Bir tarafta “FETÖ” davaları, öte tarafta “FETÖ’nün önünü açtığı” öne sürülen 28 Şubat davası sürüyor. O dönemin Genelkurmay karargâhının toptan yargılandığı 28 Şubat davasında sona gelindi. Sürpriz bir gelişme olmazsa, yaklaşık 6 yıldır devam eden davada Savcı Perşembe günü mütalaasını verecek.
Bu davanın soruşturma ve kovuşturmasında yer alanların “FETÖ” bağlantılarını, delillerin gerçekliğini, yargılama yeri konusundaki tartışmaları sıkça yazdık. Şimdi çok da gündeme gelmeyen başka hususlara dikkat çekelim.
İktidar ve bir kısım medyanın, “FETÖ’yü 28 Şubat koruyup, büyüttü” iddiasından başlayalım:
Halen devam eden 15 Temmuz Genelkurmay Çatı Davasının iddianemesinde, “FETÖ”nün kendilerini gizleme yöntemleri ve irtica ile mücadele faaliyetlerini baltalamak için neler yaptığı anlatılırken, şu tespitlere yer verildi:
“Özellikle kamuoyunda 28 Şubat süreci olarak da bilinen dönemde TSK içerisinde üst düzey yetkililer tarafından verilen bazı demeçler, yüzde 98’i Müslüman olan milletimizin kendi bağrından yetiştirdiği TSK’nın büyük çoğunluğunun din düşmanıymış gibi gösterilmesine neden olmuştur. TSK’nın yapısı nedeniyle esasen kişisel görüş kabul olarak kabul edilmesi gereken bu demeçler çoğu kez TSK’nın tamamına mal edilerek, kurumsal görüş olarak sunulmuştur… Bu tür demeçlerin yanısıra sadece bazı sosyal tesislerde meydana gelen türbanlı bir vatandaşımıza nizamiyede müsaade edilmemesi gibi benzeri münferit hadiseler, örgüte müzahir medya organlarınca sürekli gündeme getirilmiştir. Yüzlerce yıllık bir gelenekten gelen halkımızın nazarında ‘Peygamber Ocağı’ olarak itibar kazanmış Türk Ordusu, adeta din düşmanıymış gibi algılanmıştır. FETÖ mensupları, kendileri hakkında yürütülen soruşturmaları önlemek maksadıyla bu durumdan azami istifade etmiş ve kamuoyunda, ‘TSK’da dindar subaylara baskı yapılıyor’ olgusu yaratılmıştır. Örgüt, yıllar boyunca başta başörtüsü olmak üzere her konuda Türk insanının muhafazakâr bakış açısını istismar etmiştir. Neticesinde, TSK tarafından bu çok tehlikeli ve gizli örgüte karşı yürütülen mücadele, hem toplumumuz hem de diğer Devlet kurumları nezdinde yeterince destek bulamamıştır. Bu şeklide her geçen gün TSK içinde serpilen ve güçlenen örgüt, artık kendinden olmayanlara tahammül edemez hale gelmiş ve 2007 yılından itibaren, öncelikle TSK’nın komuta kademesini, müteakiben tamamını ele geçirmek maksadıyla tasfiyeye başlamıştır.”
-Bugünkü İfadelerin Aynısı-
Devam edelim.
Bugün “FETÖ” soruşturma ve kovuşturmalarında “örgüt” hakkında yapılan tespitlerin neredeyse tamamı 28 Şubat öncesi ve sonrası süreçte ortaya konup, devlet makamlarına sunuldu; “Fetullah Gülen cemaatinin okulu, dershane, pansiyon, vakıf ve şirketlerinin sayısı, yurtdışındaki faaliyetleri, Gülen’in Papa ile görüşmesinin anlamı, öğrencileri nasıl seçtiği, tarikatın örgütlenme yapısının “devlete alternatif bir yapılanma” olduğu ve “devlet içinde devlet olma” özelliği gösterdiği, neden polis ve askeri okul öğrencilerini öncelikli hedef seçtiği, evlendirme yöntemleri, üniversitelerdeki doktora öğrencileri ile yargıdaki çalışmaları, Maliye-Hazine bürokrasisindeki örgütlenmesi, bazı siyasi partilere maddi destek sağlaması ve STV’nin yayınları” gibi…
Özetle denildi ki; “Zamanında müdahale edilmediği takdirde irticanın kanser gibi anayasal organları içeriden çürüteceği ve süratle yayılarak devletin sonunu hazırlayacağı kaçınılmaz bir gerçektir”.
“FETÖ”den tutuklanan Savcı Mustafa Bilgi’nin hazırladığı iddianamede, “suç unsuru” olarak TSK’dan atılan askerlerin ifadelerine de yer verildi.
İki örnek aktaralım; 31 Temmuz 1997’de TSK’dan ayrılmasına karar verilen Başçavuş C.A “Fetullah Gülen Nurcu grubu” mensubu olduğunu belirttikten sonra “Hizmet evinde kaldığını, derslere katıldığını, hizmet parası verildiğini, örgütsel amaçlı pikniklere katıldığını, hizmet evinin imamı olduğunu, Nurculuğa kazandırılan astsubayları çevre illere ve örgütsel amaçlı piknilere götürdüğünu, Nurculuktan ayrılan astsubayları geri döndürmek için çaba harcadığını” anlatmış.
Bir başkası Hava Üstçavuş B.Ö.; Daha 31 Ocak 1990’daki ifadesinde, kendilerine sınav sorularının verildiğini, ilk tayin yerinde hizmet evinde kaldığını, Gülen’in vaaz kasetlerini dinlediklerini, ev imamı başka bir ile gittiğinde yeni sorumlu atandığını ve kendisini Nurcu bir ün fabrikatörünün kızıyla evlendirmek istediklerini itiraf etmiş.
Bugün “FETÖ” soruşturma ve iddianamelerinde yer alan ifade ya da itiraflardan bir farkı var mı?
-Başbakanlık “Sizi İlgilendirmez” Dedi-
Bugünkü bakış açısıyla deniyor ki; “TSK’nın irtica ile mücadele gibi bir görevi olamaz”…
Ya dönemin şartları; TSK İç Hizmet Kanunu’nda yer alan “Cumhuriyeti koruma kollama” görevi… Keza tümüyle siyasi iktidarın imzasıyla çıkan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’yle yapılması kararlaştırılan mücadele ve TSK’ya verilen görevler?!.
Nitekim 28 Şubat sanıklarından birisi ısrarla o dönemin Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin Başbakanlık’tan getirtilmesini talep etti, ama şu oldu:
Mahkeme, Başbakanlıktan bunu istedi. Başbakanlık, “Belgede sizi ilgilendiren bir husus yok” diyerek, göndermedi. Mahkeme de bu cevabı yeterli buldu.
O dönem yargılandığına, yapılanların suç olup olmadığı ortaya çıkarılmak istendiğine göre, öncelikle bakılması gereken bu belge değil midir?
Başbakanlık’ta bulunan 28 Şubat ve sonrasına ait tüm belgelerin 2010’da imha edildiğini biliyoruz. Acaba bu belge de mi aynı akıbete uğradı, yoksa o dönemden 15 Temmuz’a kadar olan süreçte “FETÖ”yle mücadeledeki “ihmaller zinciri”, özellikle de “siyasilerin sorumluluğunun” ortaya çıkmaması için mi gönderilmedi?
-Darbenin Tanımı-
Bir başka husus; 28 Şubat’ın bir “darbe” olduğu savunuluyor.
28 Şubat, 1997’de yaşandı… Soruşturma, geçenlerde “FETÖ”den gözaltına alınan bir avukatın Nisan 2011’deki suç duyurusuyla başladı…
Bu hatırlatmadan sonra şimdi “darbe”nin tanımı ne, ona bakalım:
Türk Dil Kurumu “darbe”yi, “Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükümeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi” olarak tanımlıyor.
Bu tanıma, “demokratik yollardan yararlanarak” ibaresinin Gezi eylemleri sürecinde eklendiği öne sürüldü. Ancak TDK yetkilileri iddiayı yalanlayıp, sözkonusu değişikliğin 1998’de yapıldığını açıkladı.
Durum böyle olduğuna göre, 1997’deki 28 Şubat’a “darbe” denebilir mi?
-Anayasa’nın Açık Hükmüne Rağmen-
Son bir husus; Davada dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ile çok sayıda kuvvet komutanı yargılanıyor.
Bilindiği gibi, 2010 Anayasa değişikliği ile sözkonusu kişilerin yargılanmasının Anayasa Mahkemesi’nde yapılması kararlaştırıldı. Buna ilişkin askeri yargı kanunudaki düzenleme de 2014’te gerçekleştirildi. Ayrıca Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin Ergenekon davasında İlker Başbuğ’la ilgili verdiği, “AYM’de yargılanmalı” kararı var. Özetle tüm bunlara göre, en azından Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları hakkında soruşturma açılması için Başbakanlık’tan izin alınması, davanın da AYM’de görülmesi gerekiyordu.
Ancak davanın Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesine devam edildi ve mahkeme sadece sanık avukatlarının değil, bu hukuki düzenlemeleri hatırlatan, sonrasında görevden alınan Savcı Levent Savaş’ın iki mütalaasını da reddetti.
Savcı Savaş mütalaasında, sadece davanın AYM’de görülmesi gerektiği yönünde görüş bildirmemiş, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 158/3 maddesinde mahkemeler-Anayasa Mahkemesi arasında görev uyuşmazlığında Anayasa Mahkemesinin kararının esas alınacağı hükme bağlamıştır” hatırlatmasında bulunmuştu.
Bunun anlamı, “Ortada bir görev uyuşmazlığı var. Yargılamanın nerede yapılacağının bir de AYM’ye sorulması ve onun alacağı karara göre hareket edilmesi gerekiyor” idi.
Ancak 5. Ağır Ceza Mahkemesi, “uyuşmazlığı” bir anlamda kendi kendine gidererek, “yetkili benim” dedi ve davayı sürdürdü.
Özetle; 28 Şubat davasının gidişatından herkes rahatsız… Sanıklar ve avukatları hukuki yanlışlıklar silsilesinden… Aralarında Erdoğan’ın kızlarının da bulunduğu mağdur-müştekiler ile avukatları ise davanın uzamasından… Perşembe günü 93’üncü celsesi görülecek davanın sadece 3 celsesine katılmış olan yeni savcı mütalaa verecek mi, yoksa üçüncü kez ek süre mi isteyecek, bekleyip göreceğiz.
Müyesser YILDIZ
19 Aralık 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/bu-dava-niye-bitmiyor-1912171200.html