Dünkü yazımızda, daha çok “çözüm süreci” ile bağlantılı sanılan Andımız karşıtlığının zihni kökenlerini mercek altına aldık. Bugün de “Anti-Andçıları” anlatmaya devam ederken, bir sonraki hedefin ne olabileceğine bakalım.
Mümtaz’er Türköne’yi bilirsiniz. Zaman’da yazardı. “FETÖ”den tutuklandı, hakkında hüküm verildi.
Sonra?
Okutulması yasaklanan “Öğrenci Andı” için “Kırmızı çizgimiz” diyen MHP Lideri Devlet Bahçeli, geçen Haziran’da şu açıklamayı yaptı:
“Bugün Ülkücü şehidimiz Mustafa Türköne’nin şehadetinin 41.yıldönümüdür. 23 Haziran 1979’da 21 yaşındayken şehit düşmüştü. Ağabeyi Mümtaz’er Türköne ise cezaevindedir. Mümtaz’er Türköne’yi öğrencilik yıllarından itibaren tanırım. Aleyhe de pek çok yazısı ve beyanatı olmuştur. Ülkücü şehidimizin ağabeyi olan ve geçmişte davamıza emek vermiş Mümtaz’er Türköne’nin gerçekten suçlu olup olmadığına karar verecek yegâne merci Türk adaletidir. Adil ve hakkaniyetli yargılamayla Mümtaz’’er Türköne’nin üzerine atılı isnatların netleşmesi de mümkün olacaktır. Dileğim, bir haksızlık varsa, bunun acilen düzeltilmesidir. Osman Kavala’nın, Altan kardeşlerin, Nazlı Ilıcak’ın ve daha pek çok sorunlu kişinin masum gösterilmeye çalışıldığı bir yerde şehit ağabeyi Mümtaz’er Türköne’nin davası tekraren ve titizlikle değerlendirilmelidir.”
Bu çağrıdan sonra Türköne’nin davası tekraren değerlendirildi ve tahliyesine karar verildi.
Konumuz, şehit ağabeyi Mümtaz’er Türköne’nin “Andımız”a bakışı.
Örneğin; Ocak 2012’de Zaman Gazetesi’ndeki bir yazısında, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinin 1930’lu yıllarda faşist İtalya’dan alındığını, Cumhuriyet kadrolarının faşizmden çok derinden etkilendiğini belirtip, “Faşizm ölmedi. Türkiye’de stadyum ritüellerinde, darbe Atatürkçülüğünde ve bugün hâlâ çocukların hançerelerini yırtarak söyledikleri ‘Andımız’da yaşamaya devam etti. Bugün faşizm devlet içinden tasfiye edildi. Sembollerde yaşamaya devam ediyor. Kurtulmanın zamanı gelmedi mi?” dedi.
Yine o günlerde “Andımızdaki Türk Kim?” başlıklı yazısında şu iddialarda bulundu:
“Bir Türk’ün çocukluk yıllarında her sabah ‘Türk’üm’ diye başlayan andımızı tekrarlaması ne anlama geliyor? Bir Kürt’e, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ dedirtmekten daha kötüsü, aynı sözü bir Türk’e söyletmek. Zira bir Kürt bu lâfı ne kadar tekrarlarsa tekrarlasın, Türk olamaz. Ama bir Türk’ün zihninde ve ruhunda meydana gelen hasarı kim düzeltecek? Andımız, Türk’ü ve Türk olmayı yüceltmiyor. Türk olmayı, sadece otoriteye itaatin bir gerekçesine, bahanesine dönüştürüyor… ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ sözünü herkese söylettiğiniz, dağa taşa yazdığınız zaman Türk Milleti ne kazanıyor? Mantıklı soru: Gerçekte ne kaybediyor? Milli Eğitim Bakanlığı’nın ‘Türklüğe zarar veren’ bu andı hemen kaldırmasını Türk milliyetçilerinin de talep etmesi gerekmiyor mu?”
24 Eylül 2013’te de şunları savundu:
“Düpedüz yanlış olan bir şeyi genel kurala dönüştürdüğünüz zaman anlamını çözemediğiniz alışkanlıklar ortaya çıkıyor. Andımız, işte bu türden bir alışkanlık. Bu kadar ciddi bir saçmalığı, sorgulamadan tekrarladığınız için, sorgulama yeteneğiniz de gelişemiyor. Gözünüzün önüne, sabah okulun kapısından sıraya dizilmeden ve andımızı tekrarlamadan giren çocukları getirin. Öğretmen daha çok öğretmen olmak zorunda kalmaz mı? Demek ki andımız, öğrenimi engellemekten başka bir işe yaramıyor.”
Sadece PKK ile siyasi uzantılarının değil, AKP’liler, “İslâmcılar” ve “FETÖ”cülerin de aynı cephede yer aldığı, böylesi büyük bir “ittifak” sonucu Andımızın yasaklandığı ortada.
Başka Ne İstediler?
Dünkü yazımızda Mazlum-Der Diyarbakır Şubesi’nin “Öğrenci Andı”nın kaldırılması için yaptığı faaliyetlerden söz ettik.
Aynı merkez, 19 Mayıs 2013’te bir kampanya daha düzenledi; Bu defaki istek, “Gençliğe Hitabe”nin kaldırılmasıydı. Dahası, kendilerince bir “Alternatif gençliğe hitabe” sundular.
Mazlum-Der’in açıklamasında şöyle bir ayrıntı da vardı:
“Başta ‘Andımız’ ile ‘Gençliğe Hitabe’ gibi tek tipçi, ötekileştirici metinler olmak üzere, her türlü sembol, ritüel ve etkinlik eğitim sisteminin dışına çıkarılmalıdır.”
Acaba “Andımız ve Gençliğe Hitabe gibi”den kast edilen neydi?
Bunun cevabını vermeden önce düne dair iki not aktaralım.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun “Öğrenci Andı okutulmasın” kararı tartışılırken, İktidarı destekleyen Yeni Akit Gazetesi, “Büyük Türkiye bugünlere and içerek değil, çalışarak geldi… Tek ortak andımız İstiklal Marşı’mız” manşetiyle çıktı.
Aynı gün Erdoğan, Devlet Övünç Madalyası Tevcih Töreni’nde şu konuşmayı yaptı:
“Bu yıl aynı zamanda İstiklâl Marşı yılıdır. İstiklâl Marşı’nın her bir kelimesi, satırı ve her bir dörtlüğü, verilen mücadelenin tarihi önemini anlatan mesajlarla doludur. Milli andımız olan İstiklâl Marşımız aynı zamanda bize niçin birlik olmamız, niçin devletimizi güçlendirmemiz gerekiyor anlatıyor. İstiklâl Marşındaki ruhu hep birlikte içselleştirmemiz, 7’den 70’e milletimizin tüm fertlerine aşılamamız bu bakımdan önem taşıyor.”
İşte Erdoğan’ın bu sözleri de, “Milli andımız İstiklâl Marşı’dır” diye özetlendi.
“Gibi” İstiklal Marşı Mıydı?
Mazlum-Der’in 2013’teki “Andımız ve Gençliğe Hitabe gibi” ifadesine dönelim.
Yine dünkü yazımızda, AKP’ye yakınlığıyla bilinen Memur-Sen Konfederasyonu’na bağlı Eğitim-Bir-Sen’in daha 2007 yılında Andımız’ın kaldırılmasını istediğine dikkat çektik.
Sendikanın talep listesinde, şu da yer alıyordu:
“Okullarda İstiklâl Marşı’nın okunduğu törenlere son verilsin.”
Bu zihniyetle nerelere varır bilinmez, ama şunu vurgulayalım:
Andımıza ve Türklüğe savaş açanların, “Türkiye’nin önüne Sevr konmak isteniyor.” diye yakınmaya hakkı olabilir mi?!
Müyesser YILDIZ
19 Mart 2021
Odatv link: https://odatv4.com/andimiz-yasagindan-sonra-ne-var-19032127.html