Ardı arkası kesilmeyen zamlardan dış politikadaki kuşatmalara, adaletsizliklerden yolsuzluklara; çocukları, gençleri, aileleri ve nihayetinde tüm toplumu sarsan sorunlarımız yokmuş gibi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “türban” güvencesi için durup dururken bir kanun teklifi verince, ülkenin ana gündem konuları güme gitti.
Efendim; “kadının kılık-kıyafetinin siyasetin konusu olmaktan çıkarılıp siyasi olarak istismar edilmemesini” istiyormuş… Bu görüşü de yeni değilmiş…
Ama verdiği kanun teklifinin nereye varabileceğini pek de düşünmemiş olmalı ki; “kamuda cübbeli, takkeli, şalvarlı” görüntüler ortaya çıkabileceğine ilişkin eleştirileri, “Bunlar çok uç örnekler. Ciddiye alınacak düzeyde bu tür girişimler olacağını sanmıyorum.” diye cevapladı.
Sanki daha 1.5 yıl önce bir tuğamiral, üniformasıyla tekkeye gidip üzerine cüppe ve sarık giymemiş, buna tepki gösteren emekli amiraller de gözaltına alınıp haklarında 12 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmamış gibi!..
Her neyse.
Sonrasını biliyorsunuz; kadınların kıyafeti üzerinden iki erkek arasında “derbi maçı” başladı.
Erdoğan evvela şunları söyledi:
“Ortada şu anda yasal bir düzenlemeyi gerektirecek bir durum yok ki. Şu anda bu haliyle kızlarımız üniversiteye, ortaöğretime gidebiliyor mu; polis olabiliyor mu, asker olabiliyor mu? Evet. Bütün bunlar şu anda var mı? Var. Şimdi böyle bir durum ortadayken, bayram değil seyran değil, nereden çıktı bu iş?.. Çözmüşüz bunu. Şimdi biz bunu çözdüğümüze göre, bu bizim gündemimizde niye olsun? Bu beyefendi getirdi bunu gündeme koydu. Bu pek pas vermekten de anlamaz, ama farkında olmadan bize bir pas verdi. Bizim de golü atmamız lâzım. Bilmiyor benim ömrümüm santraforlukla geçtiğini.”
Sonra “çözüldüğünü” vurguladığı bu mesele için Kılıçdaroğlu’na, “Gel Anayasa değişikliği yapalım.” çağrısında bulundu.
Hazırladıkları Anayasa değişikliği kapsamına “ailenin korunmasını” alacaklarını belirtirken, bunun gerekçesini de şöyle açıkladı:
“Güçlü bir millet, güçlü aileden olur. Şimdi bizim bunun çalışmasını da yapmamız lâzım. Çünkü son zamanlarda topluma LGBT’yi soktular. LGBT’yle birlikte de bizim aile yapımızı bunlar dejenere etmenin gayreti içerisine girdiler. Öyleyse biz olması gereken ne ise onu yapacağız. Biz kimlerin LGBT’ci olduğunu biliyoruz zaten. Ama bunu da aile olarak gelip oraya koyalım. Burada da çıksın bakalım neresinden savunacak onu da görelim.”
Sanırsınız ki her biri aile kurumunu doğrudan sarsan ağır ekonomik sorunlar olan işsizlik, eğitimin ve değerlerin içinin boşaltılması, liyakatsizlik, torpil, yolsuzluk, din istismarı, kadın cinayetleri, terör, uyuşturucunun ilkokula kadar inmesi bitmiş; ülkeyi LGBT’liler işgâl etmiş!..
Allah başka dert vermesin!..
Yine Kim Kimi Aldatıyor?
Erdoğan’ın geçen haftaki bir başka konuşmasından devam edelim. AKP Meclis Grubu Toplantısı’nda, “birilerinin,ülkenin ve milletin geleceğini, imkânlarını, menfaatlerini düşünmeden; dün ‘öyle’ bugün ‘böyle’ diyerek, ikiyüzlü tavırlar sergileyebileceğini” vurgulayıp şunları kaydetti:
“Ama bizim, milletimize ‘ne aldatanlardan ne aldananlardan olmama’ sözümüz var. Bunun için ne söylüyorsak yerine getirme; dolayısıyla ağzımızdan çıkan her şeyi ölçüp biçerek, hesabını kitabını yaparak ifade etme mecburiyetimiz bulunuyor. Muhalefetin seçim öncesi söyledikleriyle seçim sonrası yaptıkları arasındaki devasa uçurumu, belediyelerde gördük. Meydanlarda millete vaat ettikleri hiçbir sözün arkasında duramadılar. Hatta ne dedilerse tam tersini yaptılar. Yalan bunlarda. Daniskasını aynen söylüyorlar. Şimdi aynı sinsi taktiği, önümüzdeki seçimler için de kullanmanın hazırlıklarını yaptıklarından hiç şüpheniz olmasın. Tabii bu, milletimizin geçmişte çok gördüğü bir oyun. Seçim öncesi kendisine ne sözler verildiğini, seçim sonrası ise ne sıkıntılar çektiğini feraset sahibi insanımız çok iyi biliyor.”
“Kılık Kıyafetler Yasa Konusu Olamaz” Diyen Kimdi?
İşte Erdoğan’ın bu, “Milletimize, ‘Ne aldatanlardan ne aldananlardan olmama’ sözümüz var.” ifadesinden hareketle, son 20 yılda türban konusundaki görüşlerini özetleyelim. Ancak öncesinde Kılıçdaroğlu’nun Eylül 2010’da Brüksel’de yaptığı bir açıklamanın da altını çizelim. Kelimesi kelimesine şunları söyledi:
“İnsanımız ister inancı nedeniyle, ister sosyal nedenlerle, ister geleneksel nedenlerle, ister aileden gördüğü şekliyle giyinebilir. Kimse kılık kıyafeti dolayısıyla sorgulanmıyor da zaten. Sorgulanmamalı da. Ayrıca kılık kıyafetler yasa konusu da olmaz. Yasalarla kılık kıyafeti düzenleyemezsiniz. Bakın şapka kanunu var, şapka takan var mı? Bir dönem fes giymek mecburiydi. Sonra fesi çıkarmak sorun oldu. O nedenle bunları toplum aşar. Biz de aşacağız.”
12 yıl sonra ne yapıyor? Erdoğan’ın bile “Çözüldü.” dediğini yasa konusu yapıyor!..
“Kutlu Doğum” Benzetmesi
Erdoğan’ın görüşleri ise kronolojik olarak şöyle bir seyir izledi:
Ocak 2003: “Medya ortalığı nasıl gerer, bunun arayışı içinde. Aslında nasıl rahatlatılır, bunu düşünmeliler. Türkiye geleceği düşünüyor. Biz türbanı geçmişiz, aşmışız, medya bunlarla uğraşıyor. Medya bu ülkeyi gerdirmesin.”
Ekim 2004: “Türban yasağını, toplumsal bir mutabakatla çözme niyetindeyiz. Ülkede bir gerilime neden olabilecek bir adım şu anda atmıyoruz.”
Mayıs 2006’da dönemin Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in, yaptıkları anletlerde türbanın yüzde 1.5’lik kesim için sorun olduğunun ortaya çıktığını belirterek, “Bizim de önceliğimiz türban değil işsizliktir.” dediğini hatırlatıp Erdoğan’ın görüşleriyle devam edelim.
Ocak 2008’de, Türkiye’de başını örtenlere, “Başörtüsünü siyasi simge olarak kullanıyorsun.” şeklinde baskılar yapıldığını söyleyip şöyle konuştu:
“Velev ki, bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var? Buradaki dert başka aslında. Biz bunu çok iyi biliyoruz. Bunu maalesef takdirde zorlanıyoruz… Ama bu sıkıntıyı aşacağımıza inanıyorum… Bunu düzenlemeyle aşmak öyle zannediyorum ki, eğitim özgürlüğü noktasında bir sıkıntıyı aşmaya da vesile olacaktır.”
27 Şubat 2013’te; 28 Şubat sürecindeki baskıların bugün sona erdiğini bildirip, “Şimdi katsayı diye bir sorunumuz var mı? Yok, kalktı. Artık başörtü olayı diye de bir sorunumuz yok. O da kalktı. Ama daha almamız gereken mesafe var. Bunun farkındayım. Fakat sabırla, inşallah nasıl bugüne kadar sabrettiysek bu oldu, bundan sonrası da olacak. Şimdi altını çiziyorum, unutmayın, her kutlu doğum sancılı olur. Sağlıklı doğum 9 ay 10 günde olur. Erken olursa sıkıntılı olabilir. İnşallah bu sağlıklı doğum için de bu yürüyüşümüzü sabırla devam ettiriyoruz.” dedi.
Bu sözlerden 8 ay sonra bir “mesafe” daha alındı; “demokratikleşme paketi” ile TSK, yargı ve Emniyet hariç kamu kurumlarında türban serbest bırakılırken Erdoğan şunları kaydetti:
“TSK çalışanları, emniyet mensupları ve hakim savcılar istisnaî olarak, kendi mevzuatları dahilinde, kendileri istedikleri zaman istedikleri düzenlemeyi yapabilirler. Biz bunu şu anda kendi yapacağımız düzenlemenin dışında tuttuk… Belli aşamaları kırmadan, dökmeden sürdürmek gerekir. Bu konuyla ilgili bazı kurumlarımız kendi tasarruflarına bunu bırakarak bu adımları kendileri atarlar. Ülkenin hassasiyetleri de onlarca zaten malûmdur. Bunun da farkındayız. Şu anda atılan adım zaten çok çok önemli bir adımdır.”
Devamı malûm.
2015’te yargıda, 2016’da poliste, 2017’de de TSK’da türban serbestisine geçildi.
Erdoğan’ın geçtiğimiz Çarşamba günü yapılan grup toplantısında, “ömrümüzü verdiğimiz bir mücadele neticesinde adım adım çözdüğümüz başörtüsü meselesi” demesinin sebebi de tabii bunlardı.
“Dini Lider” mi Oldunuz?
Erdoğan’ın eşcinseller veya LGBT ile ilgili geçmişteki sözlerini de kısaca aktaralım.
2002 seçimleri öncesinde; “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz.” dedi.
Ekim 2004’te; Türkiye’nin AB üyeliğine soğuk bakan Fransızları ikna için gittiği Paris’te verdiği “özgürlükçü mesajlardan” birisi şu oldu:
“Ben bir dini lider, dini otorite olarak karşınızda değilim. Bunun dinsel yaklaşımı farklıdır. Siyasi, hukuki yaklaşımı farklıdır. Siyasi ve hukuki açıdan ayrıca değerlendirilir… Ancak tabii eşcinsellerin de şüphesiz kendilerine ait bir hukuku da vardır.”
Ayrıca “AB içinde eşcinsellerin evlenmeleri ve evlât edinmeleri hakkını nasıl değerlendiriyorsunuz?” şeklindeki bir soruya, “AB Anayasası’nda bu nasıl yer alacak, onu şu anda bilemiyorum. Bunu imzaladığımız zaman göreceğiz. Ancak bizim hukukumuzda bu konu daha oturmuş değil, daha tartışma aşamasında.” cevabını verdi.
Bilmem, 20 yıldır nasıl “aldatıldığımızı” ve bir kez daha nasıl “aldatılmak” istendiğimizi anlatabildik mi?!
Müyesser YILDIZ
9 Ekim 2022