Başbakan Davutoğlu’nun Suudi Arabistan’dan dönerken Mahsun Kırmızıgül’e verdiği cevap kadar ilgi çeker mi bilmem; ama o gezide yaşanan bir “ilk” ve tarihi “poz”un üzerinde durmak istiyorum.
Davutoğlu’nun S. Arabistan seyahatinin Umre programından sonraki kısmına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar da katıldı.
Kasım 2012’de Necdet Özel’in 20 yıl aradan sonra Suudi Arabistan’a resmi ziyarette bulunan ilk Genelkurmay Başkanı olduğunu, bu ziyaretin kapsamında “Ortak Askeri Komite” toplantısı, askeri öğrenci değişimi anlaşması, savunma sanayi alanındaki işbirliği ve ortak tatbikatlar gibi konuların bulunduğunu hatırlattıktan sonra Davutoğlu’nun dönüş yolunda Akar’ın Riyad heyetinde yer alması konusunda yaptığı şu değerlendirmeye geçelim:
“Bu doğal kabul edilmesi gereken bir husus. Böyle şeylere Genelkurmay Başkanımız katılmıyor. Cumhurbaşkanımızın son ziyaretinde, Suudi Arabistan ile yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyi mekanizması kurulmasına karar verildi. Yoğun bir savunma sanayi işbirliği var.. O nedenle Genelkurmay Başkanımızın olmasını istedim. Daha önce bu kararı aldık. Kasım ayı gibiydi. Bundan sonra da Genelkurmay Başkanımız bu tür toplantılara katılacak. Bunu olağanüstü bir gelişme olarak görmemek lazım. Devletin üst kademesinde uyumlu bir çalışma ortamı yaşanıyor, bu aşağıya da yansıyor… Genelkurmay Başkanımız benim yaptığımız görüşmelere muttali olup fiilen aldığımız kararları gördüğünde bunun alana yansıması çok daha farklı oluyor.”
Burada bir parantez açıp, Davutoğlu’nun belirttiği “Suudi Arabistan’la yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyi mekanizmasına” ilişkin gelişmeleri özetleyelim:
Bilindiği gibi S. Arabistan öncülüğünde bir “İslâm veya Sünni Ordusu” kuruldu. İttifaka Türkiye’nin de dahil olduğu açıklandığında tartışmalar yaşandı. Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tanju Bilgiç, “Bu, askeri bir güç değil ve askeri güç oluşturulması gündemde değil” diyerek girişimin “istihbari ve ideolojik” ayağına dikkat çekti. Ancak önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Riyad’da kurulacak mekanizmanın tüm aşamalarında yer alacağımızı” duyurdu. Sonra da Erdoğan Riyad ziyaretinin ardından, “Türkiye’nin bu ittifakta yer aldığı” mesajını verdi.
Davutoğlu’nun Riyad-Ankara yolunda yaptığı açıklamalara dönersek; Şunu da vurguladı:
“Bu ziyaretin en önemli gündem maddelerinden biri de Suriye. Cenevre ile bunun bir düşmesi iyi bir tevafuk oldu. Türkiye’nin o kadar geniş bir dış politika perspektifi var ki her yerde olması gerekiyor.”
Davutoğlu bunu söylerken, Suudi Dışişleri Bakanı Adil el-Cübeyr’den şöyle bir açıklama geldi:
“Müzakereler başarısız olursa, Suriye’li muhalifleri askeri olarak destekleyeceğiz.”
Davutoğlu’nun Riyad Öncesi Mesajları
Başbakan Davutoğlu’nun Riyad ziyareti öncesi katıldığı bir tv programında, “Cenevre süreci, buradan bir sonuç alınıp, alınmayacağı ve ABD ile Rusya’nın anlaştığı iddiası” konularında verdiği şu mesajlara dikkat çekmemiz gerekiyor:
“PYD’nin Cenevre sürecine katılmaması için ağırlığımızı koyduk, gerekirse bir daha koyarız. Bizim boykot etmemizle birlikte süreç biraz da Birleşmiş Milletler tarafından yürütülecek.”
“Sonuç alınması kolay değil. Maalesef Suriye içinde zaten hassas olan etnik ve mezhebi gerilimler derinleşmiş, durumda ama başka da bir alternatifi yok. Yani oturulup konuşulacak ve mutlak surette bir geçiş süreci kabul edilerek, bu geçiş süreciyle birlikte Suriye’de tekrar yaraların sarılmasını getirecek bir dönemin açılması için gayret sarf edilecek. Bunun başka yolu yok.”
“Şu anda uluslararası konjonktür o kadar dinamik ki, Suriye’deki dengeler de o kadar dinamik ki, öyle iki tarafın, ABD ile Rusya’nın bir çerçevede anlaştığını ve bunun sabit kalacağını öngörmek mümkün değil.”
Davutoğlu’nun bu sözlerinden sonra ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin, Suriyeli muhalifler ve BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura arasındaki görüşmelerin başladığı gün yaptığı açıklamada kullandığı şu ifadelerin de altını çizelim:
“Suriye çok büyük bir insani yıkım ile yüz yüze kaldı. Son aylarda tüm tarafların dahil olduğu bir diplomasi sürecinin başlamış olması memnuniyet verici. Bu diplomasinin amacı şiddeti azaltmak, DAEŞ gibi terörist grupları izole etmek, barışçıl, kapsayıcı ve çoğulcu bir Suriye’nin temellerini inşa etmektir… Bu görüşmelerin odak noktası, ülke genelinde ateşkesin uygulanması ve şiddeti bitirecek siyasi geçiş süreci için bir yol açmaktır… Cenevre’deki görüşmeler, ülke genelinde ateşkesin uygulanması ve 18 aylık süre içinde seçimlerin yapılması anlamında temel teşkil ediyor…”
Davutoğlu ve Kerry’nin; “Süreci BM’nin yürütmesi… Suriye’de etnik ve mezhebi gerilimlerin derinleşmesi… Geçiş süreci… Yaraların sarılması… Ateşkes… Çoğulcu bir Suriye’nin temellerini inşa etmek…” vurguları… Bunların üstüne Davutoğlu’nun Riyad ziyareti, bu ziyarete Genelkurmay Başkanı’nın da dahil olması ne anlama mı geliyor?
Tevafuk mu RAND Planı mı?
ABD’nin meşhur bir düşünce kuruluşu var; Rand Corporation… Pentagon için araştırma yapan, planlar hazırlayan bir kuruluş.
Özellikle Türkiye ile “öngörüleri” şimdiye dek bire bir tuttu. Öyle ki, CHP’li Umut Oran 2014’te bu konuda Meclis’e bir önerge dahi verdi. Daha 1996’da Erdoğan ve Gül’ün “pozisyonunu” da bildi, Türkiye’nin Barzani ile “müttefikliğini” de… Deniz Baykal’ın CHP’nin başından “gideceğini” vs. de…
Rand’in “Arap Baharı”na ilişkin bir raporunda ise TSK’daki “dönüşüm”e değinilip, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Müslüman Kardeşler ve Selefi hareketlerle eşgüdüm halinde çalışmasına müsaade edilmesi” anlatıldı.
İşte bu meşhur kuruluş geçen Aralık’ta Suriye’yle ilgili de bir “çalışma” veya “plan” yaptı; Adı “Suriye İçin Barış Planı”…
Takip edebildiğim kadarıyla sadece Star Gazetesi’nden Saadet Oruç’un, o da küçük bir bölümüne dikkat çektiği 10 sayfalık planda, haritalar eşliğinde Suriye’nin dünü ile yarınına ait “öngörüler”in yanısıra, Türkiye ve Suudi Arabistan’a biçilen “misyon” da yer alıyor.
Satır satır okunması gereken önemli bir rapor. Bunu bizim için tercüme eden, yıllarca BM ve NATO’da görev yapan emekli Kara Pilot Albay Ercan Caner’e teşekkür ettikten sonra raporun can alıcı bölümlerini özetleyelim.
Öncelik Artık Esad’ın Gitmesi Değil
Mesela şu tespitler var:
“Suriye’de sürmekte olan çatışmalar, bütün bir genç Müslüman jenerasyonunu radikalleştirmekte, yüzbinlerce masum insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olmakta, milyonlarca Suriyeliyi evlerini terk etmeye zorlamakta, Avrupa’yı bir arada tutan bağları zayıflatmakta ve ABD ile dünyanın her yerinde dinsel hoşgörüsüzlüğü giderek büyütmektedir. Suriye’de tesis edilecek herhangi bir barış yöntemi neredeyse savaştan çok daha iyi bir seçenek haline gelmiştir.”
“Suriye’de sürmekte olan savaş, Esad’ın zalim ve acımasız yönetimine karşı siyasi bir isyan olarak başlamıştır. Son dört yıl boyunca herkesin birbiri ile çatıştığı bir savaşa dönüşmüş durumdadır… Bir zamanlar Esad rejimini devirmenin sağlayacağı insani, stratejik, politik ve ekonomik faydalar tartışılmakta iken, bugün o zamanlar artık çok geride kalmıştır. Şimdi gelinen noktada ise, Başkan Esad’ın yakın zamanda gitmesi veya kalması tamamen bir çıkar meselesidir ve ABD hangi seçenek savaşı daha çabuk sonuçlandıracak ise o yönde hareket etmek zorundadır.”
“Barış” için de şu iki yol öneriliyor:
“İlk yol, Suriye’de savaşan taraflar ve onların dış destekçilerinin de katılımı ile devlet kurumlarının reformlarını, yeni bir hükümetin kurulmasını ve seçimler için planı da içerecek şekilde kapsamlı bir siyasal düzenleme üzerine odaklanmaktır.”
“İkinci yol ise yeniden şekillendirilmiş ve yapılandırılmış bir Suriye devlet ve hükümeti için ilave görüşmelerin takip edeceği derhal bir ateşkesin tesis edilmesidir.”
Rand Planı’nda, “tercih edilebilir çözümün ilk yol olduğu”, ancak muhalifler arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle değil liderlik, yeni Suriye devletinin kurulması konusunda dahi görüş birliği sağlamanın imkansızlığından söz edildikten sonra şöyle deniliyor:
“Ulaşılabilecek en iyi sonuç, derhal bir ateşkes ile birlikte nihai kurumsal reformları içeren genel bir formül olabilir… Nihai politik çözüm için ateşkesin sağlanması yeterli olmasa da en azından ateşkes, çözüm için gereken ilk adım olabilir.”
Türkiye’ye Sünnilerin Garantörlüğü Görevi
Planda, Suriye’nin kabaca “Hükümet, Kürtler, Sünni muhalif gruplar tarafından kontrol edilen bölge ve IŞİD bölgesi” olarak 4’e bölünmesi gerektiği anlatılırken de şu görüşler savunuluyor:
“Birinci gerçek, 4 yıldır süren savaş ve 250 binden fazla ölü sayısının, Suriye’yi kesin bir şekilde mezhepsel ve etnik köken olarak ayrıştırdığı gerçeğidir. Uzun vadede bu ayrışmaları ortadan kaldırmanın hedeflenmesi, fakat kısa vadede bu ayrışmanın varlığının kabullenilmesi gerekmektedir. İkinci gerçek, ABD ve ortakları tarafından son dört yıldır yürütülen temel yaklaşım olan, muhalif unsurlar tarafından oluşturulan askeri gücün, mevcut iktidarı devirmesi fikrinin başarıya ulaşma şansının olmadığıdır. Üçüncü gerçek, mevcut muharebe hatlarının ideal olarak zor da olsa, ateşkesin tesis edilmesi için temel dayanak olmasıdır. Sınırlı arazi değişimleri, savaşan tarafların birbirlerinden ayırımını ve ateşkesin uygulanmasını kolaylaştırmak için gerekli olabilir. Sözü edilen gerçekler göz önüne alındığında, Suriye’de süregelen kan dökmeyi durdurmak için en ümit verici çözüm; etnik ve mezhepsel ayırımlar ile mevcut muharebe hatlarına dayanan arazi bölünmelerinin kabul edilmesi ve mahalli topluluklara önemli ölçüde güç ve yetki verilmesidir.”
Ateşkes ve bu “bölünmenin” kabul edilmesinden sonrası için de şu “önerilerde” bulunuluyor:
“Ateşkesin hemen ertesinde, daha önce yapmamış ise BM, ateşkesi kabul eden Suriye’deki bütün grupların temsilcilerini, birleşmiş bir Suriye inşa etmenin esaslarını belirlemek üzere toplantıya çağırabilir. Ortaya çıkacak yeni devlet, federasyon veya konfederasyon yapısında olabilir.”
“Ateşkesin uluslararası gözetimi ve politik süreçlerin yerine getirilmesi için destek sorumluluğu, Bosna Modelinde olduğu gibi yukarıda sıralanan ülkeler ve önemli ölçüde katkıda bulunmaya hazır diğer ülkeler tarafından oluşturulmuş bir Barış Uygulama Konseyi tarafından yerine getirilmelidir. Bu konseyin ateşkesin sağlanmasını garanti altına alabilmesi için görev tanımı ve yetkilendirilmesi BM tarafından yapılmalıdır… Bütün gruplar şunu bilmelidirler ki, ateşkesi ihlal edenlere dış destek ve yardımlar kesilecektir.”
“Belirli büyüklükte uluslararası askeri bir gücün ateşkesi izleme ve sürdürme maksadıyla bölgede bulunması gerekebilecektir. Dış güçler, kendilerine dost olan bölgelerde görev yapabilirler. Rus kuvvetleri hükümet bölgesi için en aşikâr çözümdür. ABD birlikleri, Ankara’nın Güvenli Bölgenin zaman içerisinde yavaş yavaş Kürt saldırıları için bir üs oluşturacağı veya Kürt Devletine temel olacağı yönündeki endişelerini yatıştırmak için ABD en uygun konumda olduğundan Kürt kontrolündeki bölge için ABD kuvvetleri mantıklı görünmektedir. Son olarak, Sünni devletlerden oluşturulan kuvvetler, belki de bölgenin kuzey bölümünde Türk birlikleri, güney bölümünde de Ürdün kuvvetleri olmak üzere, Sünni Arap muhalifleri bölgesi için mantıklı bir yaklaşımla dış garantör görevini yürütebilirler.”
Askeri Çözüm İsteyen S. Arabistan’ın İknası
ABD ve Rusya’nın belli esaslar çerçevesinde yapacağı anlaşmanın, diğer ülkeleri de anlaşmaya dahil etmede sağlam bir temel oluşturacağını vurgulayan Rand, İran ve Rusya başta olmak üzere tüm aktörlerin tek tek bu plana nasıl ikna edileceğine dair önerilerini de sıralarken, Türkiye ve Suudi Arabistan konusunda şu tespitlerde bulunuyor:
“Masanın etrafındaki yirmiden fazla katılımcının ayrıntılı bir anlaşma üzerinde mutabık kalmasının zorluğu göz önüne alındığında BM’nin de, Rusya ve ABD’nin anahtar konumundaki ortakları olan Suudi Arabistan ve Türkiye de dâhil olmak üzere taraflar arasındaki özel ikili görüşmeleri başlatması gerekmektedir.”
“Antlaşmaya dâhil edilmesi en zor olan ülke Suudi Arabistan olacaktır. Riyad kesin olarak, Suudi Arabistan’ın, Esad’ın İran’daki destekçileri ile şiddetlenen rekabeti nedeniyle artan bir kararlılıkla Esad’ın iktidardan uzaklaştırılmasını talep etmektedir. Mevcut durumda Suudiler, kısa dönemde Esad’ın iktidardan uzaklaştırılmasını içermeyen somut her türlü anlaşmaya şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Suudi temsilcileri kabul edilebilir bir siyasi çözüm alternatifinin, örneğin Esad’ı iktidardan indiren ve İran’ın etkilerini elimine eden bir ‘askeri çözüm’ olduğunu ısrar etmektedirler.”
“ABD’nin Riyad yönetimini, bu çözümün, bölge genelinde ve ötesinde gittikçe yaygınlaşan aşırılık da göz önüne alındığında çok maliyetli bir bataklıktan kurtulma reçetesi olduğu yönünde ikna etmesi gerekecektir. Washington bu yöndeki çabalarında, savaşı durdurmaya ve Sünni nüfusu korumaya odaklanmış, Ürdün, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi diğer Sünni Arap devletlerin desteğini sağlayabilir.”
Davutoğlu ve Kerry’nin son açıklamaları ile Aralık tarihli Rand Planı’ndaki ifadeler ne kadar da örtüşüyor;
Ve Türkiye-Suudi Arabistan “muhabbeti” ile o “tarihi kare”nin anlamı biraz daha netleşmiş oluyor, değil mi?
Hâle bakın; Kıbrıs’ta garantörlükten vazgeçmemiz için “sopa” sallayanlar, Suriye’de garantörlük “havucu” uzatıyor… Türkiye buna da kanarsa, başımız çok fena halde dertte demektir!..
Müyesser YILDIZ
1 Şubat 2015
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/o-fotografin-sirri-0102161200.html
Odatv yeni link: https://odatv4.com/makale/o-fotografin-sirri-0102161200-88881