AKP, ilk kez 2002’deki seçimde milletten oy istediğinde, Parti Programında “eğitim”deki sorunlara ilişkin tespitleri şöyleydi:
“Türkiye eğitim alanında ciddi bir karmaşa yaşamaktadır. Eğitim kalitesi, olması gerekenin çok altındadır. Eğitimde fırsat eşitliği her geçen gün yok olmaktadır. Eğitim sistemi ideolojik kavgaların arenası haline getirilmiştir. Eğitim, araştırma ve istihdam planları olmaksızın yapılmaktadır. Yüksek öğretim kurumları dahil, eğitim-öğretim kurumlarımızın çoğu gerçekçi bir anlayıştan uzak, diplomalı işsizler yetiştirmektedir.”
Bu tespitlerle birlikte de AKP’nin “eğitim alanında köklü bir reform hareketine girişeceği” vurgulanıp şu vaatlerde bulunuluyordu:
“Partimize göre, eğitim her alandaki kalkınmanın en önemli unsurudur. Beşeri sermayeyi etkin kullanmayan toplumlar, rekabet şanslarını kaybetmeye mahkûmdur. Bu nedenle partimiz, kamu kaynaklarının tahsisinde birinci önceliğin eğitime yapılacak yatırımlara verilmesi gerektiğine inanır. Eğitim alanında oluşacak zaaflar, hiçbir alandaki üstünlükle giderilemez.”
Yine Parti Programı’nda; “Gençlik, ülkenin sadece zenginliği değil, aynı zamanda dinamizminin ve değişim potansiyelinin de kaynağıdır. Ancak ülkemizde gençler iyi eğitilmemiş, işsiz bırakılmış, enerjileri bastırılmak istenmiş, söz hakkı verilmemiş, güvenilmemiş ve hatta zaman zaman bir tehlike unsuru olarak görülmüştür. Bu nedenle partimiz toplumun gençlere, gençlerin de Türkiye’ye güvenini sağlamayı temel hedefleri arasında görmektedir.” denildikten sonra şunlar anlatılıyordu:
“Partimiz özgür düşünceli, kendi başına karar verebilen, sorgulayan, kendi toplumunun ve evrensel anlayışın doğrularından haberdar olan ve hayatın güçlükleri ile baş edebilecek donanımlı ve yetenekli gençler yetiştirmeyi hedeflemektedir.”
Sonuç ortada!.. “Vesayetle mücadele” adı altında, sadece eğitim değil, devletin neredeyse tüm kurumları önce “FETÖ”nün, ardından tüm tarikat ve cemaatlerin “vesayetine” teslim edildi… Geleceğimiz, geleceğimizin teminatı nice nesiller heba edildi.
Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin ifadesiyle; “Altın nesil diyorlardı, ne oldu? Tepemizden bomba yağdırdılar.”!..
İktidarın ayan beyan yönlendirmesi, “ne istedilerse vermesi” yüzünden “FETÖ”nün kucağına düşenlere, sonrasında 15 Temmuz darbesine karışmasa bile, bir şekilde ağır bedeller ödettirildi.
Sadece onlar değil, çocukları da bedel ödemeye devam ediyor. Babası hapiste olan 16 yaşındaki B.O.’nın daha birkaç gün önce canına kıyması gibi!..
Enes Unutulurken
Muhtemelen onun ölümü ne konuşulacak ne sorgulanacak.
Kaldı ki, 19 yaşındaki Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara’nın acı sonu konuşuldu da ne oldu? Bir hafta geçmeden unutulmaya yüz tuttu bile.
Enes, elimizden kayıp giden gençliğimiz adına harekete geçmenin vesilesi olabilecekken, bu da siyasete kurban edildi.
Şuraya geleceğiz.
Enes’in ölümüyle birlikte tarikat/cemaatlerin merdiven altı sözde eğitim kurumları çokça tartışıldı. Ancak devlet katında bu konuyu üzerine alınan bile olmadı.
Sonra şunu duyduk:
Meğer Enes’in ölümünden sadece 5 gün önce, Muğla Marmaris’te yaşayan bir avukat, buradaki bir mahallede “küçük yaşta çocuklar izinsiz yatılı olarak eğitildiği” için Marmaris Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş. Başsavcılık ise 1 gün içinde soruşturmaya yer olmadığına karar vermiş.
Kararın gerekçesi mi?
Türkiye’nin laik bir devlet olduğu belirtilmiş… “Herkesin manevi varlığını koruma ve geliştirme, vicdan, dini inanç, kanaat, hak ve hürriyetlerine sahip olduğuna” işaret edilmiş… “Devletin zorunlu olarak verdiği eğitim ve öğretim haricindeki din eğitim ve öğretiminin kişilerin talebine, küçükler açısından ise kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olduğu, bu hak ve hürriyetlerin kullanılmasının suç teşkil etmediği” savunulmuş… Ve de bu hakların engellenmesinin, “eğitim-öğretim hakkı ile inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasının engellenmesi suçlarını oluşturacağı” kaydedilmiş.
Anayasa Ne Diyor?
Peki, artık neredeyse sadece adı yürürlükte bırakılmış olsa da, Savcılığın atıf yaptığı o ifadeler dışında Anayasa’da başka hangi hükümler var? Şunlar:
Madde 14: Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
Madde 24: Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz… Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır… Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.
Madde 42: Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.
Madde 58: Devlet, istiklâl ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.
Bunların hepsi bir yana; Tevhidi Tedrisat ile Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması kanunları başta olmak üzere “inkılap kanunlarının korunmasını” emreden 174’üncü madde halen yürürlükte değil mi?
O halde geriye tek ihtimal kalıyor: anlaşılan, artık hukuk fakültelerinde Anayasa dersi de okutulmuyor!..
Olmaz, olamaz mı?
Veteriner Dekan Adalet Bakanını Da Rahatsız Ediyor
Niye olmasın ki?!
Prof. Kemal Gözler, ülkemizdeki toplam 77 hukuk fakültesinden 15’inin, ayrıca “öğrenci tahsis edilmeyen” 4’ünün dekanlarının hukukçu değil; ilahiyatçı, tıpçı, işletmeci, fizikçi, kimyacı, bilgisayarcı, ziraatçı, maliyeci vs. olduğunu açıklamadı mı?
Erdoğan’ın geçen Mart’ta duyurduğu, Adalet Bakanlığı’nın 1 ay sonra uygulamaya koyduğu İnsan Hakları Eylem Planı’nda da, “Hukuk fakültesi dekanları sadece hukuk fakültesi mezunu akademisyenler arasından belirlenecektir.” denilerek bu acı tablo doğrulanmadı mı? Ve bunun için YÖK’e 3 ay süre verilmedi mi?
Sonuç? Geçtiğimiz 27 Ekim’de, bizzat Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, “hukuk fakültelerine veteriner dekan atanmasının kendisini çok rahatsız ettiğini” anlatıp, “Bu konuyu YÖK’le de görüşüyoruz. Teknik bir takım zorunluklar. Geçici olduğu veya fakültenin açıldığı, ama öğrenci olmadığı gibi hususlar geliyor.” dediğine göre; aynı düzen devam ediyor!..
Bakan Gül, birkaç gün önce ise, “Bir binaya hukuk fakültesi tabelasının asılmasının, orayı hukuk fakültesi yapmayacağına” dikkat çekti… Yargı mensuplarının, “konjonktürden, kimin ne dediğinden etkilenmemesi” gerektiğini vurguladı… Bir de “Anayasa’nın dilinin açık olmaması nedeniyle zaman zaman istismar edildiğini, bu yüzden Türkiye’nin geçmişte ağır bedeller ödediğini” belirtip, okullarda “Hukuk Türkçesi dersinin” okutulmasını önerdi.
Ancak yargıdaki gidişat; hukuk fakültelerinde en önce Anayasa’nın iyi bellenmesi, uygulanması ve korunması misyonunun hatırlatılmasına ihtiyaç olduğunu ortaya koymuyor mu?
Müyesser YILDIZ
17 Ocak 2022