. Şimdi diğer ülkeler davete icabet etmiyorlar. Herhangi bir yardım, orada onlara, barışı, huzuru, güvenliği sağlayacak katkıda bulunmak istemiyorlar. Ondan sonra davete icabet eden, risk ve sorumluluk alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, TSK’yi suçlamaya kalkıyorlar çeşitli şekillerde… Bu kadar aleni, açık veriler, dayanaklar varken siz bu olayları bir şekilde çarpıtmaya kalkarsanız toslarsınız.”
Ancak son olarak Fransa Devlet Başkanı Macron, 10 Eylül’deki MED-7 Zirvesi’nde Erdoğan’ı hedef almakla kalmadı, “Türkiye’nin Libya Hükümeti ile imzaladığı anlaşmalar kabul edilemez.” dedi.
Aynı gün Libya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Muhammed Geylani, Macron’un bir takım “evrak oyunları” ile Türkiye’yle yapılan anlaşma işini karıştırmayı çalıştığına dikkat çekerken, şöyle konuştu:
“Bu anlaşma eğer bazı ülkelerin haklarına tecavüz ise uluslararası hukuk var. Başvurur haklarını ararlar. Bu onların hakkı. Ancak bazı ayak oyunları ile anlaşmayı hiçe saymaya çalışmak, hukuksuz adımlar atmak Fransa’nın ve diğer ülkelerin çıkarına değil. Barışı da desteklemez.”
MED-7 Zirvesi’nde alınan Türkiye karşıtı kararlara da atıf yapmasına rağmen bir Türkçe Twitter mesajıyla, Ege ve Kıbrıs konularında aylardır yürüttüpü rezil kampanyayı Ankara’ya unutturmayı başarıp yeniden “diyalog” kapısını açtıran Macron’un bundan sonraki hedefinin ne olduğu ortada.
Ankara’nın Libya politikasındaki son durumu emekli Büyükelçi Faruk Loğoğlu’nun Yeniçağ gazetesinden Fatih Erboz’a yaptığı değerlendirmeyle noktalayalım.
Serrac’ın istifası durumunda seçeneğin ne olacağı konusunun açıklığa kavuşmadığını belirten Loğoğlu, şu öngörülerde bulundu:
“Türkiye’nin dayandığı koltuk değneği boşa çıkmış olacak. Türkiye’nin verdiği destek muhtemelen sorun haline gelecek. Orada özellikle eğitim amaçlı bulundurduğumuz mensuplar sorun hale gelebilir. Önümüzdeki günlerde, ‘Bunları geri çekin.’ gibi bir tutumla karşılaşabiliriz. Türkiye, Libya’daki bastığı yeri, üzerinde durduğu alanı kaybediyor, kaybetmek üzere diye düşünüyorum.”
Milli Savunma Bakanı Akar’ın geçen ay iki kez, “Dost ve müttefiklerimiz tarafından Suriye’de yapılan hataların burada da tekrarlanmakta olduğunu endişe ile izlemekteyiz.” dediğini aktardık. Akar 27 Ağustos’ta, Türkiye’nin Libya ile 500 yıllık bir tarihi geçmişi, ortak kültürü ve kardeşliği olduğunu vurgularken, bir şey daha söyledi; “1974 Kıbrıs Harekatı sırasında Türkyie’ye en yakın davranan ve en ciddi desteği sağlayan ülkelerin başında Libya’nın geldiğini”hatırlattı.
Keşke bu gerçek, Fransa “Haçlı seferi” benzetmesiyle, NATO’yu ve bilimum emperyalist ülkeyi, Libya’yı bombalamaya çağırdığında da hatırlansa, “NATO’nun Libya’da ne işi var?”dendikten sonra ise NATO’nun operasyonuna onay ve destek verilmeseydi, değil mi?!..
Libya politikasında gelinen noktanın sorumlusunu soracak olursanız; tabii ki Barış’lar, Hülya, Murat ve ben!..
Sincan’dan açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…
Müyesser Yıldız
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
G4 Blok
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/bir-tweetle-her-seyi-unutturan-macronun-yeni-hedefi-ne-23092055.html