Egemenler bir masanın etrafında toplanıp “Türkiye’yi kazanmayı” konuştular. Onlar için “Türkiye’yi kazanmak” demek Türkiye’nin bağımsızlığını, egemenliğini, varını-yoğunu onların emrine verip emperyalizmin kulu-kölesi olmasıydı.
Uyanan Türk milliyetçiliğinden korkuyorlardı…
Türklerin, ABD ve AB’nin gerçek yüzünü anlamasından rahatsızlardı…
Kemalizm ile Batı arasında bir uçurum olduğu ortaya çıkmıştı…
Türkiye ılımlı İslâm değil, gerçek Müslümanlığın son kalesiydi…
Türkiye göz göre göre ellerinden kaçıyordu.
“Türkiye’yi kazanma”nın yol haritasını belirlediler:
Türkiye ve Kürtler arasında bir “büyük pazarlık” teşvik edilmeliydi…
Türkiye’nin AB-ABD-NATO’dan kopması ne pahasına olursa olsun engellenmeliydi…
Ermenistan ile tarihsel bir “uzlaşı” sağlanmalıydı…
Kıbrıs’ta “siyasi çözüm” gerçekleştirilmeliydi…
Bunları başarmanın önündeki ana engel, “asker, yargı ve Türk Milliyetçiliği” idi.
Türkiye’nin resmi dönüşüm tarihi olan 12 Eylül 1980 darbesinin 30. yıldönümünde -yine bir 12 Eylül günü- Anayasa referandumu ile yargı dizayn edildi.
Askerler sahte delil ve belgelerle patır patır tutuklandı.
2007’de başlayan “Ergenekon operasyonlarında” nihai hedef askerlere ulaşmaktı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığını ve Atatürk ilkelerini savunan çeşitli kesimlerden siviller tutuklandı önce. Toplum her korkutulup sindirildi hem de nihai hedefe alıştıra alıştıra varılmak istendi. Öyle de oldu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 26. Genelkurmay Başkanı dahi “terör örgütü kurmak ve yönetmekten” tutuklandığında, TSK’nın gıkı bile çıkamadı.
Egemenler bile her şeyin böylesine tereyığından kıl çeker gibi kolay olacağını beklemiyordu anlaşılan. Bilseler doğrudan TSK’dan başlarlardı.
İşte 2 yıldır yargılanan 365 üst düzey askerimizin akıbetinin hikâyesi özetle budur.
Atatürk’ün adının, resminin, ilkelerinin ve sözlerinin bir bir silinmesi,
Fethullah Gülen, Abdullah Gül ve son olarak Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “ulusçuluğa” savaş açması,
Her gün 10’larca şehit cenazesinin kaldırılması,
TSK’nın PKK’ya “yenildiğinin” öne sürülmesi,
Barzani’nin AKP Kongresi’nde baş konuk yapılması,
Cumhuriyeti kuran Atatürk’ün partisi CHP’nin başındaki ismin bile “Oslo pazarlıklarını” olağanlaştırması da,
İşte bu emperyalist hikâyenin acı sonuçlarıdır!..
AKP iktidarı şimdi “nefret suçları”na ilişkin düzenleme yapmaya hazırlanıyor. Sanmayın ki, İslâm karşıtlığı için uygulanacak. Korkarım ulusalcılık ve milliyetçilik “nefret suçu” sayılacak. İçişleri Bakanlığı’nın 4 yıl önce ulusalcılığı “terör suçu” kapsamında değerlendirdiğini hatırlıyor musunuz?
Genelkurmay Başkanlığı, İzmir’de yürütülen casusluk sonuşturması vesilesiyle yaptığı açıklamada şu cümleyi kullandı:
“… önceden olduğu gibi bugün de hukukun üstünlüğüne ve kanunlara saygıyı ilke edinen TSK…”
İlker Başbuğ da ondan sonraki Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner de Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında bir yandan “hukuka saygılı” olduklarını açıklarken öte yandan kapalı kapılar ardında -sonraları açıktan- hukuk katliamlarına dikkat çektiler. Özellikle denizcilere yönelik operasyonların ardından 17 Aralık 2009’da Trabzon’da Oruç Reis Fırkateyni’nde konuşan Başbuğ şunları söyledi:
“TSK, hukuk devletinden yana olduğunu her fırsatta dile getirmektedir. İçinde bulunduğumuz bu süreçten rahatsızız. Bu rahatsızlığı yetkili ve ilgililere aktardığımız gibi yasal olarak gerekenleri de yapıyoruz. Kendi amaçları çerçevesinde psikolojik harekât yürütenlere diyorum ki, bulunduğunuz yol ve yer doğru değildir. Türk Milleti ne yaptığınızın da farkındadır… Adli makamlar ihbar mektuplarına ve gizli tanıkların verdikleri ifadelere karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmelidir. Böyle durumlarda TSK ile bilgi teatisi ve iş birliğinde bulunmalıdırlar. Aksi durumlar kurumlar arası çatışmalara neden olabilir…”
O gün Başbuğ’un yanında KKK Işık Koşaner, Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay, Jandarma Genel Komutanı Atila Işık ve 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk de vardı. Atila Işık 2010’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atandığı halde emekliliğini istedi. Koşaner ve Aksay 2011 Şurası’ndan hemen önce istifa ettiler. Saldıray Berk Erzincan “Ergenekon”u kapsamında soruşturmaya uğradı. Başbuğ da Silivri’de!..
Yıllardır Silivri’deki yargılamalarda yapılan hukuksuzlukları yandaş medya, AKP iktidarının birçok mensubu, hatta Başbakan Erdoğan bile kabul ettiği halde Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in hâla “hukukun üstünlüğü ve kanunlara saygı”dan söz edebilmesini anlayan var mı?
9 aydır tutuklu selefi İlker Başbuğ’dan bir “geçmiş olsun” mesajını esirgeyen Özel Paşa bir kez Silivri’ye gidip o duruşmaları izlese, hiç olmadı silah arkadaşlarının ipi çekilirken son karar duruşmasında bulunsa acaba yine “hukukun üstünlüğü” diyebilir miydi?
Bundan sonra ne olur?
Diğer davalar “Balyoz”un ipoteğiydi. Onun için konuşulacak bir şey kalmadığı halde Oda Tv’de Soner Yalçın, Hanefi Avcı ve Yalçın Küçük’ün tutukluluğuna devamla dava Kasım’a atıldı. Herhalde o zaman biter.
AB’nin bastırdığı 4. Yargı Paketi Ekim’de çıkacak gibi. Ergenekon ve KCK davaları eşitlenip bu paketle bir şekilde sonlandırılır. Bilhassa Balyoz ve Ergenekon davaları Yargıtay, Anayasa Mahkemesi süreçleriyle uzatmalara bırakılır.
Bakarsınız o paketle Öcalan da resmen “özgürleştirilir”.
Özetle, isminde Adalet olan bir partiyle “Adalet”in, isminde Cumhuriyet olan bir partiyle “Cumhuriyet”in hallini seyrediyoruz.
Türkiye’nin hallini görmek istemiyorsak;
“Ey millet, ey CHP, ey MHP titre ve kendine dön, ne olur!..”
Silivri, Hasdal, Hadımköy ve Maltepe’ye kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
20 Eylül 2012
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/balyoz-inerken-ozel-pasa-silivriye-gitse..-2009121200.html