İçeriğe geç

İlk Hedefiniz Katar Değil KKTC Olmalıydı!..

Bugün Erdoğan’ın ifadesiyle, “Kıbrıs kadar tüm Türk Milleti için de tarihi bir dönüm noktası olan” Barış Harekâtı’nın 43. yıldönümü.

Rum-Yunan’ın Enosis hayallari ile bunları destekleyen emperyalistlerin, “çözüm” adı altında Kıbrıs’a el koyma planları ortada.

Öncelikle şunun altını çizelim; Rum kesimi Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmaları için sadece ABD, Fransa, İtalya değil Katar şirketiyle de anlaşma imzaladı.

Körfez krizinde Katar’a kalkan olduk. Burada kurulan üssümüze sevkiyat üstüne sevkiyat yapıyoruz.

Peki bu “çok değerli” Katar, Rumlarla o anlaşmasından niye vazgeçmiyor veya 9 Temmuz’da İstanbul’da yapılan 22. Dünya Petrol Kongresi’nde, “Kimi enerji şirketlerinin Rum kesiminin atmakta olduğu sorumsuzca adımların bir parçası olmaları kesinlikle anlayışla karşılanamaz” diyen Erdoğan, Katar’dan açık açık bu kadarcık şeyi yapmasını istemiyor?

İkincisi; Erdoğan, Körfez Krizine çözüm için birkaç gün sonra Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar’a gidecek.

Erdoğan’ın bu ülkelerden önce, bugün gitmesi gereken yer KKTC değil miydi?

Niye KKTC’de Olmalıydı?

Haziran ayında İsviçre’de yapılan görüşmeler öncesinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Bu son konferanstır ve bir anlaşmaya ulaşmamız gerekiyor” dedi. Bu arada Türkiye’nin Kıbrıs’ta yüzde 80 asker azaltma teklifinde bulunduğu öne sürüldü. Ankara, verilen oranların doğru olmadığını savunurken, aslında bu konuda bir pazarlık yapıldığını kabul etmiş oldu.

Rum-Yunan tarafının, “sıfır asker, sıfır garanti” ısrarı sonucu müzakereler başarısızlıkla sonuçlandı.

Bu şartlarda Kıbrıs defterini bir daha açılmamak üzere kapatmamız gerekiyordu, değil mi?

Ama ne oldu?

Önce Bakan Çavuşoğlu şunu söyledi:

“Bu sonuç BM iyi niyet misyonu parametreleri içerisinde bir çözümün imkansızlığını ortaya koymuştur. Artık bu parametrelerde ısrar etmenin anlamı da kalmamıştır.”

Ardından Erdoğan’dan şu açıklama geldi:

“Tüm gayretlerimize rağmen Kıbrıs Konferansı’nın 28 Haziran’da başlayan ikinci oturumu sonuçsuz kaldı. Türkiye’nin ve Türk tarafının özverili çabaları, samimi ve ılımlı tavrı hak ettiği karşılığı görmedi. Açıkçası sonuçtan büyük bir üzüntü duyuyoruz. Uzun çabalardan sonra geldiğimiz bu tablo, Kıbrıs sorununa Birleşmiş Milletler iyi niyet misyonu parametreleri çerçevesinde bir çözüm bulunmasının imkansızlığını ortaya koymuştur. Artık bu parametrelerde ısrar etmenin bir anlamı yoktur. Türkiye, sorunun çözümüne farklı parametrelerle katkı sağlama çabalarını yine sürdürecektir. Aynı tutumu ilgili tüm taraflardan bekliyoruz. Olmadığı takdirde şüphesiz ki B planı, C planı, bunlar da düşünülmeye başlanacaktır. Elbette bu konuda gereken değerlendirmeleri yapacak, sonucu kamuoyu ve muhataplarımızla paylaşacağız.”

Biliyorsunuz 3 gün önce MGK toplantısı vardı. Toplantı sonrasında yapılan açıklamada, Kıbrıs konusuna da şöyle yer verildi:

“İsviçre’deki Kıbrıs konferansı ve sonuçları değerlendirilmiş; Ayrıca Doğu Akdeniz’de, doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarımız çerçevesinde KKTC ile Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin korunması konusundaki kararlılığımız vurgulanmıştır.”

Anlıyoruz ki, Erdoğan’ın belirttiği, “gereken değerlendirmeler” yapıldı. Ya sonucun, “Kamuoyu ve muhataplarımızla paylaşılması”?!

İşte tüm bu nedenlerden dolayı, “Erdoğan bugün KKTC’de olmalı, tüm dünyaya Türkiye’nin ‘Kıbrıs sorunu’ diye bir sorunu olmadığını duyurup, B-C planlarımızı açıklamalıydı” diyoruz.

Kime İnanalım?

Maalesef bu yapılmadı, ama şunlar oldu:

İsviçre’deki görüşmeler sırasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, “Türk askerinin tamamen çekilmesini 15 yıl sonra değerlendiririz” dediği öne sürülmüş ve bu yalanlanmamışken, AB Bakanı Ömer Çelik iki gün önce Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi toplantısında, “Kıbrıs’ta çözüm olmuyor duygusunun herkeste yerleştiğini” belirterek, “Türk askerinin adadaki varlığının müzakere edilemez” olduğunu vurguladı.

Aynı gün Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise şu mesajları verdi:

“Artık bundan sonra başka süreçler olacak Kıbrıs’ta. Ömür boyu bu şekilde bu süreç gidemez. AB ülkelerinin de artık Kıbrıs sorununun arkasına sığınmaması gerekiyor. 2004 yılında referandumdan sonra AB sözünü tutmadı. Şimdi KKTC üzerindeki ambargo ve kısıtlamaların bir an önce kalkması lazım. Bu bir kere insani değil. Bu çağda bir tarafı haketmediği şekilde üye yapıyorsunuz, diğer tarafı baskı altında tutuyorsunuz. İnsani olmayan yaptırımlar uyguluyorsunuz. Bu doğru bir şey değil, ama önümüzdeki süreçte biz sadece Kıbrıs konusu değil, diğer konularda da AB ile ilişkilerimizi sürdürmek isteriz. Burada da AB’den samimiyet bekliyoruz.”

Yeni “Çözüm Süreci” ve “Parametreler” Ne?

Türk Milleti, gelinen noktada KKTC’nin tanıtılması, Türkiye ile entegrasyonunun sağlanması ve Ada’daki askeri varlığımızın güçlendirilmesini beklerken;

Erdoğan ve Çavuşoğlu’nun, “BM parametrelerinde çözüm olmuyor” demesi, yine Çavuşoğlu’nun, “KKTC üzerindeki ambargo ve kısıtlamaların kaldırılması” çağrısı… Anlaşılan o ki, Ankara’nın ajandasında yine bir “çözüm süreci” var.

Bu ne ola ki?!

Türkiye’ye müzakerelere başlama tarihinin verileceği 2004 AB Zirvesi’ne gidelim.

KKTC’ye ambargoların kaldırılması karşılığında, Rum kesimini tanımamız isteniyordu. Nitekim Rum kesimini tanıma anlamına gelen Ankara Protokolü’nü dönemin Devlet Bakanı Beşir Atalay imzaladı, ama ülke içindeki tepkilerden dolayı bu protokol Meclis’e getirilip, onaylatılamadı.

O Zirve sırasında yaşanan bazı tartışmaları da hatırlatalım:

Dönemin Başbakanı Erdoğan, “Türkiye’nin Rum kesimini şu anda tanımasının mümkün olmadığını” söylerken, Erdoğan’la çok yakın ilişkileri olan dönemin İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi bir grup gazeteciye yaptığı açıklamada şu iddiada bulundu:

“Erdoğan Kıbrıs’ı tanıma yönünde girişimde bulunmaya hazır olduklarını, ancak bunu parlamentoda çoğunluğa kabul ettirebilmek için zamana ihtiyaçları olduğunu bana söylemişti. Biz de kendisine gereken zamanı tanıdık. Bir aileye girmek için ailenin tüm üyelerini tanımak gerekir. Bu bir şart değil, realitedir.”

Bir başka konu; NATO destekli AB Ordusu kurulması için Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası oluşturuldu ve Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen Rum kesimi buna dahil edildi… AB’nin, Türkiye’den Rum kesiminin NATO’ya katılmasını veto etmemesini istediği de biliniyor…

Tüm bunları toparlarsak; Acaba yeni “çözüm süreci” şöyle, “yeni parametreler” de şunlar mı olacak?

– ABD gerekli finansmanı (BM Güvenlik Konseyi Singapurlu raportöre finansmanla ilgili rapor hazırlatıyor) sağlar…

– AB, KKTC’ye ambargoları kaldırır…

– Ankara Meclis’te onaylatarak veya fiilen Ankara Protokolü’nü hayata geçirip Rum kesimine hava sahası ve limanları açar…

Ve

12 Eylül darbesinden hemen sonra Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne izin verdiğimizi hatırlatıp son ihtimale geçelim:

– İsrail’in NATO’da temsilcilik açmasına onay veren Ankara, Rum kesiminin NATO üyeliğini de veto etmez… “Kıbrıs’ın güvenliği” NATO ve AB Ordusu’na bırakılır… Böylece Türk askerinin Ada’da bulunmasına “gerek kalmaz”

İnşallah Ankara’nın “B ve C planları” bunlar değildir!..

Merhum Dr. Fazıl Küçük ile Rauf Denktaş başta olmak üzere tüm şehit ve gazilerimize rahmet, minnet, saygıyla… Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 43. yıldönümü kutlu olsun.

Müyesser YILDIZ
20 Temmuz 2017

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/erdogan-katar-rum-kesimi-anlasmasindan-neden-soz-etmiyor-2007171200.html

Odatv yeni link: https://odatv4.com/makale/erdogan-katar-rum-kesimi-anlasmasindan-neden-soz-etmiyor-2007171200-119865

Kategori:Uncategorized