
Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarına, illa da Gazeteci-Yazar Merdan Yanardağ’a yönelik “casusluk” operasyonuna ilişkin açıklama, TRT veya yandaş bir kanalda başlayacak olan yeni bir istihbarat dizisinin senaryosu gibiydi. Ancak sabahın köründe Merdan Yanardağ’ın gözaltına alınması, Tele 1’de arama yapılması ve aynı akşam kanala kayyım atanmasıyla mesele anlaşıldı.
Güya soruşturmada gizlilik kararı var; ama iktidar medyası yine işbaşında çarşaf çarşaf yayınlara başladı.
4 Temmuz’da casusluk yaptığı ve yabancı ülkeler lehine ajanlık faaliyetlerinde bulunduğu suçlamasıyla tutuklanan Hüseyin Gün adlı birisine ait olduğu değerlendirilen belgeler içinden İngiliz İstihbarat Teşkilatı MI6’ten birçok isim ve “FETÖ”nün firari imamlarından Mustafa Özcan’la bağlantılar tespit edilmiş.
İktidar medyasının attığı başlıklardan ikisi şöyle:
“MI6 bağlantısı belgelendi, FETÖ izi çıktı… İngiliz istihbaratına Erdoğan’ı sordu”
Ne Casuslar Gördük
Milletin tüm bilgileri menkul kıymetler borsasına sunulur gibi ortalığa saçılmış, devletin yazılımlarını kimler yapıyor meçhul ve ülkede ne idüğü belirsiz insanlar ülkede cirit atarken, özellikle Merdan Yanardağ’ın hem de İsrail adına casusluk yapmakla suçlanması akıl alır gibi değil.
“Casusluk operasyonu” denince, gel de hemen şunları hatırlama.
ABD’li Papaz Rahip Brunson “FETÖ” adına casusluk yapma suçlamasıyla tutuklandı. Erdoğan, “Bu fakir bu görevde olduğu sürece teröristi alamazsın. Çünkü Müslüman yılan deliğinden bir defa sokulur” dedi. Ama Trump, “ekonominizi mahvederim” tehdidi savurunca apar topar gönderildi…
Yine Erdoğan, Alman vatandaşı Gazeteci Deniz Yücel’in “tam bir ajan terörist” olduğunu ve ellerinde görüntüleri bulunduğunu açıkladı. Ama Almanya bastırınca, iddianamesinin çıktığı gün tahliye edilip Almanya’nın beklettiği bir uçakla ülkesine gönderildi…
Ya Kasım 2021’de İsrailli bir çiftin, Çamlıca Kulesi’nden Erdoğan’ın konutunu görüntüleyerek “casusluk” suçlamasıyla gözaltına alınıp tutuklanması olayı?! İsrail ayağa kalktı. Dönemin Başbakanı Naftali Bennett, “Türk devlet medyasının bu ikilinin ‘casus’ olduğuna dair iddialarının gerçeği yansıtmadığını” bildirip “Dışişleri Bakanlığı öncülüğünde İsrail’in en üst düzey yetkililerinin bu konuyla ilgilendiğini ve bir an önce çözüm bulmak için çalıştığını” söyledi. İsrail’den birileri geldi, bu çiftle görüştü. Birkaç gün sonra İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid’in uçakla alıp onları götürdüğünü, peşinden İsrail Başbakanı ile Dışişleri Bakanı’nın, “Türkiye Cumhurbaşkanına ve hükümetine işbirlikleri için teşekkür ettiklerini” gördük. Ayrıca Türkiye’nin İsrail’den “teşekkür mektubu” istediğini ve İsrail’in de bu mektubu gönderdiğini duyduk…
19 Eylül’de Olanlar
Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları ile Merdan Yanardağ’a yönelik “casusluk” suçlamasında; operasyonun yapılmasına sebep olan Hüseyin Gün’ün bir MI6 mensubunu telefon rehberine, “Eski MI6 Başkanı Richard Moore’un arkadaşı” olarak kaydettiği bilgisinden hareketle de şunları hatırlatalım:
2014-2018 yılları arasında Ankara Büyükelçiliği yaptıktan sonra MI6’in başına geçen Moore, 1 Ekim’de görevi kendisinden devralacak olan yeni Başkan Blaise Metreweli ile birlikte 19 Eylül’de İstanbul’daki İngiltere Başkonsolosluğu’nda bir basın toplantısı düzenledi.
Türkiye’den “ikinci vatanım” diye söz eden Moore’un bu toplantısının sebeb-i hikmeti, Rusya başta olmak üzere dünyanın diğer ülkelerinden casuslarla iletişime geçmek ve gizli bilgileri almak için geliştirdikleri “Silent Courier – Sessiz Kurye” adlı bir projeyi tanıtmaktı. Ki, Moore’dan önce İngiltere Dışişleri Bakanı Yvette Cooper proje hakkında, “MI6, Rusya’da ve dünyanın dört bir yanında İngiltere için yeni casuslar toplayabilecek.” demişti.
Richard Moore o toplantıda, söz konusu projeyi tanıtıp, ajanlık yapmak isteyenlere çağrıda bulunmakla kalmadı, MİT’in önceki Başkanı Hakan Fidan ile mevcut Başkan İbrahim Kalın’la yakın işbirliği yürüttüklerini vurguladı.
Moore, CHP’li Namık Tan’ın, “Putin muhalifleri için küresel lansman”, Gazeteci Cansu Çamlıbel’in de “Alo MI6 promosyonu” olarak nitelediği bu konuşma için neden İstanbul’u seçtiğini ise şöyle açıkladı:
“İstanbul’u seçmem sadece duygusal sebeplerle sınırlı değil: Türkiye, yüzyıllardır olduğu gibi bugün de uluslararası sistem açısından kritik öneme sahip. MI6 Başkanı olarak uğraştığım hemen her konuda Türkiye kilit bir oyuncuydu. Bir NATO müttefiki olarak Türkiye, özellikle etnik akrabaları olan Kırım Tatarlarının yaşadığı dramdan etkilenerek, ama hepsinden önemlisi, uluslararası hukuka, BM Şartı’na bağlı kalarak Ukrayna’nın egemenliğinin güçlü bir destekçisi oldu.”
TRT, Anadolu Ajansı, NTV, CNN Türk ve Habertürk başta olmak üzere çok sayıda gazeteciyle birlikte bu toplantıyı izleyen Cansu Çamlıbel’in aktardığı ayrıntılar ve yorumları önemliydi.
Örneğin Moore, Esad’ı devirmeden 2 yıl önce HTŞ ile ilişki kurduklarını gururla anlatmıştı.
Çamlıbel’e göre, Moore’un bu ziyaretinin perde gerisindeki amaçlarından birisi, yerine gelen ilk kadın başkan Blaise Metreweli’yi Türk muhataplarına tanıştırmaktı ve bu belki de toplantıdan önce gerçekleşmiş veya sonrasında gerçekleşecekti.
Çamlıbel, MI6 Başkanı’nın “dünyadaki tüm Ruslara, Çinlilere ve İranlılara meydan okumak için neden Türkiye’yi seçtiğini” şöyle yorumladı:
“Demek ki, Türkiye’nin NATO bloğunun ‘tartışmasız’ bir aktörü olduğuna koyu vurgu yapılması ihtiyacı hasıl oluyor! Bir de işin Türkiye’deki iktidar içi dengelere kadar uzanabilecek bir çakışma boyutu var ki evlere şenlik! İktidar ittifakının ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli birden bire ‘ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı Türkiye-Rusya-Çin’den müteşekkil ‘TRÇ’ ittifakını öneriverdi. Ertesi gün, MI6 Başkanı Rusya’daki ve dünyadaki tüm Ruslara ve hatta Çinlilere ve İranlılara ‘artık ajanımız olmak bir mesaj uzaklıkta’ promosyonunu İstanbul’dan yaptı. Aynı günün akşamında ise ABD Başkanı Donald Trump ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı nihayet 25 Eylül’de Beyaz Saray’da ağırlayacağını duyurdu. Tevafuk işte!”
Çamlıbel, son olarak şunları sordu:
“Bakalım Rusya MI6 Başkanı Moore’un kendilerine meydan okuyan basın toplantısının İstanbul’da yapılmasına Türk tarafının itiraz etmemesine ne şekilde yanıt verecek? Sahi, AKP hükümeti acaba Moore’un basın toplantısında neler söyleyeceğine tüm detaylarıyla vakıf mıydı, yoksa bir tür oldubittiyle mi karşı karşıya kaldılar?”
Benzer sorular iktidarın gazetelerinden Milliyet’in Yazarı Deniz Kilislioğlu’ndan da geldi. Kilislioğlu, “Bu açıklamayı Türkiye’de yapmasının sebebini ‘bu ülkeye olan aşkı’, ‘Türkiye’nin uluslararası sistemdeki kilit rolüyle’ izah etti, ama elbette bu izah pek tatmin edici olmadı. Toplantıya çağrılan gazeteciler bu derin soruya yanıt bulamadı ama herhalde Ankara’da bu sorunun cevabını bilen birileri vardır.” dedi.
Olayı “Türkiye’ye kabile devlet muamelesi” olarak değerlendiren Gazeteci Barçın Yinanç ise şu sert satırları kaleme aldı:
“Moore’un İstanbul’daki basın toplantısının içeriğinden Türk tarafının habersiz olması ihtimali bir skandal, haberi olup yeşil ışık yakması ayrı skandal. Ak Parti iktidarı bir yandan Putin’le arayı yapmaya çalışırken, Rus lideri devirmek için ajan devşirme çağrısının, İstanbul’dan Rus Konsolosluğu’na beş dakikalık yürüme mesafesinden yapılmasına onay vermek artık Türkiye’yi kimsenin ciddiye almadığı ve almayacağı anlamına gelir… Putin’in, önce hapse atılıp sonra öldürülen en ciddi rakibi Navalni’ye atıfta bulunurken, misafir olduğu şehrin belediye başkanının hapiste olduğu bir an için aklından geçmemiş midir?.. Moore’un basın toplantısı Türkiye’nin artık ciddi bir devlet olmadığını, ciddiye de alınmadığının en somut göstergesidir. Bu diplomatik rezalet ancak iki şekilde açıklanabilir: İktidar, herkesin gözü önünde muhalefeti boğazlarken, kimse sesini çıkarmasın, itiraz etmesin diye, her tür diplomatik istiskali yutmaya niyetli. Ya da her alanda olduğu gibi uluslararası ilişkilerde de yönetim krizi yaşanıyor… Ya da her ikisi birden. Uluslararası saygınlığını, ciddiyetini yitirmiş bir ülkede yaşıyoruz. İşin kötüsü Türkiye’nin uluslararası muhatapları da bunun farkında.”
23 Eylül’de Sabah’taki “Ahtapotun Yurtdışı Kolları” Yazısı
Moore’un toplantısı iktidarın gazetesi Sabah’ta da konu edildi. Mahmut Övür 21 Eylül’de, “Hayırdır, İngiliz ajanı bunu açıklamak için neden Türkiye’yi seçti? Bu bana İstanbul’daki 6-7 Eylül 1955’te yaşanan olaylarda Beyoğlu’nda ortaya çıkan ünlü James Bond yazarı Ian Fleming’i hatırlattı. Bu kez neyin peşinde olduklarını yakında görürüz. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil.” dedi.
23 Eylül’deki “Richard Moore ve İBB dosyası” başlıklı yazısında ise, “neden Türkiye’yi seçti?” sorusuna diplomatik çevrelerden akla yakın bir cevap verilmediğini vurguladıktan sonra Barçın Yinanç’ın, “Deneyimli İngiliz casus/diplomat, yarın bir gün İngiliz Konsolosluğu’na adım attık diye casuslukla suçlanacağımız, cadı avının yaşandığı bir ülkede yaptı konuşmasını.” ifadesine atıfla, konuyu Ekrem İmamoğlu’na şöyle bağladı:
“’Ne alaka?’ dediğinizi duyar gibiyim. Sahi ne alaka? Bu ülkede ne zaman casuslukla ilgili bir ‘cadı avı’ oldu? Herhalde daha önce yargıya intikal eden MOSSAD veya başka istihbarat örgütlerine yönelik operasyonlar kastedilmiyor. Peki ne kastediliyor? Herhalde önümüzdeki süreç kastediliyor. Oraya girip çıkanlardan söz ediliyor. İşte bu bana ilginç geldi. Yinanç’ın bir bildiği mi var bilmiyorum ama Richard Moore’un ve halefinin İstanbul’da basın toplantısı yapmalarının altında bizzat Türkiye’ye ilgilendiren bir gerçek var. Suriye’den veya Rusya’yı kışkırtacak şeylerden söz etmeleri işin sadece ‘tehdit’ ve ‘cambaza bak’ kısmı… Bu iki ülke üzerinden Türkiye uyarılıyor. Bu ülkede, Kraliçe’ye bağlılığı malum siyasetçilerin, fondaş gazetecilerin sayısı hiç az değil. Bir ara ‘yolsuzluk’ iddiasıyla tutuklu Ekrem İmamoğlu’nun fırtınaya teslim olan İstanbul’u bırakıp İngiliz büyükelçiyle bir balıkçıda buluşması bu minvalde çok tartışıldı. Bu bir Zelenski projesiydi ve başka ayakları da var. ‘Bu da nereden çıktı?’ demeyin… Şu İBB eksenli yolsuzluk soruşturması başladığında Başkan Erdoğan çok çarpıcı bir tespit yapmıştı: ‘İstanbul’dan Türkiye’ye ve yurtdışına uzanan ahtapotun kolları bir bir deşifre oluyor.’ Sahi Türkiye ‘dostu’ Richard Moore’u İstanbul’a getiren bu ihtimal olmasın? Önümüzdeki ayın ortalarında İBB dosyasıyla ilgili iddianame açıklanacak. O iddianamede sadece ‘yolsuzluklar’ mı olacak yoksa ahtapotun yurtdışına uzanan kolları da yer alacak mı? Belki o zaman yolsuzluktan yüzleri kızarmayanların yüzleri kızarır.”
Yine Mahmut Övür 11 Ekim’de, MI6’nın patronunun İstanbul’da toplantı yapmasını ve ABD-Rusya gizli servislerinin Türkiye’de buluşmalarını bu defa da, “Yeni dönemin önemli işaretleri. Boşuna ‘merkez ülke’ tanımı yapılmıyor” diye değerlendirdi.
Teröristbaşının Buyruğunu da Unutmayalım
Merdan Yanardağ ve Tele 1 operasyonuna dönersek;
Televizyonda ne gibi “suç” unsurları bulundu da kayyım atandı, bilmiyoruz. Dün de kayyım sonrası YouTube’a yüklenen videoların silinmeye başlandığı, ardından Tele 1’in Youtube kanalının tamamen ortadan kaldırıldığı ortaya çıktı.
Yani Yanardağ daha gözaltındayken Tele 1 tamamen susturuldu.
O halde İmralı sözcüsü Pervin Buldan’ın 15 gün önceki açıklamasını da hatırlamak gerekmez mi?
Teröristbaşının, “birçok kanal ve yorumcunun düşmanca dili sürdürmesinden” yakındığını aktardıktan sonra bunun kendilerinin çözeceği bir sorun olmadığını belirten Buldan, “Çünkü baktığımızda bugün medya da hükümetin elinde, yargı da AKP’nin elinde. Her gücü olan, yaşamın her alanına hakim olan bir iktidardan bahsediyoruz. Dolayısıyla bütün bunları iyileştirmek, ortadan kaldırmak yine iktidarın görevi. Ama bu konuda da bir ilerleme kaydedilmediğini de belirtmek istiyorum.” dedi.
Ergenekon-Balyoz kumpasları döneminin “kullanışlı aptallarından” olan Yıldıray Oğur da, teröristbaşının bir süredir Sözcü Tv ve Tele 1’i izlediğini kaydedip, bu iki kanaldan şikâyetçi olduğunu öne sürdü. İmralı heyeti, teröristbaşının kanal ismi vermediğini savundu; ama, ne tesadüf, işte Tele 1’in başına bunlar geldi!..
Mesaj Çok Büyük
Toparlarsak; Tele 1 ve Merdan Yanardağ nasıl biliniyor?
Evet, programlarda DEM’lilere bolca alan açıldı; ama açılım karşıtı yorum ve haberler de teröristbaşını ve açılımcıları rahatsız edecek kadar fazlaydı…
Dahası, ABD-İsrail emperyalizmine karşı net bir şekilde Avrasyacı çizgiyi yani Türkiye’nin Rusya, İran ve Çin’le işbirliğini savunuyordu…
MI6’nın 1 ay önceki Başkanı Richard Moore’un, bizzat İstanbul’da Rusya, İran ve Çin’e karşı yaptığı “casusluk” çağrısı ile bu üç ülkeyi hedef alan Trump’la Erdoğan’ın 25 Eylül’deki görüşmesini de ekleyelim…
Tele 1 operasyonuyla verilen mesajın ne kadar kapsamlı olduğu gün gibi ortaya çıkmıyor mu?!
Merdan Yanardağ ve Tele 1’deki arkadaşlara geçmiş olsun dileklerimle…
Müyesser YILDIZ
26 Ekim 2025