Adalet Bakanlığı’nın savcı ve hakimler için hazırladığı kitapçıkta, “Tahliye kararlarından önce mutlaka HSK ile istişarede bulunun” denilmesi vesilesiyle bir kez daha “Yargı bağımsızlığı” konusunu tartışmaya başladık.
Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit önceki gün şu açıklamayı yaptı:
“Ben de basından duydum, bir anlam veremedim. HSK Başkanımız Sayın Mehmet Yılmaz’a ‘Nedir bu mesele’ diye sordum. Tabii bunun muhatabı ben değilim, HSK Başkanı bunun muhatabı. HSK Başkanı, ‘Hâkim ve savcıların teminatı için biz bunu düşünmüştük. Onların yargılamalarının teminatı için biz bunu düşünmüştük’ dedi. Ama tabii bu sorunun muhatabı onlardır.”
Bugün de Cirit’in, “Muhatap onlar” dediği HSK’nın Başkanvekili Mehmet Yılmaz konuştu. Konunun, haklarında HSK tarafından disiplin soruşturma yapılan yargı mensuplarıyla ilgili olduğunu belirten Yılmaz, hakim ve savcıların bu kişileri yargılarken HSK’daki “delil havuzundan” yararlanmaları için kitapçıktaki o ifadeye yer verildiğini söyledi.
Cirit’in, Yılmaz’a atfen aktardığı bilgi ile bizzat Yılmaz’ın sözleri arasındaki fark ortada.
Cirit, “Hakim ve savcıların teminatı için biz bunu düşünmüştük” dediğini iddia ederken, Yılmaz’ın izahatında böyle bir gerekçe yok. Kaldı ki, KHK’lar ile sadece hakim ve savcıların değil tüm kamu görevlilerinin, hatta sivillerin “dokunulmazlığa” kavuşturulduğunu biliyoruz.
-Talimat, Tavsiye, Telkin Yoksa Bu Ne?-
HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın, “4 yıldır bu kuruldayım. Hiç talimat görmedim. Adımın Mehmet Yılmaz olduğu kadar eminim. 2007-2013 dönemini yaşadık, yargının örgüt amaçlarına alet edildiği bir dönemdi. Artık yargıda kumpas devri bitti. Talimat yok, benim kendi kardeşim Cumhuriyet savcısı, ben ona bir şey söylemem. Bünye kabul etmez, rezil olursunuz; tarihte de meslektaşlarınıza da Allah katında da rezil olursunuz. ‘Tahliye etmeden önce HSK’ya sorun’ gibi bir şey olması mümkün değil. Anayasa’ya göre de mümkün değil. Anayasa açık, hiçbir makam ve merci yargı yetkisini kullanmada mahkemelere emir, talimat veremez, gönderemez, tavsiye ve telkinde bile bulunamaz. Bunun cezası var. Hiçbir hukukçu da böyle bir eylem içine girmez. Bunların gizli kalması, bir şekilde bilinmemesi mümkün mü?” dediğini de kaydedip, adalet mekanizmasındaki yeni bir “açılım”dan söz edelim.
Bilindiği gibi, soruşturma ve kovuşturmalarda MİT ve Emniyet İstihbaratın tespitlerinden de yararlanılır.
Nitekim MİT, FETÖ’nün “Dünya imamlarını” 15 Temmuz’dan çok önce isimleri ve resimleriyle tespit etti. Lâkin önce Erdoğan, “Hepsini biliyoruz” diyerek bunu duyurdu… Ardından iktidar medyası çarşaf çarşaf yayınladı. Neticede tamamı, haklarında gözaltı ve yakalama kararı verilmeden firar etti. Şimdi canhıraş bir şekilde bunların iadesini sağlamaya çalışıyoruz!..
Yine bilindiği gibi, MİT ile Emniyet İstihbaratın bilgi ve belgelerinden yararlanılır, ancak savcı ve mahkemelere gönderilen notlarda, “Bunların istihbari nitelikte olduğu, tek başına delil sayılamayacağı” da özellikle vurgulanır.
2.5 ay önce yaşanan yeni “açılım” mı?
İsmi, ülkesi lâzım değil.
Mahkeme, “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve zimmet” suçlarından aranan, yurtdışına firar etmiş bir şüphelinin yakalanarak, iadesi konusunda İnterpol’e aracılığıyla girişimde bulunulması için Adalet Bakanlığı’na yazar.
Adalet Bakanlığı, Mahkeme’nin yazısında “eksiklikler” tespit eder. Cumhuriyet Başsavcılığa’na, “Bu eksikliklerin ikmali ile kırmızı bülten talep formuna derc edilmek üzere yeniden evrak hazırlanması” şeklinde bir yazı gönderir.
Buraya kadar normal!..
Ancak hemen devamında bu “eksikliklerin” nasıl giderileceği de şöyle bildirilir:
“Bakanlığımıza iletilen evrakın incelenmesinde; ‘Şahıs Bilgi Formu’nun gizli ve istihbari mahiyet taşıdığından, iade talebinin ekinden çıkarılmasının, onun yerine bilgi formu içeriğinin C. Başsavcılığınızca ‘bilgi notu’ haline getirilerek, tanzim edilen diğer evraklarla birlikte gönderilmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.”
Sözkonusu talimat, tavsiye veya telkinin anlamı açık; Bugüne kadar delil sayılmayan gizli ve istihbari notlar sanki Savcılık tespitiymiş gibi “bilgi notu”na dönüştürüp, “delil” haline getirilsin!..
Buna da pekala, ama Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Adalet Bakanlığı’nın yazısını aynen ilgili Mahkemeye gönderip, “Böyle yapın” demesine, ne buyurulur?!.
Tamam, gözümüzün içine baka baka firar eden “FETÖ”cülerin yakalanması ve iadesi için elden gelen ne varsa yapılsın, buna bir itirazımız yok.
Lâkin herşey böyle uluorta, resmi yazışmalara dökülerek de olmaz ki!..
Bu suretle, hazırlanan iade dosyalarının ne kadar zayıf olduğunun “itiraf” edilmesi bir yana;
İstihbarat notlarının Savcılıklar veya Mahkeme eliyle “bilgi notuna” dönüştürülüp, delil haline getirilmesi uygulaması yaygınlaşırsa, hukukumuzun hâli nice olur?!.
Müyesser YILDIZ
7 Mart 2018