İçeriğe geç

Akar’ın NATO-AB’den İstediği “İlk Küçük Adım” Ne?

Başından beri Ankara’nın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini veto etmesinin arkasında başka pazarlıklar olduğu düşüncesindeyim. Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın iki gün önceki bazı açıklamaları, pek de yanılmadığımı gösterdi.

Akar’ın o açıklamalarından evvel pazarlıklardaki son duruma bakalım.

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg devrede; hem İsveç ve Finlandiya hem de Ankara ile görüşüyor. Ama daha Türkiye ikna edilmeden İsveç’i peşinen “kayığa” bindirdi bile!..

Erdoğan’ın dün de gündeminde bu konu vardı. Önce AKP Grubu toplantısında, “NATO meselesinde İsveç ve Finlandiya terörle mücadelede net, somut ve kararlı adımlar atana kadar duruşumuzu kesinlikle değiştirmeyiz… Bu konuda ülkemizin temennilerle, ucu açık ifadelerle kaybedecek vaktinin olmadığının özellikle bilinmesini istiyorum.” dedi.

Ardından NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’le telefonda görüştü. Görüşmede iki ülkenin üyelik başvurusunun ele alındığı ve “Erdoğan’ın, somut adımlar görmeden, terörizmle mücadele ve savunma sanayii işbirliği konusunda paradigma değişikliğine gidileceğine dair yazılı taahhütler verilmeden süreçte ilerleme sağlanamayacağını vurguladığı” açıklandı.

Kaptanımız” Stoltenberg İse?

Yine dün Brüksel’deki NATO Karargâhı’nda iki gün sürecek olan NATO Savunma Bakanları Toplantısı başladı. Türkiye’yi Bakan Hulusi Akar’ın temsil ettiği toplantı öncesinde basına konuşan Stoltenberg, İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurularını “tarihi karar” olarak nitelendirdikten sonra adeta Türkiye’yle alay edercesine şunları söyledi:

Türkiye’nin terör örgütü PKK ile ilgili endişeleri meşru endişelerdir. PKK, NATO müttefikleri, Avrupa Birliği, aynı zamanda Finlandiya ve İsveç tarafından bir terör örgütü olarak tanımlanmıştır. Oturup Türkiye’nin endişelerini ele almamız gerekir. Şu anda yaptığımız bu.”

Bu alay etmedir; çünkü Türkiye’nin görünürdeki talepleri sadece PKK’yla ilgili değil, Suriye’deki uzantısı PYD/YPG’yi de içeriyor. Ancak biliyoruz ki, değil İsveç ve Finlandiya, NATO’nun hiçbir üyesi bunları terör örgütü saymıyor. Stoltenberg ise sadece PKK’ya atıfla kelime oyunu yapıp bunu görmezden geliyor; ki, Stoltenberg’in tavrı başından beri böyle. PKK’dan söz ediyor, ama diğerlerinin adını ağzına almıyor.

Durum bu olduğu halde iki gün önce İstanbul’da yapılan NATO Parlamenterler Asamblesi Siyasi Komisyonu ile Akdeniz ve Orta Doğu Özel Grubu Ortak Toplantısı’nda Savunma Bakanı Hulusi Akar, Stoltenberg’i şöyle övdü:

Genel Sekreter Stoltenberg, İttifak’ın ihtiyaç duyduğu bu kriz sırasında bir kez daha büyük liderlik sergiledi. Kendisi zor zamanların kaptanıdır!”

Kaptanımız” böyleyse, gerisini merak etmeyelim!..

Akar’ın İstediği “Küçük Adım”

Akar aynı toplantıda önemli başka şeyler de söyledi.

Önce, “NATO’nun, güvenlik konusunda 360 derecelik bir yaklaşım benimseyerek karşılaştığı çeşitli tehditlere ve zorluklara başarılı bir şekilde uyum sağlamaya ve bunlara karşı koymaya devam edeceğine kuvvetle inandığını” vurguladı.

Devamında, “Yeni Stratejik Konsept, NATO-AB ilişkilerinin ancak Mutabık Kalınan Çerçeve temelinde daha da derinleştirilebileceğini bir kez daha teyit etmelidir.” dedi. Tüm bunların ardından da şöyle konuştu:

NATO ile AB arasındaki stratejik ortaklığın gerçeğe dönüşmesi için, AB üyesi olmayan tüm müttefiklerin AB’ye tam katılımı sağlanmalıdır. Örneğin Türkiye’nin PESCO Askeri Seferberlik Projesi’ne katılması bu yolda atılan ilk küçük adım olabilir.”

PESCO Projesi Nedir?

Akar’ın oldukça teknik görünen bu ifadeleri ne anlama geliyor, özellikle de PESCO Projesi nedir? Kısaca anlatalım.

Emperyalizm Kıbrıs’ı Rumlara teslim etmek için askerimizin Ada’dan çıkmasını ve garantörlük hakkından vazgeçmemizi istiyor ya; Türkiye’yi ikna amacıyla önerdikleri formül, “Ada’nın güvenliğini NATO veya AB’nin sağlaması”.

2000’li yıllardan beri bunun için uğraşıyorlar.

Evvela, NATO-AB işbirliğiyle “Avrupa Ordusu” diye bilinen Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) mekanizmasını gündeme getirdiler. Bu ordunun müdahale edebileceği kriz bölgelerinin çok büyük bölümü Türkiye’nin etrafındaydı. En önemlisi, Kıbrıs da bu kapsamdaydı. Mekanizmanın kritik ayrıntısı şuydu: Avrupa Ordusu, NATO üyesi olduğumuz için tüm imkânlarımızdan yararlanacak, ama AB üyesi olmadığımız için bizi karar mekanizmasına sokmayacaktı. Rum kesiminin pozisyonu ise tam tersiydi. O vakitler henüz müzakere sürecindeydi ve AB üyeliğine kesin gözüyle bakılıyordu; ama NATO üyesi değildi. Rumların NATO’daki sözcülüğünü, nasılsa Yunanistan başta olmak üzere çok sayıda ülke yerine getirebilecek, bu arada AB üyesi olarak karar mekanizmasında yer alacaktı.

Dönemin siyasi ve askeri yöneticileri bu tezgâhı gördüğü için o projeyi veto etti; ancak NATO-AB yeni formül arayışından vazgeçmedi. Ana hatlarıyla şunlar oldu:

-AB Türkiye’yle ilgili her belgesinde, Rumların NATO üyeliğini veto etmekten vazgeçmemizi istedi.

– Temmuz 2016’da yapılan NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde, “AB-NATO Ortak Deklarasyonu” imzalandı.

– 2017’de bazı AB üyesi ülkelerin yer aldığı bir savunma grubu oluşturuldu. Rum kesimi, Fransa’ya Kıbrıs’ta üs verme karşılığında bu gruba dahil olmak istediğini bildirdi. Yine aynı yıl Almanya ile Fransa’nın öncülüğünde AB’nin 23 üyesi, savunma alanında işbirliği ve koordinasyon için “Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği Savunma Anlaşması (PESCO)”nı imzaladı. Özellikle Yunanistan ve Rum kesimi, bunu hararetle desteklerken, Rum Savunma Bakanı Fokaides, “PESCO ile ülkesinin daha güvenli hale geleceğini” söyledi.

– 10-11 Temmuz 2018’de Brüksel’de yapılan, Erdoğan ve Akar’ın da katıldığı NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde yayımlanan 79 maddelik bildiride, “AB’nin, NATO için eşsiz ve vazgeçilmez bir ortak olduğu”, “NATO ve AB’nin askeri ve savunma konularındaki işbirliğinin öneminin kabul edildiği”, “İttifakın değerlerini paylaşan diğer ülkelerle politik diyalog ve pratik işbirliklerinin geliştirilmesi”, “Akdeniz diyaloğunun güçlendirilmesi gerektiği” gibi ifadelere yer verildikten sonra, “AB üyesi olmayan müttefikler, ortak güvenlik sorunlarına çözüm getirme kapasitesini güçlendirmeye yönelik AB çabalarına anlamlı katkılarda bulunmaya devam ediyorlar. AB üyesi olmayan müttefiklerin bu çabalara dahil olması, NATO ve AB’nin stratejik ortaklığı için gereklidir. Bu alanda daha güçlü bir stratejik ortaklığı desteklemek amacıyla atılacak ve somut ilerleme ifade edecek olan karşılıklı adımları bekliyoruz.” denildi.

– Erdoğan o Zirve’den dönerken, “NATO–AB işbirliğinin uzlaşılan çerçevede geliştirilmesine desteğimizi teyit ettik. Bunun için Avrupa Birliği’nin, savunma ve güvenlik konularında ülkemize yönelik taahhütlerini yerine getirmesi gerektiğini de vurguladık.” açıklamasını yaptı.

– 2020’de AB, güya Libya’ya yönelik silah ambargosunu denetlemek, gerçekte ise Türkiye’nin Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne desteğini engellemek için adı Yunanca olan ve “barış” anlamına gelen İrini Operasyonu’nu başlattı. O günlerde bizzat NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, İrini operasyonunda AB-NATO işbirliğini planladıklarını, ancak Türkiye’nin karşı çıktığını, bu blokaja rağmen işbirliğinin yollarını aramaya devam ettiklerini söyledi.

– Türkiye Mayıs 2021’de adeta Avrupa Ordusu’nun yeni versiyonu olan PESCO kapsamındaki bir projeye başvurdu. Kimi kaynaklar, PESCO üyesi olan Yunanistan ve Rum kesiminin, Türkiye’nin katılımını bir tür “Truva atı” olarak görüp veto yetkisini kullanacağını öngörürken kimileri de Türkiye-PESCO işbirliğinin, AB ile NATO arasındaki ilişkileri iyileştirmesinin yanı sıra Türkiye, Rum kesimi ve Yunanistan arasında normalleşmeyi sağlayacağını savundu.

Erdoğan’ın Mesajları

Bu tablodan sonra Erdoğan’ın konuyla ilgili pek de dikkat çekmeyen bazı açıklamalarını hatırlatalım.

Beraberindeki gazeteciler, Temmuz 2021’deki KKTC ziyareti sonrasında -uzun süredir gündemde olmadığı veya en azından kamuoyu önünde konuşulmadığı halde- şöyle bir soru yöneltti:

Kıbrıs Rum kesiminin NATO üyeliği ile ilgili son yıllarda bir hareketlenme var. AB ile NATO ilişkilerini güçlendirmek bağlamında bazı açıklamalar yapılıyor. Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın hazırladığı raporlar basına yansımıştı. Think-tank’ler epeyce çalışıyor… BM ve AB’deki temsiliyetten sonra, Kıbrıs Rum kesiminin Ada’nın tek sahibiymiş gibi NATO’ya üye yapılmasını ihtimal dahilinde görüyor musunuz? Eğer böyle bir gelişme olursa Türkiye’nin buna vereceği cevap ne olur?”

Erdoğan, şu karşılığı verdi:

NATO’nun kendi sözleşmesine baktığımız zaman, burada bizim olumlu bir cevap vermediğimiz sürece bir defa Güney Kıbrıs’ın NATO’ya girmesi mümkün değildir. Bunu Yunanistan için yaptılar, ama şu anda böyle bir durum söz konusu olamaz. Çünkü artık Yunanistan’ı NATO’ya üye yaptıkları zamanki gibi bir hükümet yok Türkiye’de. Şimdi biz varız. Biz olduğumuz için de, hele hele Güney Kıbrıs’ı asla ve kat’a sokamazlar, alamazlar. Burada Türkiye’yi baypas etmeleri mümkün olmadığına göre, Güney Kıbrıs’ı almaları da mümkün değildir.”

Bunun üzerine biz de o günlerde, “Amaç sadece Rum kesimi ve hamilerine bir de bu konu üzerinden mesaj vermek miydi, yoksa Rumların NATO üyesi yapılması için Ankara yeniden sıkıştırılmaya mı başlandı? Örneğin Türkiye’nin, PESCO’nun bir projesine kabul edilmesi karşılığında böyle bir şey mi istendi?” diye sorduk.

KKTC ziyaretinden 2 ay sonra G-20 Zirvesi için Roma’ya giden Erdoğan’a, burada düzenlediği basın toplantısında bu defa da AB ülkeleri Genelkurmay Başkanlarının Belçika’da toplanarak AB’nin kendi ordusunu kurma konusunda hazırladıkları metin hakkında, “Birçok AB üyesi NATO’ya üye. AB, bu adımla bir bütünlük içinde daha fazla bağımsızlık hedefini ortaya koydu. Türkiye de NATO’nun bir üyesi. Sizin düşünceniz nedir bu fikre karşı?” sorusu yöneltildi.

Erdoğan’ın cevabı, “Yani bu olabilecek bir proje değil, mümkün değil. Çünkü sizin de ifade ettiğiniz gibi, yani şu anda AB üyesi ülkeler de dahil NATO ülkesi ağırlıklı ve bunların da hemen hemen kahir ekseriyeti zaten böyle bir yapılanmaya sıcak bakmıyor. Başka bir şeye gerek var mı?” oldu.

O Proje 3 Ay Önce Onaylandı

Ancak Erdoğan’ın, “mümkün değil” dediği Rum-Yunan tezlerinin en büyük destekçilerinden AB Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell tarafından hazırlanan ve AB Ordusu kurulmasının yol haritası niteliğindeki “Avrupa Stratejik Pusula”sı, geçen Mart’ta AB Liderler Zirvesi’nde onaylandı.

AB görünümlü olsa da sözkonusu pusulada şunlar var:

– NATO ana güvenlik garantisi ve stratejik partner” olarak tanımlanıyor… Yani bizim de üye olduğumuz NATO’yla birlikte hareket edilmesi öngörülüyor. Ancak Türkiye AB sınırları içinde değerlendirilmiyor.

– Keza Doğu Akdeniz’deki politikalarımız eleştirilip Türkiye’ye, “AB üyesi ülkelerin egemenlik haklarını ihlâl ettiği”, “uluslararası hukuka aykırı davrandığı”, “düzensiz göçü dış politikada bir araç olarak kullandığı” suçlamaları yöneltilerek, “Bu tehdit ve sınamaların bütünü, yurttaşlarımızın güvenliğini, kritik altyapımızı ve sınırlarımızın bütünlüğünü etkiliyor.” deniliyor. Özetle Rum-Yunan tezleri tescilleniyor!..

Bu ordunun hedeflerine gelince; üye ülkeler, bölgedeki krizler karşısında hızlı hareket edebilmek için askeri yeteneklerini güçlendirip düzenli askeri tatbikatlar yapacak… Gerekirse, “yurt dışına ortak askeri harekât düzenlenmesi için 5 bin kişilik operasyonel bir ordu” kurulacak… Avrupa sınırlarındaki devletlerin yetersiz kaldığı durumlarda “barış gücü” gönderecek.

Sözkonusu plan, Kıbrıs başta olmak üzere Ege’de, hatta Karadeniz’de ülkemize yönelik açık bir tehditken, onaylanması aşamasına Ankara’dan ses çıkmadı. Sadece Dışişleri Bakanlığı, AB’yi “vizyonsuzlukla” suçlamakla yetindi.

Tüm bunlardan sonra Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın iki gün önceki, sözleri ete-kemiğe bürünüyor, değil mi?

NATO’nun, AB Ordusu bağlamında Rumlarla ilgili bir dayatması var. Ankara da karşılığında AB üyeliği garantisini, ilk etapta da PESCO Projesi’ne katılımın onaylanmasını mı istiyor – bilinmez; ama İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğiyle ilgili pazarlıkların terör örgütlerinden ibaret olmadığı anlaşılıyor.

Şu uyarıda bulunmakla yetinelim: olası PESCO havucuna kanıp NATO-AB’nin ipiyle kuyuya inilmesinin ülkemize bedeli çok ağır olur!..

Müyesser YILDIZ
16 Haziran 2022

Kategori:Uncategorized