İçeriğe geç

Suriyelilere “Açık Kapı Politikası” Ve O Madalya!..

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun geçen hafta Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’a müthiş “övgüleri” arasında kaynayan önemli bir iddiası oldu.

Dünya tarihinin önemli göçlerinden birisini yaşadığımızı belirtip Afganistan’daki göçün sebebinin biz olmadığımızı, Suriye iç savaşını bizim başlatmadığımızı söyledikten sonra bunlardan sorumlu adresi şöyle gösterdi:

Ya Lübnan, ya Orta Asya… İnsanlar iç savaş varsa, yoksulluk varsa, eğer bir taraftan sağlığa, eğitime, suya, gıdaya erişemiyorsa, bu insanlar ne yapacaklar? Nasıl bir hayat tanzim edecekler? Bunları Türkiye’nin hukuk sistemini hadsiz şekilde eleştiren ABD yaptı. Kimlerin kimlerin operasyon çocuğu olduğunu, elemanı olduğunu hepsini çözdük.”

Soylu’dan bir gün sonra, bu defa AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan, Türkiye kendi tercihiyle beraber bir mülteci gündemi yaratmış değil. Tüm dünyadaki krizlerden Afganistan’dan Suriye’ye kadar, Ukrayna’dan başka yerlere kadar her tarafta bir göç var ve biz bu göçün merkezindeyiz. Biz ilgisiz bir yerdeyiz de bize mülteci geliyor falan değil. Güzergâh burası. Ama Türkiye’nin sağduyusu, kadim devlet anlayışı, bu sorunları aşmaya yeter ve artar. Yeter ki istismara, oyuna imkan vermeyelim.” dedi.

Suriye iç savaşını biz başlatmadık” ve “Türkiye kendi tercihiyle mülteci gündemi yaratmadı”, öyle mi?

2011’den itibaren her şey gözümüzün önünde yaşanmadı mı? “Esad kardeşim” adeta bir gecede “Esed” ilân edilirken; o dönem bölgedeki komutanların bile haberi olmadan kaymakamlar eliyle çadır kentler kurulmaya başlanmadı mı? Suriyelilere, “Türkiye’de size ev, iş, para verilecek” vaadinde bulunulmadı mı?

Bu hızlı dönüşümün sebebi sadece Esad’ın halkına “zulmü” müydü yoksa daha önemli sebebi mi vardı?

Bahçeli’nin Suriye Teşhisleri

Haydi bunun cevabını arayalım ve ilk olarak MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye kulak verelim. O vakitler şu tespitleri yaptı:

“Akdeniz’in batısında başlayan arkadan kumandalı sözde değişim dalgası, sonunda Suriye’yi bütünüyle etkisi altına almış ve çok vahim bir noktaya getirmiştir. İsyan, yasemin, bahar ve devrim gibi isimlerle anılan yakın coğrafyalardaki halk hareketlerinin, bölgesel istikrarsızlık ateşini sürekli olarak körüklediği anlaşılmaktadır. Esasında Büyük Ortadoğu Projesi’nin tüm unsurları bir araya gelmekte, yönetim ve rejim değişiklikleriyle başlayan sürecin, sınırların değişmesine kadar hız kesmeyeceği görülmektedir… AKP hükümetinin bu durum karşısındaki tutum ve takındığı tavır ise sorunlu ve bir o kadar da tehlikeli neticelere kapı aralamıştır. Başbakan Erdoğan’ın BOP’un izdüşümünde vasat bulan, komşu coğrafyalara dönük parçalanma ve kaos senaryosuna, Türkiye’yi figüran olarak dahil etmesi her açıdan utanç ve endişe verici olmuştur… Küresel çevrelerin AKP’yi Suriye üzerine kışkırtması, dozu ve seviyesi kaçan tahrikleri önümüzdeki dönemin birçok olumsuzluğa gebe olacağını göstermiştirBaşbakan Erdoğan’ın bağımsız ve egemen bir devlet olan Suriye’yi iç mesele olarak takdim etmesi Türkiye’yi akıbeti meçhul dar ve karanlık bir tünele sokacaktır. Bu sayede, ülkemizin iç meselelerine başkalarının karışması ve doğrudan doğruya müdahil olması mümkün hale gelecek ve emsal teşkil edecektirBaşbakan Erdoğan, Suriye’ye yönelik ‘sabrımız kalmadı’ derken aslında ABD’nin kanaatlerini iletmekte, ancak aynı kararlılığı bölücü teröre ve [onu] himaye eden küstahlara karşı gösterememektedir.”

12 Ağustos 2011

“Büyük Ortadoğu Projesi bugüne kadar kusursuz bir şekilde işlemiş ve mesafe almıştır. Şimdi ise sıraya Suriye geçmiş ve hedef olarak Esad yönetimi belirlenmiştir… AKP Hükümeti tıpkı Libya muhaliflerini ağırladığı gibi, Suriyeli muhalifleri de yönlendirmekte, bu ülkenin içişlerine karışmakta ve yanan ateşi körüklemektedir. Başbakan Erdoğan; BOP’un Suriye’nin surlarını yıkması ve ABD’nin telkinlerini bu ülkeye iletme konusunda son derece azimli ve inatçıdır… Kuşkusuz küresel güçlerin yazdığı oyundan rol kapmak, kendisini ve partisini kısa süreli olarak rahatlatacak ve özellikle yabancı sermayenin girmesini teşvik ederek ekonomideki açıkları kapatmaya yarayacaktır. Ancak uzun dönemde neden olacağı yıkım ve hezimet hem kendisi hem de milletimiz açısından telafi edilemeyecek bir düzeye çıkabilecektir... BOP Eşbaşkanı sıfatıyla bölgesel dizayn çalışmalarına aktif bir şekilde katılan Başbakan Erdoğan, ülkemizi sonu meçhul bir sürece doğru götürmektedir.”

15 Kasım 2011

“AKP’yi öven ve Türkiye’nin Suriye’de gerçek bir liderlik gösterdiğini söyleyen bu Başkan Yardımcısının (Dönemin ABD Başkan Yardımcısı Biden’ı kast ediyor); sadece Hükümeti pohpohlamak için binlerce kilometre öteden Türkiye geldiğini düşünmek izah edilemez bir saflık olacaktır. AKP’ye biçilen postun, artık Suriye’ye serilmesi istenmekte ve bu konudaki taktik ve stratejik adımlar peşi sıra ortaya dökülmektedir.”

6 Aralık 2011

Tampon Bölgeyi Kim İstemedi?

Bahçeli’nin bu konuda da “yanılmış” olduğunu varsayıp o döneme ilişkin bir başka ayrıntıya dikkat çekelim.

Gerek Erdoğan, gerekse Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriyeli sığınmacı sayısında “psikolojik eşiğin” 100 bin olduğunu, bu sayının aşılması halinde sınırda tampon bölgenin gündeme geleceğini söyledi.

O “eşik” aşıldığında da Erdoğan şöyle konuştu:

100 bin rakamı bizim için gerçekten bir eşikti, ancak hep söylediğimiz gibi, ‘100 bin rakamını aşabilir’ dedik. Konuyla ilgili adımlarımız ne olabilir, biliyorsunuz Kuzey Irak’ta Saddam döneminde oradan kaçan peşmergelere yönelik o zaman da 750 bin peşmergeyi misafir ettik. Bizim Suriye’deki zulme karşı değerlendirmelerimizi yapıp, atılması gereken adımları atacağız ve Suriye’deki mazlum kardeşlerimizin yanında olmaya devam edeceğiz.”

Sonuç? Tampon bölge kurulamadı; çünkü ABD, buna taraftar değildi. Gerekçe ise, “Tampon bölgeye yerleşen muhalif Suriyeliler, Esad’a bağlı güçlerin toplu hedefi haline gelebilir.” iddiasıydı.

CIA’ya Göre Türkiye’nin Rolü

Şu ana kadar yazdıklarımın tamamına “varsayım” deyip bir de CIA’nın Suriye sayfasındaki şu satırlara bakalım mı?

Arap Birliği, AB, Türkiye ve ABD, rejime ve onu destekleyen kuruluşlara yönelik ekonomik yaptırımları genişlettikçe, Esad rejimi üzerindeki uluslararası baskı 2011 yılının sonlarından itibaren yoğunlaştı. Aralık 2012’de Suriye Ulusal Koalisyonu, 130’dan fazla ülke tarafından Suriye halkının tek meşru temsilcisi olarak tanındı.”

Suriye iç savaşı bir yana; Türkiye’nin, ABD’yle birlikte hareket edip mülteci sorununu bile isteye yarattığı ortada değil mi?

Sonuç; Türkiye’yi göçmen deposuna çeviren ABD ve AB de “muhacirlik ve ensar olma kaabiliyetinin” gereklerini yerine getiren Erdoğan da bu tablodan gayet memnun.

Yırtılan ise Türk Milleti’nin yakası!..

Açık Kapı Politikasıymış

Suriyelilerle ilgili gündemdeki en sıcak tartışmaya geçelim. Ülkemizde milyonlarca sığınmacı varken Erdoğan, geçen hafta sonu sınır hattına giden Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın telefonundan, hudut kartallarına şöyle seslendi:

Şu ana kadar hudut boylarında en ufak bir yanlışa fırsat vermeyen ordumuzun siz değerli mensuplarını şahsım, milletim adına gerçekten alkışlıyorum. Bu gayretleriniz tarih boyunca unutulmayacaktır.”

Bakan Akar da ülkemize bu kadar Suriyeli gelmişken; hudutlarımızın, “Cumhuriyet tarihimizde hiç olmadığı kadar” kontrol altında olduğunu vurguladı. Ardından bu çelişkiyi gidermek için olsa gerek, özetle şu açıklamaları yaptı:

Daha önceki başlangıçta biliyorsunuz, özellikle Fırat Kalkanı harekâtına kadar insani noktai nazarına yaklaşmak sureti ile bir milyondan fazla insan Suriye’de biliyorsunuz rejim tarafından katledildi, öldürüldü ve bunlara karşı bu çerçevede bizim duyarsız kalmamız mümkün değildi. Dolayısıyla o tarihlerde bu insanlar kendilerine güvenli bir yer almak zorunda, kendi hayatlarını kurtarmak zorundaydı. Hem rejimin hem de orada teröristlerin zulmünden kurtulmak için insanların bir sığınacak yerleri vardı. Zaten uluslararası hukuk çerçevesinde bu konuda yapmamız gereken sorumluluklarımızı, hem insani hem vicdani hem de hukuki olarak yerine getirdik ve bu manada bu belli zamana kadar bu böyle oldu, ama şu andaki yaptığımız çalışmalarla buradaki faaliyetlerin son derece kontrol altında olduğundan herkes emin olabilir… 2011’de Suriye’deki bilinen bu çatışmalar bu huzursuzluk, kriz çıktığından itibaren bunlar kademe kademe, aşama aşama ihtiyaca göre, sorunların giderilmesi maksadıyla her aşamada gerekli tedbir almak suretiyle bir süreç içinde bu noktaya geldik. Ve şu anda geldiğimiz noktada gerçekten dünya standartlarındayız sınır güvenliği bakımından.”

Bu sözlerin daha net anlamını, Akar’la birlikte sınıra giden gazetecilerin notlarından öğrendik.

Türkiye 5 yıl boyunca açık kapı politikası” sürdürmüş… 2011-2016 arasında bir gecede 276 bin kişinin girdiği zamanlar olmuş… Resmi rakamlara göre 4 milyon Suriyeli ülkeye giriş yapmış… Ama bu sayının gayrı resmi boyutunu kimse bilmiyormuş

ABD’den Madalya

Bugün yaşadığımız sığınmacıların sorununun sebebi açık kapı politikası” ise, önemli bir ayrıntıyı daha hatırlamak gerek.

ABD Ocak 2015’te, henüz Kara Kuvvetleri Komutanı iken Hulusi Akar’a “Liyakat lejyonu madalyası” vermişti.

Her ne kadar kendisi “Doğru değil” dese ve madalyanın “paldır küldür” verildiğini söylese de; madalyayı veren, Süleymaniye’de askerimizin başına çuval geçirilmesinden sorumlu olan Odierno’ydu.

Buna ilişkin ABD Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, Akar’a madalya gerekçelerinden birisi şöyle ifade edilmişti:

Suriye konusundaki tutumu ve Türkiye ile ABD askeri kuvvetlerinin işbirliğine katkılarından dolayı…”

Hafta sonu Akar’la birlikte sınıra giden gazeteci arkaradaşlarımızdan birisinin şu yorumuyla bitirelim:

Göçmen sorunu siyasi bir sorundur. Düğme yanlış siyasi kararlar yüzünden 2011’de baştan yanlış bağlandı ve bu hatanın bedellerini hâlâ ödüyoruz.”

O yanlış düğmenin adı, “yanlış siyasi kararlar” değil de BOP olmasın?!..

Müyesser YILDIZ
11 Mayıs 2022

Kategori:Uncategorized