Türk yargısının “altın çağında” olduğu öne sürülürken, birçok açıdan Aziz Nesin’lik bir olay daha yaşandı.
Artık yargılamalarda hukukun temel ilkeleri değil, şüpheli ve sanığın kimliği, yargılama öncesinde kamuoyunda yaratılan algı gibi ölçütler dikkate alındığından, olayın muhatabının adını vermeyeceğim.
Versem; yetkililer başta olmak üzere pek çok insanın, “Oh, iyi olmuş. Ona her şey müstehak!” diyerek konunun esasını bir yana bırakacaklarına eminim.
Ben ise herkesin, sanığın kimliğinden bağımsız olarak, tarafsız biçimde olaya ve bununla ilgili hukuki sürece odaklanmasını istiyorum. Çünkü kel alaka gibi görünse de, bu olaydan hareketle gerçekte hepimizin, hatta torunlarımızın sırtına binecek çok önemli bir zarara dikkat çekmek niyetindeyim.
Yatak Davası
Olay şu:
Sanık, hakkındaki suçlamalar sebebiyle cezaevinde tecritte tutulan birisidir.
İddialara göre, ondan önce bu hücrede 16 yıl kalan, gardiyanların “psikopat” olarak nitelendirdiği biri, tuvalet ihtiyacını zaman zaman yatakta gidermiştir.
Özetle hücredeki yatak çok pis ve ağır şekilde kokmaktadır. Cezaevi yönetimine yatağın değiştirilmesi için başvurur, ama dönüş olmaz.
Yaz sıcağında koku daha da artar, nevresime ve kıyafetlerine siner. Bunları atıp, kantinden yeni bir nevresim takımı alır, ancak yine fayda etmez.
Bunun üzerine yatağın kılıfını söküp yıkar.
Yanlış anlama olmaması için de kurutma işini, görevlilerin havalandırma için avluyu açıp kapayacakları zamana denk getirir. Öyle ki, sayıma gelen memurlar, “Bahar temizliği mi?”der.
Ancak kılıfı astıktan kısa bir süre sonra iki yetkili başkanlığında çok sayıda görevli, kamerayla avluya gelip “devlet malına zarar vermekten” hakkkında işlem yapılacağını söyler ve tutanak düzenler.
Ertesi gün de bir tebligat ile “kamu malına zarar verdiği” bildirilip, yatağın maliyetini karşılayıp karşılamayacağı sorulur.
“Ödersem ne olur, ödemezsem ne olur?” der.
“Ödersen, iyi niyetini belli etmiş olursun. Kurul’dan da öyle karar çıkar.” cevabı verilir.
O da kesinlikle kamu malına zarar vermek gibi bir kastının olmadığını, sadece temizlik yapmak istediğini belirttikten sonra, zarar olmuşsa bunun hesabından kesilmesini kabul eder. Birkaç gün sonra ise yatak parası alındığı için eskisinin yerine depodan yeni, ama yine daha önce kullanıldığı anlaşılan bir yatak verilir.
Tüm bunlardan sonra cezaevi disiplin kurulundan nasıl bir karar mı çıkar?
“Eylemin suç teşkil ettiği, kurumda kalan diğer hükümlü ve tutuklulara kötü örnek olduğu, cezaevinin huzur ve güvenini bozduğu” gerekçesiyle ve de “Düzenli bir yaşamın sürdürülebilmesi, cezaevinin güvenlik ve disiplininin sağlanabilmesi” amacıyla kendisine 11 gün hiç kimseyle görüştürülmeden hücrede tutulma cezası verilir.
Cezaevi yönetimi, bu idari soruşturma ve kararla yetinmez, bir de dava açar.
Savcılık, ifadesini almadan iddianame tanzim edip gönderir.
Hakim karşısına çıktığında cezaevi yönetiminin, idari soruşturmadaki ifadesinin tamamını değil, özetini gönderdiğini görür. Tamamının getirilmesini ister, kabul edilmez… Nevresimin faturasının, yatak bedelini ödediğine ilişkin makbuzun getirtilmesini ve yaşanan süreçte bu konudaki sıkıntısını aktardığı cezaevi yetkilisinin tanık olarak dinlenmesini ister, kabul edilmez…
Duruşmada avukatı, tepkiyle karışık şu talepte bulunur:
“Aynı koğuşta kalan bir önceki mahkum yatağa işediğinde, yatağı ortadan kestiğinde cezaevi yetkilileri tarafından yatağın parası alınmış mı, hakkında idari işlem yapılmış mı, ceza verilmiş mi, adli soruşturma açılmış mı; merak ediyor ve bunların dosyaya kazandırılmasını istiyoruz.”
Bunlar da reddedilir ve şöyle denilir:
“Bir sonraki celsede hazır bulunmasına, aksi takdirde mevcut deliller itibariyla karar verileceğinin ihtarına…”
Bir sonraki celsede sanık, hiçbir delil dosyaya kazandırılmadığı için savunma yapmaz, ama hakim kararı açıklar: “Kamu malına zarar vermek” suçundan önce 1 yıl hapis cezasına çarptırılır. Ardından, “sanığın soruşturma safhasında etkin pişmanlıkta bulunarak, kamu zararının tamamını giderdiği”anlaşıldığından ceza 4 aya indirilir, nihayetinde de bunun karşılığı olan 2 bin lira adli para cezasına çevrilir.
Son durum mu? Dosya 1 yıldır İstinaf’ta. Sanık da iddianameyi hazırlayan savcı ile karar veren hakim hakkında Hakimler ve Savcılar Kurulu’na suç duyurusunda bulundu.
Milyarlarca Dolarlık Kamu Zararı Ne Olacak?
Birçok yönden “ibretlik” olsa da “kamu malına” sahip çıkma adına ilginç ve örnek bir olay, değil mi? Keşke aynı “hassasiyet” her yerde, her zaman ve herkes tarafından gösterilse!..
İşte tam bu dosya üzerinde çalışırken, Erdoğan ile Macron’un “füze pazarlığından” haberim oldu ve sözkonusu örneği bu gelişmeyle karşılaştırmak istedim.
Malum, aylardır Doğu Akdeniz’deki gelişmeler sebebiyle Ankara gayet haklı olarak Macron’u ağır bir şekilde eleştiriyordu. Ancak 22 Eylül’de Erdoğan ve Macron arasında gerçekleşen telefon görüşmesinden sonra tansiyon düştü. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, görüşmenin olumlu atmosferde gerçekleştiğini, iki liderin, “‘Farklılıklarımız üzerinden tartışmak yerine, farklılıkları azaltıp ortak bir yol bulalım.’ diye anlaştığını” açıkladı.
Bloomberg’e konuşan bir Elysee Sarayı yetkilisi ise şu iddiada bulundu:
“Bu hafta gerçekleşen telefon görüşmesinde Erdoğan, Eurosam’ın SAMP/T füze savunma sisteminin üretiminde Türkiye’nin olmamasını isteyen Macron’dan, buna muhalefetinden vazgeçmesini istedi. Macron da buna karşılık olarak Türkiye’nin Suriye’deki amaçlarını netleştirmesini istediğini söyledi.”
SAMP/T füze savunma sistemi nedir? Onu da kısaca hatırlatayım.
Ankara 2017’de S-400’ler için Rusya’yla anlaşma imzalarken, Fransız-İtalyan ortaklığında EUROSAM’ın ürettiği SAMP/T sisteminin üretimine de katılmak istedi. NATO sistemiyle uyumlu bu proje için önce niyet beyanında bulunuldu. Ocak 2018’de de Erdoğan ile Macron arasında anlaşma imzalandı. Böylece ASELSAN ve ROKETSAN’ın ortak üretime katılması kararlaştırıldı. Ancak Fransa, Ekim 2019’daki Barış Pınarı Harekatı’na tepki olarak projeyle ilgili bilgi paylaşımını durdurdu.
Erdoğan’ın Macron’la görüşmesinde gündeme getirdiği, Macron’un da Suriye için Türkiye’den adeta hesap sorduğu öne sürülen konu bu.
Ankara, ABD’nin “PKK Özel Temsilcisi” James Jeffrey’in Suriye’deki teröristlere, “Türkiye size yönelik operasyon yapmayacak.” demesinde olduğu gibi, bu iddia karşısında da sessiz kaldı.
Nihayet, Elysee Sarayı’nın sözkonusu bilgiyi sızdırmasından bir hafta sonra, geçtiğimiz Perşembe günü Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Sabah gazetesine, Erdoğan-Macron görüşmesinde EUROSAM’ın füze sisteminin gündeme gelmesiyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı:
“Bu konuda müzakereleri tekrar başlatalım denirse biz buna hazırız. O siyasi irade oluşursa, bununla ilgili müzakere süreci başlar ve biz ihtiyaçlarımıza uygun olması halinde EUROSAM’ın ürettiği SAM-T füzelerini de hava savunma sistemimize rahatlıkla katabiliriz.”
Fransa’nın iddiası böylece doğrulanmış olduğuna göre, Erdoğan’ın talebinin anlam ve önemine gelelim.
Bilindiği gibi, Rusya’dan alınan S-400’ler 3-4 milyar dolara mal oldu. ABD kızdı, Türkiye’ye yaptırım uygulanması kararı aldı. Bu kapsamda yaklaşık 1.5 milyar dolar ödediğimiz F-35’lere el koydu.
S-400’lerin Nisan’da etkinleştirileceği duyurulmuştu. Nisan geçti, hiçbir gelişme olmadı. Sorular üzerine yarım ağızla “Koronavirüs salgını” gerekçesine sığınıldı. Rus turistler bile geldi, Ekim oldu, dört cephede teyakkuz halindeyiz, ancak S-400’lerden hala haber yok.
İşte Macron’dan SAMP/T için yardım istenmesi, S-400’lerin daha uzun süre, belki de hiç etkinleştirilmeyeceğinin habercisidir.
Özetle, an itibariyle S-400’lerden dolayı yaklaşık 5 milyar dolar zarardayız.
Peki, “kamu malına zarar” denilerek cezaevindeki bir yatağın hesabı sorulduğuna, bedeli ödettirildiğine göre, bu zararın hesabının da sorulması gerekmiyor mu?
Sincan’dan açık cezaevindeki tüm dostlara kucak dolusu sevgiler…
Müyesser Yıldız
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
G4 Blok
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/cisli-yatagin-davasi-04102030.html