Akademisyen-Yazar Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun 18 Aralık 2002’de uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmesiyle ilgili olarak yürütülen soruşturmada daha İddianame yazılmadan 9 ay öncesinde iktidar medyası, bu suikastın “tetikçisi ve organizatörlerini” açıklayıp hükmü verdi. 9 ay sonra kabul edilen iddianamenin de bu yönde olduğu görüldü.
Ancak Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Şubat ayında ve geçen hafta görülen davada, toplam 12 celse sonucunda “tetikçi” olduğu öne sürülen Tarkan Mumcuoğlu başta olmak üzere tutuklu tüm sanıkların adli kontrolle tahliyesine karar verildi.
Oybirliğiyle alınan bu kararın epeyce detaylı gerekçesi dikkat çekiciydi. Şöyle denildi:
“Gerek dosyaya getirtilen resmi kayıtlar, gerek sanık Tarkan Mumcuoğlu müdafilerinin dosyaya kazandırdığı kurs belgeleri ve sanık Tarkan Mumcuoğlu ile aynı dönem Kazakistan’da görevli subay ve astsubayların beyanları ve yine o dönem Kazakistan’da bulunan askerlerimize tercümanlık yapan tanığın beyanları, HTS kayıtları birlikte değerlendirildiğinde olayda tetikçi olduğu iddia edilen sanık Tarkan Mumcuoğlu’nun olaydan önce kaçak yollar ile Türkiye’ye gelip Türkiye’de söz konusu eylemi gerçekleştirdiğine dair soruşturma aşamasındaki bir kısım şüphe sebeplerinin büyük çoğunlukla sanık lehine değiştiği, yani cinayet olayında tetiği çeken failin sanık Tarkan Mumcuoğlu olmayabileceği, Tarkan Mumcuoğlu yönünden suç vasfının değişmesi ihtimali bulunduğu, gelinen bu aşamada tutukluluk halinin devamına karar verilmesinin ölçülü olmayacağı, adli kontrol tedbirlerinin uygulanmasının yeterli olacağı kanaatine varılmakla derhal serbest bırakılmasına…”
“Tetikçi” olmakla suçlanan isimle ilgili bu tespitler haliyle tutuklu diğer 5 sanığa yansıdı ve onlarla ilgili olarak da tahliye kararı verilirken şu tespit yapıldı:
“Tarkan Mumcuoğlu’nun olay zamanı Kazakistan’da olduğunu gösterdiği, bu durumda asıl fail (tetikçi) tespit edilmeden ve asıl fail (tetikçi) ile dosyamız sanıklarının varsa bağlantıları ortaya çıkartılmadan bu sanıkların tutuklu kalmalarının ölçülü olmayacağı, ilerde hak mahrumiyetlerine neden olabileceği gözetilerek…”
Savcının “10 Yılda Yapamam” Dediğini Avukatlar 1 Yılda Yaptı
Peki Mahkeme’nin kararda dikkate aldığı, “Tarkan Mumcuoğlu müdafilerinin dosyaya kazandırdığı kurs belgeleri, Mumcuoğlu ile aynı dönemde Kazakistan’da görevli subay ve astsubaylar ile onlara tercümanlık yapan tanığın beyanları” sürecinde neler yaşandı; bunları anlatalım.
Daha soruşturma sürecinde, yani iddianame tamamlanmadan Tarkan Mumcuoğlu, avukatları Eren Turan ve Enes Taner’e suikast tarihinde Kazakistan’da olduğunu belirtip o döneme dair evdeki fotoğraf albümlerinden bazı delillere ulaşabileceklerini söyledi.
O fotoğraflar bulunduktan sonra Mumcuoğlu ve ekibinin kurs verdiği Kazak askerlerin önce isimlerine, sonra kendilerine nasıl ulaşılabileceği arayışı başladı.
Mumcuoğlu bir şeyi daha hatırladı. Kazakistan’dayken kendisine Türk Büyükelçiliği tarafından tahsis edilen Balabek isimli şoför ve tercüman bulunabilirdi.
Avukatlar Turan ve Taner, şoför Balabek’e ulaştı. Soruşturmayı yürüten Savcı Zafer Ergün’e ifade vermek üzere Ankara’ya gelmesi için pasaport ve uçak işlemleri tamamlandı.
Sözkonusu gelişmeler hakkında Savcı Ergün’le görüşen avukatlar, hem kurs fotoğraflarını sundu hem de şoför Balabek’in de ifadesinin alınmasını istedi. Savcı Ergün, “Gerek yok” deyince, bu defa aynı talebi dilekçeye döktüler.
Savcı Ergün, fotoğraflardaki Kazak askerlerin bulunması isteğini ise, “Bunları araştırmaya kalksam 10 yıl sürer. Fotoğraftaki bu kalpaklının Tarkan olduğunu ne bileyim?” sözleriyle geri çevirdi.
Kazakistan’dan delil toplama süreci dava açıldıktan sonra da sürdü. Öncelikle ifadesinin alınmasını Savcı’nın reddettiği Balabek’in duruşmaya getirilmesi düşünüldü; ancak Balabek’in hayatını kaybettiği öğrenildi. Bu defa Tarkan Mumcuoğlu’nun kurs verdiği, birlikte fotoğrafları olan Kazak askerlerin isimlerine ve kendilerine ulaşma arayışı başladı. Mumcuoğlu, Azerbaycan-Ermenistan savaşında yaralandığında kendisinin yardım ettiği Teymür isimli Azeri askerin bu Kazak askerleri tanıyabileceğini söyledi.
Sonrasını henüz 8 yıllık Avukat olan Enes Taner’den dinleyelim:
“Teymür’e ulaştık, fotoğrafı gösterdik. İki Kazak askeri tanıdı, isimlerini verdi. Hemen Kazakistan Büyükelçiliği ile temasa geçip fotoğrafla birlikte bu iki ismi gönderdik, kendilerine nasıl ulaşabileceğimizi sorduk. Büyükelçilik hemen yardımcı oldu; o isimleri, hatta fotoğraftaki tüm askerleri buldu, durumu aktardı. Ancak büyük bölümü halen görevde olduğu için tanıklıktan kaçındı. Sadece bir Albay emekli olmuş; o olumlu cevap verince telefonunu bize ulaştırdılar. Biz de mesaj atarak Türkiye’ye gelip ne biliyorsa anlatıp anlatamayacağını sorduk. Rusya’da özel bir şirkette çalıştığı için izin alabildiği takdirde geleceğini bildirdi. Nihayetinde biletini ve kalacağı yeri ayarladık. Duruşma günü onu hazır ettiğimizi söyleyince de Mahkeme tanık olarak dinlenmesini kabul etti. O da bildiği, gördüğü her şeyi, özellikle Tarkan Mumcuoğlu’nun cinayetin işlendiği Aralık ayı boyunca hep Kazakistan’da olduğunu anlattı. Fotoğrafların çekildiği yaklaşık tarihleri verdi. Mumcuoğlu ile birlikte Kazakistan’da görev yapan diğer askerler de onu tanıdı ve beyanlarını doğruladı. Özetle Savcı’nın toplamadığı, toplamaya gerek duymadığı delilleri kendi imkânlarımızla topladık. Sonuçta da Mahkeme bunları dikkate alarak tahliye kararları verdi.”
Böylesine önemli bir davada, Savcı’nın maddi gerçeğe ulaşma adına tüm delilleri toplamadan iddianame hazırlaması ve tüm bu gelişmelere rağmen, iddialarının arkasında durması üzüntü verici, değil mi?
Ya Savcı Duruşmada Yoktu ya da Ben
Ne demek istiyorum? Şunları:
Birincisi; Mahkeme Şubat’taki celselerin sonunda 38, geçen haftaki celselerin sonunda da tam 64 maddelik ara karar aldı. Bunlar, “kovuşturmanın genişletilmesi” dense de, adeta soruşturmanın sil baştan yapılmasına yönelik kararlardı.
İkincisi; Mahkeme’nin tahliye kararından sonra Savcı Zafer Ergün, buna itiraz edip sanıkların yeniden tutuklanmasını isterken yargılama sürecinde çürütülen delilleri gerekçe gösterdi.
Örneğin; o fotoğraflara ve tanık beyanlarına rağmen, “Tarkan Mumcuoğlu’nun kısa süreli de olsa bir şekilde yasadışı yollardan (sahte kimlik, sahte pasaport) ülkemize gelmiş olma ihtimalinin halen bulunduğunu” savundu.
Merhum Necip Hablemitoğlu’nun eşi Şengül Hablemitoğlu’nun ağır ifadelerle eleştirip, “Söyledikleri doğru değil.” dediği eski AKP Milletvekili Ramazan Toprak ve eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın’ın ifadelerine itibar etmeyi sürdürdü.
Duruşmada tanık olarak dinlenen, iddianamenin dayanağı yapılan Gazeteci Zihni Çakır’ın beyanlarıyla soruşturmanın gizliliğini ihlal ettikleri ortaya çıkmamış, hatta Çakır, Savcı hakkındaki “Bylock” iddialarını dillendirmemiş gibi, yine Çakır’ın soruşturma aşamasındaki ifadesini esas aldı.
Keza, gerek Enver Altaylı’nın avukatları gerekse Levent Göktaş’ın avukatı Ali Soykan’ın soruları üzerine, 21 yıl önce Altaylı ve Mustafa Özcan’ın yaptığı konuşmayı kapı aralığından dinlediğini belirterek sanıklar aleyhine ifade veren, Altaylı’nın şoförü Nizamettin Avşar duruşmada, Emniyet sorgusunda gizli tanık yapılmak istendiğini itiraf etmemiş, Altaylı ve Özcan arasında “Levent” isminin geçtiği konuşmada kastedilen kişinin Levent isimli bir gazeteci olabileceğini, bu konuşmanın da 2001’de veya 2003’te yapıldığını, ayrıca “suikast parası” denilen 30 bin doların, kendisinin aracılık yapıp payını aldığı bir ihale olduğunu anlatmamış gibi, Avşar’ın sorgu aşamasındaki ifadelerini tekrarladı.
Bu gerekçeleri görünce de, haliyle, “Duruşmada ya Savcı yoktu ya da ben.” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Savcı’nın itirazının sonucunu duymuşsunuzdur; hem tahliye kararlarını veren 28. Ağır Ceza Mahkemesi hem de bir üst mahkeme olan 29. Ağır Ceza Mahkemesi, oybirliğiyle reddetti.
Müyesser YILDIZ
24 Mayıs 2023