Türkiye ve Avrupa geçen hafta CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na 9 yıl önceki paylaşımlarından dolayı verilen cezanın Yargıtay tarafından onanıp Kaftancıoğlu’na siyaset yasağı getirilmesini, bununla birlikte de bir kez daha yargının ne denli siyasallaştığını konuştu.
Oysa aynı gün büyük bir hukuk garabeti daha yaşandı.
Bunu yaşayan da bir başka siyasi olan, DEVA Partisi Kurucular Kurulu üyesi, emekli asker Metin Gürcan’dı. Ancak neredeyse kimse oralı olmadı.
Gürcan’a yönelik suçlamaların içeriğinden bağımsız olarak hukuki süreci özetleyelim.
Gürcan geçtiğimiz Kasım’da, “siyasi ve askeri casusluk” iddiasıyla tutuklandı.
Daha bu aşamada, avukatlarına dahi verilmeyen bilgi ve görüntüler medyaya sızdırılarak adeta hüküm kesildi.
Gürcan’ın 35 yıla kadar hapsinin istendiği iddianame Ocak’ta tamamlanıp, Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Ancak Mahkeme, Gürcan’ın yabancı büyükelçilik görevlilerine verdiği öne sürülen bilgilerin “Devlet sırrı olup olmadığının Milli Savunma Bakanlığı’na sorulmadığı” gerekçesiyle, iddianameyi Cumhuriyet Başsavcılığı’na iade etti.
Eksikliklerin giderilmesinden sonra iddianameyi kabul eden Mahkeme, 30 Mart’taki ilk celsede, “dosyaya gönderilen cevabi yazılarda yer alan bazı hususların devlet sırrı niteliğinde olduğunun iddia edilmesi” sebebiyle duruşmaların kapalı yapılmasına karar verdi.
Jet Hızıyla Tutuklama
Canan Kaftancıoğlu kararıyla eş zamanlı olarak Metin Gürcan davasında yaşananlara gelelim.
Çarşamba günü ikinci celse yapıldı ve Mahkeme, oybirliğiyle yurtdışı adli kontrol şartıyla Gürcan’ın tahliyesine karar verdi.
İktidar medyası, jet hızıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tahliye kararına itiraz ettiğini duyurdu.
Davaya bakan ve tahliye kararını veren 26. Ağır Ceza Mahkemesi bu itirazı reddetti. Dosya bir üst mahkeme olan 27. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi.
O gün geç saatlere kadar Adliye’de olan 27. Ağır Ceza Mahkemesi kararını aynı gün vermeyince, gece yarısı saat 01.00’de cezaevinden tahliye edilen Metin Gürcan doğrudan İstanbul’daki evine gitti.
Hani eski Adalet Bakanı Abdulhamit Gül sık sık sosyal medyadan “tutuklama veya tahliye kararı siparişi verilmesinden” yakınıyordu ya; Gürcan’ın tahliyesiyle birlikte de o gece sosyal medya hareketlendi… “Nasıl olur da serbest bırakılır?.. Bu resmen hukuk skandalıdır… Bu kararı alanlar hakkında HSK terhal inceleme başlatmalıdır…” paylaşımları yapıldı.
Ertesi gün öğleden sonra itirazı görüşen 27. Ağır Ceza Mahkemesi, 2 saatte Gürcan’ın yeniden tutuklanmasına karar verdi. Hemen burada aynı mahkemenin, Gürcan hakkında -26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından- Nisan’da verilen aylık tutukluluğa devam kararına ilişkin avukatlarının 15 gün önce yaptığı itirazı halen görüşmemiş olduğunu da kaydedelim.
Gizlilik Kararına Rağmen
Bu tablodaki birinci garabet şu:
Dava dosyası yaklaşık 30-35 klasörlük bir hacme sahip. Gürcan’ın savunması tamamlanmış ve ilgili kurumlardan istenen bilgi ve belgelerin büyük bölümü de gelmiş olmalı ki, davaya bakan Mahkeme oybirliğiyle tahliye kararı veriyor. Ancak dosyayı hiç bilmeyen bir üst mahkeme, 2 saatte 30-35 klasörü inceleyip Gürcan’ın yeniden tutuklanmasını kararlaştırıyor.
Bu, öncelikle davaya bakan mahkemeyi çiğnemek değil midir? Kararı çiğnenmiş bir mahkeme, davayı bundan sonra nasıl ve ne denli sağlıklı sürdürebilir?
Üst mahkemenin yeniden tutuklama gerekçesi de ilginç. Aslında dosyada “gizlilik” kararı var; ama -bizler bu yüzden neredeyse duruşma tarihini bile yazamazken- iktidar medyası bu gerekçeyi de Gürcan’ın savunmasını da yazdığı için aktaralım.
Mahkeme, “‘gizli kalması gereken belgelere’ yönelik yeterli araştırma olmadığı”, bir de “Gürcan tarafından sunulan danışmanlık hizmeti kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusunda gerekli bilirkişi incelemesinin yapılmadığı” gerekçesiyle tutuklama kararı vermiş.
Gürcan’a yönelik suçlama, “siyasi ve askeri casususluk” idi… Yaptığı işin “danışmanlık” olup olmadığı değildi ki?..
Peki Metin Gürcan, 27. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki savunmasında ne söylemiş? Yine iktidar medyasının yazdığına göre; kamuoyu önünde “akademisyen-gazeteci” olarak tanındığını belirtip, “Düşüncelerimi Twitter gibi sosyal medya platformlarda açık olarak gazetecilik faaliyeti olarak paylaşmaktayım. Konuştuklarım, yazdıklarım bellidir. Temel saikim, temel motivasyonum tecrübe sahibi olduğum memleket meselelerine kafa yormak, nasıla dair çözüm üretmektir. Kurumların görüş olarak bildirdiği bilgi ve belgelere ilişkin savunma yaptık. Sabit ikametgah sahibiyim, tutuksuz yargılanmayı istiyorum.” demiş.
Gözaltı ve Video Görüntüleri
İkinci garabet ise şöyle:
27. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tutuklama kararının ardından avukatları, Gürcan’ın İstanbul’dan gece yola çıkıp sabah Adliye’ye gelerek teslim olacağını bildirdi.
Sabah saatlerinde Ankara’ya gelen Gürcan, eşyalarını bırakmak için ablasının evine gitti. Avukatıyla buluşup Adliye’ye gitmek için evden çıktığı sırada, buraya gelen polisler tarafından gözaltına alındı.
Böylece kendiliğinden teslim olmamış da yakalanmış gibi bir izlenim verildi. Avukatlarının söylediğine göre sağlık kontrolüne götürüldüğünde -hiçbir basın mensubu olmadığı halde- buradaki görüntüleri de videoya alınıp medyaya servis edildi.
Aceleden olsa gerek; Gürcan’ın koluna girmiş TEM polislerinin yüzü kapatılmadı veya buna gerek dahi duyulmadı.
Ancak başta belirttik; şu yaşananlar da ne siyasetin ne kamuoyunun dikkatini çekti. Tıpkı isimsiz birçok davada olduğu gibi.
Toparlarsak; aslında çok uzun süredir “kadavra” konumunda olan yargımız, Cemal Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan’a iadesiyle mezara gömülmüştü… Gezi davası, Canan Kaftancıoğlu, Metin Gürcan kararları ve bundan sonra verilecek olası kararlarla da sadece o mezara toprak atılmış atılmış veya “çiçek” ekilmiş oluyor… Hepsi bu!..
Müyesser YILDIZ
16 Mayıs 2022