AKP ve MHP’nin süper baskın seçim şokunu atlattık, sebebini tartışıyoruz.
Sebep konusunda daha çok, “Ekonomideki kötü gidişat… Mahalli seçimlerde kaybetme riski” gibi iç dinamiklerden söz ediliyor.
İktidar, yıllardır ekonomide ne denli güçlü hale geldiğimizle övünüyordu. Öyle olmadığı itiraf edilmiş oldu. Fakat 24 Haziran’da sandıktan Erdoğan çıkarsa, ekonomide nasıl bir “mucize” yaşanacak da da bu çöküş bertaraf edilecek, anlayan var mı?
Nisan başında Afrin’e giden askerlerimize tazminat verileceği müjdelendi. Oysa Doğu ve Güneydoğu’da görev yapan asker ve polislerden, “4 aydır terör tazminatlarımız yatırılmıyor. Muhtarlar İspanya’ya geziye gönderilirken, bizleri neden duymuyorlar?” mesajları geliyor.
İşte ekonominin hâline küçük bir örnek… Gidişata bir de seçim harcamalarını ekleyin… Herhalde “mucize”, devlet lağvedilip, Saray’da “A.Ş. devleti” kurularak gerçekleştirilecek!..
Erdoğan ve Bahçeli’nin, seçim gerekçeleri arasında “Suriye’deki gelişmeler” de var.
Başkanlık referandumunda, “Evet çıkarsa, terör bitecek, artık şehit cenazesi gelmeyecek” dediler. Ne terör bitti, ne şehit cenazesi!..
Şimdi, biz 2 ay sadece seçimle yatıp kalkacağız. Suriye’de neler olur, ABD bilir!..
AKP iktidarının ilk yıllarında Erdoğan sık sık, “İstiklâl mücadelesini tamamladık. Sırada istikbal mücadelesi var” diyordu.
Şimdi hepsi birden “Kurtuluş Savaşı verdiğimizi, 7 düvelle savaştığımızı” söylüyor.
Sahi niye yeniden “İstiklâl mücadelesi” verir olduk? Türkiye’yi böyle bir noktaya kim getirdi?
“Bir gece ansızın” Menbiç’e, küçük Kandil Sincar’a ve büyük Kandil’e gitmeyi beklerken, ne oldu da “yarım saatte ansızın” sandığa gitme kararı alındı?
-Emperyalizmin Acelesi Var-
Anlatmaya çalışayım.
Soğuk Savaşın bitimiyle birlikte emperyalizmin Sevr hülyası yeniden hortladı. Elbette ki, Türkiye’yi işgâl edecek halleri yoktu. Kâh AB süreci, kâh “Müttefik ABD” taleplerinin karşılanmasıyla Sevr hülyasının yolu epey döşendi.
Ancak bu gidişatı gören ve itiraz edenler vardı.
Önce Ergenekon-Balyoz kumpasıyla itirazcılar büyük ölçüde etkisiz hale getirildi. Ardından, “Allah’ın lütfu… Başkanlık kapısı açıldı” diye karşılanan 15 Temmuz darbesiyle ülke artık koşar adım belli bir mecraya sokuldu.
ABD’nin isteğiyle Şeker Fabrikalarının satışa çıkarılmasına verilen tepkiler gösterdi ki; Daha “pes” etmemiş, direnen ve direnecekler var!..
Emperyalizmin son isteği şeker fabrikaları olsa!.. Doymadılar, heybeleri hâlâ dolu.
Kıbrıs, Ege, soykırım iftirasının tanınması, illa ki, PKK’ya özerklik/federasyon, “İsrail’in güvenliği” için İran operasyonu… “FETÖ”yle barışmayı da ekleyelim…
Biz seçime giderken;
ABD-AB-NATO destekli Yunanistan, Ege’de coştu mu, coştu!.. Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, “Yunanistan bizim komşumuzdur, ilişkilerimizi geliştirmek için çeşitli adımlar da attık. Sorunlar var elbette, çözüm bulmak için görüşmeleri de sürdürüyoruz. Kimin olduğu belli olmayan adacıklar var, bu konuda görüş birliği yok. Yapılması gereken şey gerginliğe yol açacak adımlardan kaçınmaktır. Tehlikeli adım atmayın, askerimizin elinden bir kaza çıkabilir” dedi. Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ, “Ege’de oldu bittiye izin vermemizi kimse beklemesin, Yunanistan agresif tavırlarından vazgeçsin” açıklamasını yaptı.
Peki Yunanistan “Ege’ye el koyma” noktasına nasıl geldi? 16 Adamız hangi iktidar döneminde işgâl edildi? Hangi iktidar döneminde savaş planlarımız gazetelere çarşaf çarşaf düştü? Kıbrıs-Yunanistan masası ne zaman dağıtıldı ve ne tesadüf burada görev yapan tüm komutanlar “darbecilikten” yargılandı?
Kıbrıs; Irak’tan başlayıp, Akdeniz’e çıkacak olan “Büyük İsrail” projesinin tamamlanmasının önündeki tek engel, Ada’daki askeri varlığımız. Emperyalizmin “Kıbrıs’ta çözüm” derken ne istediği belli. Rumlar, taleplerinden bir milim geri adım atmamış. Buna rağmen hâlâ “çözüm ve müzakere” peşindeyiz. Bu arada Suriye bahanesiyle emperyalistlerin savaş gemileri Akdeniz’i ablukaya almış. Biz ise seçime gidiyoruz!..
Şurada 24 Nisan’a 4 gün kalmış. Emperyalizmin ne “sürpizler” hazırlayacağı meçhûl. Bunu konuşan yok. Çünkü daha önemli işimiz var; Seçim!..
Suriye’de “terör koridorunu” bitirecektik; ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu masasından sorumlu Müsteşar Yardımcısı David Satterfield’in iki gün önce Kongrede yaptığı açıklama, seçim şokunda arada kaynadı. Suriye konusunda hangi noktadayız, o konuşmadan bazı bölümler aktarmakla yetinelim.
Satterfield, “ABD’nin, Menbiç’te kalmaya devam edeceğinin Türk hükümetine açıkça söylendiğini” bildirdi… Türkiye’nin, Rusya ve İran’la etkileşimi konusunda “güvence verme arayışında” olduğunu öne sürdü… Ve dahi, “Türkiye’nin stratejik ve siyasi olarak Batı ile aynı hizada olması Amerika’nın ulusal çıkarınadır ve inanıyoruz ki, bu Türkiye’nin de çıkarınadır. Önümüzdeki haftalarda, ABD olarak biz müttefiklerimizle birlikte DEAŞ’ı yeneceğiz, istikrarlı bir Suriye’yi destekleyeceğiz ve İran’ın habis etkisini sınırlamaya çalışacağız. Bu korkunç krize hızlı bir siyasi çözüm bulmak için NATO müttefikimiz Türkiye ile birlikte çalışacağız” dedi.
-PKK-Barzani Cephesindeki Gelişmeler-
Devr-i AKP iktidarındaki uzun soluklu “çözüm ve müzakere süreci” malûm. Şimdi terörle mücadele evresindeyiz.
Hükümetten iyi bilgi alan Abdülkadir Selvi yaklaşık 2 yıl önce “Devletin Abdullah Öcalan ile görüşmelere devam ettiğini” yazdığında, kimseden ses çıkmadı.
İktidara yakın Yeni Şafak Gazetesi, 2 ay önce İmralı’daki teröristbaşının 2004-2016 arasında Trump’ın IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi, günümüzün “Lawrence”ı McGurk’a Suriye’nin kuzeyinde yapılması gerekenlere dair mektuplar gönderip, “Sizinle yalnızca Suriye ve Irak’ta değil tüm Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde işbirliği yapmaya hazırız” dediğini yazdı. Yalanlanmadığı gibi, kimse bu mektupların İmralı’dan nasıl çıktığını sormadı, sorgulamadı.
Geçen ay da Afrin harekatı öncesi devlet yetkililerinin İmralı’yla “kapsamlı bir görüşme” yaptığı öne sürüldü, yine yalanlayan olmadı.
Şubat’taki HDP kongresinde Divan Başkanı olan teröristbaşının manevi oğlu, müzakere sürecinin önemli ismi Sırrı Süreyya Önder, “Sayın Öcalan’ı saygı ve sevgiyle selamlıyoruz” dedi. Bunu da duyan olmadı.
Sırrı Süreyya Önder demişken; Seçim kararı açıklandığında ortaya çıktı. Meğer daha Aralık ayında seçimin 24 Haziran’da yapılacağı konusunda 3 CHP’li milletvekiliyle takım elbisesine iddiaya girmiş. 3 takım elbise kazandığını konuştuk da Önder’in bu “tam isabet öngörüsünün” kaynağını sorgulamadık.
Barzani cephesine geçelim; Sözde bağımsızlık referandumu nedeniyle tüm ilişkileri askıya aldık. Ama ne olduysa, hem de Barzani Afrin operasyonunu protesto için Nevruz kutlamalarını iptal edip, yas ilân ederken, Erbil’e uçuşları serbest bıraktık. Kardeşi vefat ettiği için hem Erdoğan, hem Başbakan Binali Yıldırım Neçirvan Barzani’yi aradı. Yıldırım, “Barzani ailesinin son acısı olması” dileğinde bulundu.
Barzani de birkaç gün önce, “Normalleşmeye doğru giden Erbil ile Ankara ilişkilerinin daha da normalleşmesi için Ankara’dan başka adımlar bekliyoruz” dedi. Bir bakanlarının İstanbul’da Erdoğan’la görüştüğünü açıkladı.
Bu arada HDP eşbaşkanı Pervin Buldan başkanlığındaki bir heyet “Barzanistan”a gidip, Mesut ve Neçirvan Barzani ile “Kürt ulusal birliğini” görüştü. Sabahtan akşama HDP’ye çatan Erdoğan ve diğer AKP yetkililerinden en ufak bir tepki gelmedi.
Baskın seçimin sözcüsü Bahçeli, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Türkiye ile PYD arasında “arabuluculuk” yapma teklifine, “Bu nasıl bir ahlasızlıktır” karşılığını vermişti.
Teröristbaşının isteği üzerine Meclis’ten bir gecede çıkartılan “PKK’yla müzakere yasasının” hâlâ yürürlükte olduğunu hatırlatmak ve “Niye yürürlükte?” diye sormakla yetinelim!..
-İnönü’nün Adını Niye Anmadı?-
Daha anlatacak çok şey var, ama tüm bunlarla bağlantılı son bir nokta;
Sevr’i yırtıp atan Lozan’dı.
Erdoğan, ülke içinde sık sık Lozan’dan yakındı da özellikle Yunanistan ziyaretinde, “Lozan güncellenmeli” çağrısında bulunması çok garip değil miydi?
Ya 3 gün önce grup toplantısında İsmet İnönü için, “İsmini anmayacağım” diyerek, onun adını taşıyan üniversiteyi ikiye bölüp, Turgut Özal Üniversitesi kuracaklarını, böylece Özal’a “vefa borcunu ödemiş olacaklarını” açıklaması?
İsmet İnönü Lozan’ın mimarıdır. Kusura bakmasınlar, ama Turgut Özal denince aklıma ilk gelen; Öcalan’a temsilci göndermesi, “Federasyonu tartışalım” demesidir.
Şunu söylemek istiyorum;
AB ile ilişkilerimiz iyiyken, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw’du. Bu zat Türkiye için, “Tavşanı evvela yakalayalım, derisini sonra yüzersiniz” benzetmesini yapmıştı.
Maalesef son 15 yılda AB süreci, PKK açılımı, ABD müttefikliği derken, Türkiye’nin derisi epey yüzüldü, kuyruğuna gelindi. Gerçekçi olalım; Buraya gelinmişken de “tavşanın” ellerinden kaçmasına izin vermezler.
ABD ve Batı’nın Türkiye’deki gidişattan rahatsız olduğunu ve Erdoğan’dan vazgeçtiğini sananlara, Obama yönetiminin önemli isimlerinden Nicholos Burns’un 1 Kasım seçimlerinden sonra, “Türkiye ve Ortadoğu açısından tehlike zamanlardan geçiyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan büyük deneyimi ve uluslararası ilişkilerde sofistikasyonu olan bir politikacı. Güçlü bir hükümeti ve devleti yönetiyor” dediğini hatırlatmakla yetinip, seçimin üstüne atlayanlara soralım:
“24 Haziran seçimiyle tüm yetkileri elinde toplayacak, güçlü, ağzından çıkan yapılan birisini mi isterler, Türkiye’nin bu büyük sürüklenişine engel olacak birisini mi?”
“Onlar değil, sandıkta millet karar verecek” derseniz; Daha kaç kere eşekten düşülecek? Trafoya kedi girdi, elektrikler kesildi, mühürsüz pusulalar sayıldı… Şimdi şapkadan tavşan çıkmayacağına emin miyiz? Gönlümüz rahat mı?
En fazla şu olur; Seçim ikinci tura kalır. “Demokrasi işledi” yani “Kazan doğurdu” diye sevinilir. İkinci turda yine “güçlü” olan kazanır. AKP’li olmayanlara da “kazanın öldüğüne” inanıp, seslerini kesmek veya “bileti” alınıp bu ülkeden gönderilmek düşer.
Ez cümle; Gidişatı durdurmak için CHP’li Haluk Pekşen’in “boykot” önerisini ciddi ciddi düşünmekte fayda yok mu?
Müyesser YILDIZ
20 Nisan 2018
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/24-haziran-turkiyeye-son-darbe-mi-20041820.html