Klasik ama doğru bir yaklaşımdır: bir cinayette o ölümün kime yaradığı/yarayacağı düşünülür öncelikle ve faile de ulaşılır genellikle…
Şimdi Silvan katliamının ardından, daha şehitlerimizin kanları kurumamışken, “YENi TÜRKIYE KOROSU”nun hep birlikte söylemeye başladığı “türkülere”; yani bu katliamdan nasıl “nemalandıklarına” bakalım:
-Yeni anayasa engellenmek isteniyor… (Böylece yeni anayasa projesinin propagandasını yapma, onun her derde deva olacağını anlatma imkânı buldular!..)
-Yine Genelkurmay’ın ihmali var… (Bu kurum bitmiş canım; YAŞ’ta hükümetin istediği değişiklikleri yapma hakkı doğmuştur. Durmak yok yola devam!…)
-Bu yıl Kara Kuvvetleri Komutanı, 2013’te Genelkurmay Başkanı olacak Orgeneral Necdet Özel, Güneydoğu’ya “yıldız” yağdıracak… (Yani TSK Karargâhı da değiştirilecek, Özel şimdiden kendi kadrosunu kuracak, anladık; ama bu “ihmallerin” yaşandığı Yüksekova’dan Diyarbakır’a kadar olan bölge daha düne kadar 2. Ordu Komutanı olan Özel’in sorumluluk alanında değil miydi?)
-Terörle mücadele askerden alınsın; bu işi tümüyle polis yürütsün…
-Silvan şehitleri için milletin yaptığı gösterileri “Ergenekon” organize ediyor…
Son iki maddenin üzerinde biraz sonra özel olarak duracağım için onlarda parantez açmadığımı belirtip soruyorum:
Şu “türkülere” bakılırsa Silvan katliamının kime/kimlere yaradığını düşünüyorsunuz?
Saldırıyı kim üstlendi? PKK’nın şehir yapılanması olan KCK…Peki kim veya ne bu KCK?.. İmkân ve fırsat bulsalar Hasdal ve Silivri’dekilerin idamını isteyecek olan siyasal İslâmcı ve 2. Cumhuriyetçilerin, “Yargılanamazlar; onları derhal serbest bırakın!” dediği PKK’nın “ova” kanadı!.. Saldırıdan sonra KCK’ya ilişkin tek bir “kötü” kelâmları oldu mu?
Evet, “YENI TÜRKİYE KOROSU”, “En iyi savunma, taarruzdur.” şiarıyla saldırdıkça saldırıyor, asli görevi taarruz olan Genelkurmay ise işi gücü bırakmış savunmaya geçmiş, sağa sola cevap yetiştirmeye çalışıyor. İçler acısı bir hâl!..
* * *
Başbakan Erdoğan’ın “abi” dediği Hasan Cemal Kandil’deki Karayılan’la barış türküleri söyledi, biliyorsunuz… Karayılan’ın mini bir “türküsü” dikkatlerden kaçtı… Diyordu ki: “Şu sıralar bize gelen bir istihbarata göre, Yeşil Ergenekon yerine, adı ÖTÜKEN olan yeni bir örgütlenme sahnede görülebilir yakında…”
“Yeşil Ergenekon”dan kastı da “Gülen cemaatinin devlet içindeki uzantıları” imiş!..
Karayılan’ın “Bize gelen istihbarat” lafı nedense bana BDP’li Selahattin Demirtaş’ın “Hükümet Kandil’le de görüşüyor.” iddiasını hatırlattı… Bunu geçip şu temel hakikatlerin altını çizelim:
-Şemdinli saldırısından “Ergenekon”a ulaşıldı; yani Ümraniye’den çok önce iktidarın gündeminde “Ergenekon” vardı…
-“Ergenekon” operasyonları ile yine büyük bir toplumsal mühendislik eseri olarak yaratılan ulusalcı-milliyetçi kesimin ulusalcı kanadı tasfiye edildi… Peki bu “ulusalcılar” nasıl bulundu; Cumhuriyet mitingleri üzerinden…
-Silvan katliamının ardından yapılan halk gösterileri için neden “Ergenekon organize ediyor.” diyorlar? Kalan son “ulusalcılara” ve millete yeni bir gözdağı vererek; “Oturun oturduğunuz yerde, yoksa..!” demek için…
-Uzunca bir süredir Türk milliyetçilerinin ele başısının MHP olduğu sistemli bir şekilde işleniyor, değil mi? Seçimden önce MHP’ye “bel altı” operasyonu yapıldı mı; yapıldı. Ama geri tepti…Eee, bu “kafatasçılardan” nasıl kurtulacaklar?.. İster misiniz Silvan’dan da “Ötüken” çıkarılsın ve dalga dalga Ötüken-1,2,3 operasyonları başlatılsın!.. Milliyetçilerden de böyle kurtulunsun!.. Hele de MHP lideri Bahçeli Hillary bacıyla görüşmeyi reddetti ki!..
Terörle mücadelede askerin devreden çıkartılması “türküsü”ne gelince;
Silvan saldırısından önce Zaman’dan bazı kalemler bunu işlemeye başladı aslında. Hatta birisi aynen şunu yazdı:
“Türkiye, bu çizgide gittikçe, ileride hem Güneydoğu’da hem bölgede hem de Türkiye’nin büyük şehirlerinde daha kanlı hadiselere şahit olacaktır. İlk yapılması gereken, askerin tamamen sahasına çekilmesi ve siyasi otoritenin terörle mücadeleyi askerin uhdesinden tamamen kendi uhdesine almasıdır.”
Bu satırları okuyunca “Acaba hangi bakan, hangi ilimizde çatışmaya gidecek?” diye sormuştum kendi kendime.
Neyse ki iktidarın “think-tank” prensliğinden, “Prens Rektörler” safına katılan Çanakkale Üniversitesi Rektörü Prof. Sedat Laçiner bu merakımı giderdi: “Terörle mücadeleyi polisin yapması gerektiğini” düşünüyorlarmış. (Laçiner hakkında bir fikir vermesi için hatırlatıyorum: kendileri Haziran ayında da “Acaba Cumhurbaşkanımız veya Başbakanımız Erivan’a gidip o soykırım anıtına bir çiçek bırakır mı? Biz buna soykırım demiyoruz; ama acı nedir biz biliriz” demişlerdi)
Terörle mücadelenin polislere bırakılması!.. Bu ne demektir? Anlamlarından sadece bir tanesini yazıyorum: Türk Ordusu’nun küçültülmesi, “Polis Ordusu”nun büyütülmesi demektir!..
Nasıl yapılacaktır? Önce Jandarma Genel Komutanlığı TSK’dan alınıp, tamamen İçişleri Bakanlığı’na bağlanır (böylece TSK zahmetsiz, operasyonsuz epeyce küçülür).
Ardından Emniyet Genel Müdürlüğü ile birleştirilir ve terörle mücadele de tamamen İçişleri yani iktidarın işi olur. Hani Başbakan Erdoğan, polis teşkilatı için “rejimin bekçisi” demişti ya, işte o…
Acaba ileride Emniyet Teşkilatı Kanunu’na “rejimi koruma-kollama görevi vardır” gibi bir madde de eklerler mi ki? Böylesi bir politika değişikliğinin diğer sonuçlarını, işin uzmanlarına bırakıp soruyorum:
2003’te Irak’ın kuzeyi ve Türkmenlere ilişkin politikaları TSK’dan alıp Dışişleri Bakanlığı’nın uhdesine verdiler.
Sonuç: “Barzani Kürdistanı’nı” tanıdık, Türkmenler sahipsiz kaldı!..
Güneydoğu ve terörle mücadeleyi İçişleri Bakanlığı uhdesine alınca sonuç ne olur dersiniz?
Bu arada geçtiğimiz günlerde kaldırdığımız 13 şehidimizin cenazelerinden herhangi birinde ne Gül, ne de Erdoğan bulunabildi. Ama Ensar Vakfı Başkanı’nın cenazesini “devlet” kaldırdı. Demek ki rahmetlinin “devlet”e hizmeti, 13 şehidimizin hizmetlerinden fazlaymış. Olabilir de “devlet”le milletin hiç bu kadar ayrı düştüğü görülmüş müdür?
Silivri’den hepinize, hepimize sabırlar diliyorum.
Müyesser Yıldız
18 Temmuz 2011