Erdoğan 14 Haziran’daki NATO Zirvesi ve Biden görüşmesinden Afganistan “görevi” ile döndü.
O gün yaptığı açıklamada, Afganistan konusundaki düşüncelerini çok açık, net olarak Başkan Biden’a ifade ettiğini belirten Erdoğan, “Eğer Afganistan’dan çıkmamız istenmiyorsa, özellikle orada belli bir desteğin verilmesi isteniyorsa, diplomatik, lojistik bunun yanında mali konularda Amerika’nın bize vereceği destek büyük önem arz ediyor” dedi. Devamında Taliban gerçeğini bir kenara koymanın mümkün olmadığını da vurguladı. Bu sözlerden anlaşılan, Afganistan’da kalmamızı ABD’nin istediği ve burada Taliban gibi bir “gerçek” bulunduğuydu.
Ankara’nın resmi olarak tamı tamına 1 ay 12 gündür Mehmetçiğin Afganistan’da kalması için gösterdiği yoğun çaba neticelenmeden, Afganlılar akın akın ülkemize gelmeye başlamış olsa da bu süreçte hangi gelişmeler yaşandı, özetleyelim:
Erdoğan-Biden görüşmesinden 5 gün sonra “Amerika ile Kabil görüşmelerinin başladığı ve Kabil’deki havalimanının güvenliğinin Türk Ordusu tarafından sağlanması konusunda görüş birliğine varıldığı” duyuruldu. Bu kapsamda Türkiye’nin görev için gerekli ihtiyaç listesini ABD makamlarına ilettiği, Ankara’nın başta gelen talebinin Kabil Havalimanı’nın yıllık 80 ile 130 milyon dolar arasında değişen işletme maliyetinin karşılanması olduğu öne sürüldü.
25 Haziran’da Türkiye ile ABD arasında yüz yüze görüşmelere geçildiği açıklanırken, Türkiye’nin masaya koyduğu öncelikli şartlar sızdırıldı. İlk sırada yine 80 ile 130 milyon dolarlık işletme maliyeti vardı.
Yetkililerimizin bu konudaki son açıklamalarına bakalım.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar 13 Temmuz’da, görüşmeler ve çalışmaların devam ettiğini, yardımcı olmak isteyen diğer ülkelerle de konuştuklarını tekrarlayıp, özetle şunları söyledi:
“Çok yönlü bir olay. Hem Afgan kardeşlerimizle hem NATO, AB, uluslararası toplumla süreci devam ettirmeye çalışıyoruz… 20 senedir oradayız. Muharip görev almadık. Danışmanlık yaptık; bakım, onarım, inşaat görevlerini yerine getirdik. Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı’nı 6 yıldır işletiyoruz. Şimdi de bunun devamı… Havalimanı’nın açık olması, çalıştırılması lazım. Bunu, bütün ülkeler de söylüyor. Havalimanı çalışmadığı takdirde ülkeler oradaki diplomatik misyonlarını çekmek durumda kalacak. Çünkü güvenli iletişim, ulaşım olmadığı zaman orada kalamazlar. Böylesi bir durumda Afganistan, izole bir devlet hâline gelecek, uluslararası ilişkiler bakımından çok ciddi sıkıntılar yaşayacak… Bir devletten bahsediyoruz. Bunlar Afgan kardeşlerimizin huzuru, refahı ve gelişmesini de olumsuz etkileyecektir.”
Emperyalist ABD İle Neyin Pazarlığı?
Erdoğan da KKTC ziyaretinde, egemen ve emperyalist güçlerin Afganistan’da ilk defa böyle bir sorun üretmediğini, geçmişteki sorunlarda Afgan halkının emperyal güçlere karşı verdiği mücadeleden zaferle çıktığını anlatıp, şöyle konuştu:
“Biz de bütün bu emperyal güçler karşısında Afgan kardeşlerimizin yanında yer aldık ve orada onlarla beraber öncelikli olarak da Kabil Havaalanı’nın korunmasını, bunun yanında insani noktada Afgan halkına her türlü desteği verme mücadelemizi sürdürdük. Şimdi yeni bir dönem var. Üç ana otorite burada görülüyor; NATO, Amerika ve bunun yanında da Türkiye. Şu anda Amerika çekilme kararını verdi, ama Kabil Havaalanı’nın, bizim tarafımızdan zaten 20 yıldır işletiliyor, bundan sonra da işletilmesini istediler. Biz şu anda buna olumlu bakıyoruz, ama tabii Amerika’ya bizim bazı şartlarımız var. Nedir bunlar? Bir, diplomasi noktasında Amerika bizim yanımızda yer alacak, diplomatik ilişkilerde. İki, lojistik noktasında imkânlarını bizim için seferber edecek; hangi gücü varsa lojistik anlamda bunları Türkiye’ye devredecek. Bir diğeri de tabii bu süreç içinde mali ve idari noktada çok ciddi sıkıntılar olacak. Bu konuda da gerekli desteği Türkiye’ye verecek. Eğer bunlar sağlanabilirse, biz Türkiye olarak bu süreçte Kabil Havaalanı’nın işletimini ele almayı düşünüyoruz.”
Öncelikle şu “Zaten 20 yıldır oradayız. Zaten Kabil Havaalanını işletiyoruz.” söylemine değinelim.
Doğru, ama NATO misyonu çerçevesinde gidildi. Şimdi NATO çekildiğine göre bizim de dönmemiz, gidilecekse de buna TBMM’nin yeniden karar vermesi gerekmiyor mu?
Afganistan’ı bu hale çeviren “emperyal güçler” adına bu ülkede görev üstlenme garabeti bir yana; yukarıda da belirttik, tam 1 ay 12 gün geçti, pazarlıklar sonuçlanmadı. İki ihtimal var:
Ya, evet, Kabil’de kalmamızı ABD istiyor; ama Türkiye’ye günahını bile verme taraftarı değil, çünkü “Nasılsa mecbur” diye bakıyor!..
Ya da para veya “ABD’nin gönlüne girme” gibi tamamen duygusal sebeplerle bu işe Türkiye talep oldu. ABD de, “Sen isteklisin. Ne şartı?” diyor!..
MHP’li Hükümet Asker Gönderirken Erdoğan Neler Söyledi?
Tam burada 20 yıl öncesine gidelim. İktidarda MHP’nin de olduğu ANASOL-M Koalisyon Hükümeti vardı, Başbakan merhum Ecevit’ti.
11 Eylül saldırısı üzerine iktidar, önce ABD-İngiltere’nin, sonrasında NATO’nun Afganistan’a müdahalesini destekleyip asker gönderilmesini kararlaştırıldığında, dönemin AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın tepkisi ne olmuştu, hatırlayalım mı?
9 Ekim 2001’de Partisinin Meclis Grup Toplantısında özetle şunları söyledi:
“ABD’ye yapılan saldırının delillerinin açıkça ortaya konulması gerekir. Bizim asker gönderilmesine destek olabilmemiz için ikna edilmemiz gerekir… Başbakan, ‘Kanıtlar ABD’yi tatmin etmişse, bizi de tatmin etmiştir’ diyor. Milli egemenlik, ne anlama geliyor? Devletin söz söyleme yetkisi ne zamandan beri başka ülkelere ihale edilmeye başlandı? Sayın Başbakan, görmediği kanıtlarla sırf başka ülke tatmin oldu diye tatmin olma hakkına sahip midir? Başbakanlık makamı ne zamandan beri siyasi noter katipliğine dönüştü?”
İktidar 1 Kasım’da Afganistan’a 90 kişilik bir birlik gönderme kararı aldığında, “Ülkemiz ve milletimiz aleyhindeki hiçbir riski, AK Parti olarak kabullenemeyiz” açıklamasını yaptı. Hükümetin, süresi ve sınırı belli olmayan bir yetkiyle hareket ettiğini ve konu hakkında kendilerine bilgi verilmediğini belirtip, “Kararı basın mensuplarından duyduk” dedi.
7 Kasım’daki grup toplantısında da şöyle konuştu:
“Mevcut hükümet, devletimizin çıkarlarını zedelemeye devam ediyor. Bununla da kalmıyor, milletimizin onurunu kıran davranışlara giriyor. 11 Eylül günü ABD’ye yapılan menfur saldırıdan sonra, dünyanın yeni bir döneme girdiğini herkes söyledi. Bu hükümetten beklenen, gereken hazırlıkları yaparak devletimizin bekası için gereken politikaları üretmesiydi. Oysa bu hükümet ilk günden beri şaşkın bir tavır sergiliyor. Bizzat Başbakan, asker gönderme gibi bir gündemleri olmadığını söyledi, durdu. Kamuoyunda, ABD’nin Türkiye’den asker istediği konuşulduğunda bile, Başbakan bunlara itiraz etti. Sonuçta bugünlere gelindi ve asker gönderme kararı alındı. Yani kamuoyundaki dedikodular bile, Başbakanın sözlerinden daha güvenilir çıktı. Asker gönderme kararının çıkmasından sonra yaşananlar ise çok daha vahim… Hükümetin şaşkınlığı yüzünden, milletimiz, asker gönderme kararının bize başka ülkeler tarafından empoze edildiği kuşkusuna düştü. Çünkü hükümet, adeta yurtdışından gelecek paralar için asker gönderiyormuş gibi davrandı. Veya ‘ABD istedi, biz de yerine getirdik’ gibi davrandı. İster para karşılığı olsun, isterse başka bir sebeple, herhangi bir dış unsur yüzünden asker gönderme kararının çıktığının düşünülmesi, milletimizi derinden yaralamıştır. ABD Savunma Bakanı’nın hükümetle dalga geçer gibi, ‘Türkiye asker gönderme kararını kendisi aldı, ben de gazetelerden okudum’ demesi, milletimiz, milli onurumuz açısından çok daha yaralayıcı olmuştur.”
12 Aralık’ta ise yine özetle şunları anlattı:
“Afganistan’ın geleceğinin konuşulduğu ve şekillendirildiği Bonn toplantısına Türkiye çağırılmadı. Arkadan alınan kararlara da Sayın Başbakan, ‘ben de onaylıyorum’ dedi. Hükümet, karar mekanizmasında yer alamadı… Anlaşılan o ki, asker gönderme konusunda kamuoyuna yapılan açıklamalarla, yabancı ülkelere verilen sözler birbirini tutmamaktadır… Şimdi biz, hükümetten bir açıklama yapmasını beklemekteyiz. Türkiye, Afganistan’a asker gönderdi mi, göndermedi mi? Savaş koşullarının hüküm sürdüğü bir ülkeye, bu memleketin evlatlarının gönderilip gönderilmediğini bilmek, herhalde milletimizin hakkıdır.”
20 yıl sonra hemen hemen aynı tablo yaşandığına göre; milletimiz bugün de aynı duygu, düşünce ve endişeler içinde dersek yanlış mı olur?!
Müyesser YILDIZ
26 Temmuz 2021