Erdoğan dün, depremin üçüncü gününde bölgedeydi.
Facianın merkezi Kahramanmaraş’ta o an itibarıyla hayatını kaybedenlerin sayısını 8 bin 574 olarak açıkladı. Ardından, “Şu ana kadar yaşadıklarımızı yaşamayacağız. Çünkü bazı her yerlerde ilk etapta havaalanlarında sıkıntılarımız oldu, yollarda sıkıntılarımız oldu; ama bugün daha rahatız, yarın daha rahat olacağız, daha sonra inanıyorum ki daha rahat olacağız.” dedi.
Kahramanmaraş’tan Hatay’a geçtiğinde yine o an itibarıyla kayıplarımızın sayısını açıkladı; 9 bin 57 olmuştu!..
“‘Gereken her adımı atarak kimseyi yıkıntılar altında bırakmayacak, kimseyi mağdur etmeyecek bir afet yönetimi’ yürüteceklerini” belirttikten sonra şunları söyledi:
“Bu dönem bir birlik, beraberlik dönemidir. Dayanışma dönemidir. Böyle bir dönemde hâlâ basit siyasi çıkar uğruna çirkefçe, hâlâ burada olumsuz kampanyalar yürütmeyi ben şu anda hazmedemiyorum. Bunun yanında da üzerimde bulunan makamın sorumluluğu olmamış olsa ben bugün böyle konuşmam, çok daha farklı konuşurum. Zira şu anda mevcut hükûmet tüm imkânlarını seferber ederek Hazine ve Maliye başta olmak üzere adımlarını atmış ve bu ara dönemde tüm depremzedelere 10’ar bin lira verme kararını Kahramanmaraş’ta açıkladım.”
En kritik saatler geçmiş… 9 bin 57 (şu saatler itibarıyla 12 bin 873) insanımız hayatını kaybetmiş… “Şu ana kadar yaşadıklarımızı yaşamayacağız.” diyor ve yine para müjdesi veriyor. Onca büyük acıyı unutmanın bedeli kaç paraysa!..
“Askerimizin Şerefi” Öyle mi?
Erdoğan Hatay’daki konuşmasında, “hazmedemediği“ ve “siyasi“ olarak nitelendirdiği tepkilere “üzerinde bulunan makamın sorumluluğu” gereği cevap vermediğini vurgulasa da “Asker nerede?” diyenler için şu ifadeleri kullanmaktan geri kalmadı:
“Şu an itibarıyla Hatay’ımızda asker, jandarma, polis toplamda 21 bin 200 personel görev ifa ediyor. Bununla ilgili olarak da bazı haysiyetsiz, açık konuşuyorum, namussuz kişiler kampanya yaparak ‘Hatay’da biz asker göremedik, jandarma göremedik, polis göremedik‘ gibi yalan, yanlış iftiralar atıyorlar. Bizim askerimiz şereflidir, jandarmamız şereflidir, polisimiz şereflidir. Ama bu şerefsizlerin ağzına biz onları meze yaptırmayız. Bunu da herkesin bilmesi lâzım.”
Üçüncü gün, neredeyse her şey olup bitmiş, Hatay yerle bir olmuş; o an itibarıyla asker, jandarma, polis sayısı bile toplam 21 bin 200… Ayrıca sorulan o gün değil, en kritik olan ilk 48 saat!..
Elbette askerimiz de jandarmamız da polisimiz de şereflidir. Bunun aksini söyleyen yok ki!..
Ama bir dönem, “vesayeti bitirme” gerekçesiyle askerimizin ve jandarmamızın şerefiyle nasıl oynandığını da unutmadık.
Bizatihi kendi iktidarlarında hayata geçirilen o meşhur kumpaslarla PKK’lı teröristlerin tanıklığıyla TSK’nın “terör örgütü” gibi gösterilmeye çalışılması, binlercesinin bir kalemde “fuhuş ve casusluk şebekesi” mensubu yapılması, savaş planlarının çarşaf çarşaf yayımlanması neydi?.. Ya TSK’da tarikat/cemaatlere yol verilmesi ve halen de veriliyor olması?!
24 Yıl Önce ve Bugün: Mehmetçiğin Kıymeti
Saat 04.17’de 10 ilimizin ölüme uyandığı deprem gününe dönelim.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptığı ilk açıklama, “4’üncü seviye alarma geçildiğini” yani, “uluslararası yardım çağrısı“ yapıldığını söylemek oldu!..
Demek ki, facianın büyüklüğü ilk andan belliydi.
Tümüyle siyasi iradenin emrine girdiği halde TSK’ya halen güvenilmediğini varsayalım. Peki o an itibarıyla Bakan Soylu, uluslararası alarmla birlikte jandarma ve polis için neden seferberlik ilân etmedi? Soylu’nun ikinci gün yaptığı açıklamada verdiği şu rakamlara dikkat:
“Türkiye genelinden şu ana kadar 18 bin jandarma, 10 bine yakın polis sevk ettik, 10 bin jandarma talimatı daha verdik.”
15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra yapılan düzenlemelerle Genelkurmay’ın ve tüm kuvvet komutanlarının başı haline gelen Savunma Bakanı Hulusi Akar’a bakalım.
Depremin ilk günü, çok şükür bu defa “Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, destekleriyle, talimatlarıyla” ifadeleri kullanılmadan, MSB bünyesinde Afet Acil Durum Kriz Merkezi oluşturulduğu duyurularak, “TSK İnsani Yardım Tugayı unsurları ile AFAD talepleri kapsamında nakliye uçaklarının göreve hazır” olduğu, “taleplerin karşılanması için koordinasyona başlandığı“, ayrıca Bakan Akar’ın, beraberinde Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile bölgeye gittiği bildirildi.
Bakan Akar da Hatay’daki AFAD Koordinasyon Merkezi’nde, bütün bölgeye hâkim bir şekilde koordinasyon ve çalışmalarını sürdürdüğünü belirtip yaptıklarını ve yapacaklarını anlattı. Yaşanan tartışmalar bağlamında şu açıklamalarının altını çizelim:
Antakya bölgesinde 850-900 Mehmetçiğin vatandaşa yardım sağlamaya çalıştığını aktararak Mehmetçiğin, valiliklerle görüşerek verilen görevleri yerine getirmeye gayret ettiğini söyledi.
Bu zor günlerde, milletin bağrından çıkan, “peygamber ocağı“ olarak da bilinen TSK’nın büyük bir incelik ve fedakârlıkla vatandaşa yardımcı olabilmek için gayret sarf ettiğini vurgulayıp Mehmetçiğin emeğini görmezden gelenlerin, duymayanların olduğunu, bunlardan özür beklediklerini kaydetti.
İşte Akar’ın bu tepkisi, 1999’daki Marmara depreminden sonra dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun bazı sözlerini hatırlattı.
Şimdilerde o depremde TSK’nın nasıl canla başla çalıştığı, ama kimlerin hem onları hem de dönemin hükümetini nasıl yerden yere vurduğu konuşuluyor ya; Kıvrıkoğlu, düzenlediği basın toplantısında, “TSK’nın deprem sonrasında kurtarma faaliyetlerinde oynadığı role ilişkin” tartışmalara açıklık getirdi.
Konuşmasına, “Türk insanının güvendiği TSK depremden sonra ne yapmıştır?” sorusuyla başlayan Kıvrıkoğlu, önce Ordu’nun yürüttüğü faaliyete ilişkin ayrıntılı bilgi verdi. Bu çerçevede depremin hemen ertesinde bölge ve çevresindeki bütün birliklerin deprem kurtarma çalışmalarına sevkedildiğini, konuşlandırma tarihlerini de vererek tek tek sıraladı.
Ardından basına, Ordu’nun katıldığı kurtarma faaliyetlerini yeterince yansıtmadığı için sitem edip, “Mehmetçik ilk üç gün televizyonda hiç gözükmedi. Basınımız hep yabancılara ağırlık verdi. Mehmetçik size karşı buruk.” dedi. Bu durum üzerine kurtarma çalışmalarına katılan komutanlara şu talimatı verdiğini anlattı:
“Onlara dedim ki, basın sizin yaptıklarınızı görmüyorsa, siz onlara ne yaptığınızı gösterin. Kollarından tutup götürün. Onun ardından Mehmetçik de sık sık televizyona çıkmaya başladı. Biz yaptığımız işin reklamını yapmayı sevmeyiz. Yaptığımız işin fark edilmesini bekleriz. Ama bu olayda fark edilmeyince bu talimatı vermem gerekti.”s
TSK’nın devreye girmesi konusunda 24 yıl öncesi ile bugün arasında çok büyük farklar olsa da, görüyoruz ki, Mehmetçiğin kaderi değişmiyor!..
“Evet Deprem İlahi Takdir Ama”
Dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu’nun açıklamalarının devamı var.
Örneğin; Türk tarihi içinde “en büyüğü” olan bu deprem felaketin büyüklüğünde bilime yeterince önem verilmemesinin yattığını belirtip şunları söyledi:
“Evet deprem ilahi takdirin eseridir. Ama Allah’ın bize verdiği aklı iyi kullanmamamız felaketin bu boyutlara varmasına zemin hazırlamıştır. Bu felaketin mukadder olmasında bilim adamlarımızın uyarılarının ciddiye alınmamasının rolü büyüktür. Bu felaketin en büyük yararı bundan böyle bilime, uzmanlara daha çok itibar gösterilecek olmasıdır. Türk insanının kaderciliğinin, ‘Allah bizi korur’ yaklaşımının iyi netice vermediği görülmüştür.”
Örneğin; AKUT kurtarma ekibinden övgüyle söz edip, “AKUT gibi örgütlenmelerle Türkiye bu tür kötü olayları daha kolay atlatabilir.“ dedi.
24 yılda değişen ne?
AKUT’un başına gelmeyen kalmazken hâlâ “kader” deniyor ve bilim adamlarına itibar edilmiyor!..
TSK’nın Hükümete Teklifleri
Kıvrıkoğlu’nun o basın toplantısından asıl aktarmak istediğimiz bölüm şu:
“Hükümetin önünde üç yol vardı. Bunlardan birincisi, hükümetin bugün olduğu gibi mevcut yetkileriyle işi götürmesi. İkincisi, Olağanüstü Hal ilanıydı. Üçüncüsü ise Sıkıyönetim ilanı. Hangisinin seçileceği yetkisi Bakanlar Kurulu’na aittir. Sonunda hükümet bugünkü otoriteyle yapma kararını aldı. Sıkıyönetim ya da Olağanüstü Hal seçeneklerini biz de çok düşündük. Aslında sıkıyönetim olsaydı da tahribatın genişliği ve büyüklüğü karşısında yine merkezi hükümetin desteğine ihtiyaç duyulacaktı. Ancak depremin büyüklüğü orduyu da zorlardı. Olağanüstü Hal ilan edilseydi, atanacak kişi yine hükümetten destek istemek zorunda kalacaktı.”
Buradan anlaşılan, TSK’nın iktidara depremle mücadele için bir takım önerilerde bulunduğu ve iktidarın da bunlardan birisini tercih ettiği.
Bugüne gelelim.
Erdoğan, depremde yıkılan 10 ilimizde 3 ay süreyle OHAL ilân edileceğini açıkladı. Bugün de Meclis’te görüşülüp oylanacak.
OHAL’le ilgili tartışmalar bir yana, şunu soralım:
Depremden sonra kriz yönetimine ilişkin olarak TSK, iktidara herhangi bir öneride bulundu mu veya iktidar, “Ne yapılabilir? OHAL konusunda düşünceniz ne?” diye görüşünü istedi mi?
El cevap:
Akar’ın, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra, askeri okulların kapatılması konusunda görüşlerinin alınmadığının açıklandığını hatırlıyorsunuz, değil mi?
Ya bir saniyenin bile önemi varken -kriz masasında arama-kurtarma faaliyetlerini koordine etmesi gereken- Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı’nın, dün Hatay’da Erdoğan’ın arkasında hazırol vaziyette bekliyor olmasına ne dersiniz?!
Müyesser YILDIZ
9 Şubat 2023