AKP iktidarının en kıdemli Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, “Türkiye bir hukuk devleti. Hukuk devletinin sağlıklı işlemesi elbette herkesin üzerine düşeni hukuka uygun bir biçimde yapmasıyla mümkün olur.” demesinin üzerinden 48 saat geçmeden, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda vahşice katledilen Gazeteci Cemal Kaşıkçı dosyasının Riyad’a devredilmesi kararı çıktı. Yani Türkiye, kendi egemenlik alanında işlenen bir cinayeti fiilen kapattı.
Hiç de sürpriz olmayan bu sonucu analiz etmeden önce Bakan Bozdağ’ın, önceki akşam İstanbul 2. No’lu Baro’nun düzenlediği iftarda yaptığı konuşmadan başka kesitler sunalım. Yargıya yönelik baskılardan yakınırken özetle şunları söyledi:
“Bir yandan siyaset kurumu, bir yandan yargıdan beklentileri olanlar, bir yandan değişik hesapları olanlar sürekli bir biçimde yargı görevi yapan hakimlerimizi, savcılarımızı hedef tahtasına koyuyorlar, her gün veya belli aralıklarla sürekli haksız eleştirilerle onları yıpratmaya çalışıyorlar.”
“Anayasa çok açık, hiç kimse hiçbir organ makam merci yargı yetkisinin kullanılması konusunda hakim ve savcılara emir ve talimat veremez. Tavsiye ve telkinde bulunamaz. Genelge ve talimat gönderemez… Bir yandan hukuk devleti, bir yandan hak, bir yandan adalet diyeceksiniz. Öte yandan da hukuk devleti diyen Anayasamızı, Anayasamızın 138’inci maddesini ayaklarınızın altına alıp çiğneyeceksiniz. Fiiliniz ve sözleriniz, öte yandan dilinizde ve kalbinizde olanı tekzip ediyorsa biz neye inanacağız?.. Bir tane doğru var. Yargıya müdahale yanlışsa, hep beraber bunun karşısında duracağız.”
“Yargı kimsenin şamar oğlanı değildir. Herkes konuşurken hangi konu da konuştuğuna özen göstermelidir, dikkat etmelidir… Bir siyasi partinin genel başkanı, ‘Türk Yargısı şaibelidir’ diye konuşursa, batıda veya başka bir yerden bakan Türkiye’ye ne diyecek?”
“Yargı Kimsenin Şamar Oğlanı Değil” Öyle mi?
Bakan Bozdağ’ın hedefinin, başta CHP Genel Başkanı, muhalefet olduğunu belirtmemize gerek yok, ama “Yargı kimsenin şamar oğlanı değil… ‘Türk yargısı şaibelidir’ denirse, batıdan bakan Türkiye’ye ne diyecek?” sözlerinden hareketle, hepimizin malûmu bazı olayları hatırlatalım.
– “Bu fakir bu görevde olduğu sürece teröristi alamazsın. Çünkü Müslüman bir delikten, yılan deliğinden bir defa sokulur.” restinden sonra ABD Başkanı Trump’ın, ekonomik yaptırımlar tehdidi üzerine Rahip Brunson’un tahliyesini sağlayan kimdi ve Trump, bunun için kime teşekkür etti?
– Kumpasların savcısı Zekeriya Öz için, “Kırmızı bültenle Almanya’yı da göreceğiz, ne yapacak? Eğer yapmazsa, Almanya bizden herhangi bir suçluyu, Tayyip Erdoğan imzasıyla alamaz. Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir.” dendiğini, ama Almanya gereğini yapmadığı halde ilişkilerin tıkır tıkır yürüdüğünü de gördük, değil mi?
– Peki, “Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist.” suçlaması yapılan Alman vatandaşı Gazeteci Deniz Yücel’in, iddianamesinin çıktığı gün tahliye edilip bekletilen bir Alman uçağıyla ülkesine gidişi neydi?
– Geçtiğimiz Kasım’da Yeni Çamlıca Kulesi’nden Erdoğan’ın konutunu görüntüleyerek “casusluk” yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanan İsrailli çift kısa bir süre sonra bırakılınca, İsrail Başbakanı ve Dışişleri Bakanı acaba niçin, “Cumhurbaşkanı’na ve hükümetine, işbirlikleri için teşekkür” açıklaması yapmıştı?
– 15 Temmuz’un finansörü olmakla suçladıkları Birleşik Arap Emirlikleri ile “kardeşlik” hukuku kurulurken, gerçekte 251 şehidimiz ile binlerce gazimizin hak ve hukukundan vazgeçilmiş olunmadı mı?
Ya yurt içinden akla gelen ilk örnekler?
– 15 Temmuz davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan eski korgeneral Metin İyidil’in beraatına karar veren heyeti ağır ifadelerle eleştiren Kılıçdaroğlu, haklarında herhangi bir soruşturma başlatılmadan hakimleri aynı gün başka illere tayin eden CHP miydi?
– Daha geçenlerde eşini bıçaklayan birisini tahliye eden hakime, “Ey hakim, sen böyle birisini serbest bırakıyorsun? Hakim böyle bir tasarruf yapıyor, yargıya hakaret. Ben Cumhurbaşkanıysam, sen de 23 yerinden bıçaklayan adamı serbest bırakıyorsan, ben gerekeni sana söylerim. Bakanıma da söyledim, bunu yakın takibe alacaksın ve beni de bilgilendireceksin, adımı da atacağız. Hakim olabilir, savcı olabilir.” sözleriyle tepki gösterilince, hem hakimin hem savcının görev yerleri değiştirilmedi mi? Tepki haklı bile olsa, bu yargıya açıktan müdahale değil miydi?
Uzatmayalım. Önümüzde böyle bir tablo dururken, “Yargı kimsenin şamar oğlanı değildir.” denebilir mi?
Keza yine bu örnekler varken, elin adamı ne demez ve Türkiye’den daha neler istemez ki?
İnönü’nün Kemiklerini Sızlatmak İçin mi?
Bugünün malumun ilâmı niteliğindeki flaş gelişmesi olan olaya, Mahkeme’nin Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan’a devredilmesi kararına gelirsek;
Dört gün önce işin bu noktaya adım adım nasıl geldiğini yazdık. Görünen köy kılavuz istemiyordu!..
Düşünebiliyor musunuz; bir savcı, kendiliğinden, davanın durmasını ve dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesini isteyecek?!.
Türkiye şartlarında yürek yemiş olmalı!..
Şunun altını çizelim:
Savcının o mütalaayı vermesinden bir gün sonra yargı muhabirleriyle bir araya gelen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “davanın nakli konusunda olumlu görüş bildireceklerini” açıklarken, “Suudi Arabistan’a yargılamanın naklen devrinin, Türk mahkemelerinin yargılama yetkisini ortadan kaldırmadığını” söylemişti.
Ama bakın, bugünkü gelişmenin ardından iktidarı destekleyen Yeni Şafak Gazetesi’nin internet sitesinde bile – sonradan değiştirilse de- ilk olarak “Kaşıkçı dosyası kapandı” başlığı kullanıldı. Acaba neden?
Mahkemenin kararından saatler önce gündeme gelen, “Dosya 50 milyon dolara Suudi Arabistan’a satıldı.” şeklindeki çok vahim iddiaya ise hiç girmeyelim.
Seneye Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tapu senedi Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yılını kutlayacağız.
Hani birileri, “Lozan 100 yıl süreli yapıldı. Süre bitince gizli maddeler ortadan kalkacak, zengin olacağız.” diyor ve birileri de –tüm bilgi ve belgelere rağmen- bunlara inanıyor ya; anlaşılan 100’üncü yıl gelmeden Lozan’ı bitirecekler.
Neden mi?
Lozan görüşmelerinde İnönü’nün en büyük mücadeleyi –“Yargı” alanındakiler başta olmak üzere- kapitülasyon taleplerine karşı verdiğini, İngiliz heyetinin başı Lord Curzon’un da, “Bugün kabul etmediğiniz her şeyi cebime koyuyorum. Bir gün para istemek için karşımıza geleceksiniz. O zaman, bugün kabul etmediğiniz her şeyi bir bir çıkarıp size kabul ettireceğiz.” dediğini unutmadık, değil mi?
İşin özü; İnönü’nün kemiklerini sızlatıp Lord Curzon’un ruhunu “şad” edecek gelişmeler yaşıyoruz!..
Müyesser YILDIZ
7 Nisan 2022