“5 yıl süren davanın ardından” diyorlar… Ölçü, yargılamanın başlaması mıdır, insanların tutuklandığı zaman mıdır? Öyleyse, “7 yıllık davanın ardından” demek en doğrusu.
Bu davada,“ilk kez delilden, suçluya ulaşıldığı” anlatıldı…Hayır, önce “suçlular” belirlendi (Kimine göre Oval Ofis’te, kimine göre başka mahfillerde), sonra deliller arandı. 7 yıl boyunca arananan delillere bir türlü ulaşılamadıysa da baştan kesilmiş cezalar hüküm oldu.
Dönemin Başbakan Yardımcısı, bugünün Cumhurbaşkanı Gül, “Cesur bir savcı arıyoruz… Bu bombalara dikkat edin. Bunun arkası gelecek”… Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin Danıştay cinayetinden birkaç saat sonra, “Sürprizlere hazır olun. Gladyo tipi bir yapılanma var”… Başbakan Erdoğan, “Ben bu davanın savcısıyım”… Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, “Ergenekon davası, AKP’ye kapatma davası açılmasına misilleme”… Bu operasyonun sözcüleri, “Ergenekon davası olmasa, Kürt açılımı yapılamazdı” demişse… İsimsiz, imzasız ihbar e-mailleri, mektupları delil olmuşsa… Ve teröristlere, katillere, sabıkalılara “gizli tanıklık” yaptırılmışsa… O davanın ne olduğu ve sonucu baştan belli değil miydi?
“Hükümete darbe teşebbüsü”nde bulunmuşlar… Kalemle, kitapla, demeçle, yazıyla darbe!.. Oldurdular. “Darbe”nin özü, temeli silahlı güç, yani ordudur. Balyoz davasını düşünün, velev ki, doğru. Verilen ceza 13-20 yılken, burada yağan ağırlaştırılmış müebbet. Ana “darbecilere” 20 yıl, yavru “darbecilere” müebbet. İzah edebilen beri gelsin.
Tutuklamalar ve davanın başladığı zamanları hatırlayın. İnsanlar ne dehşetengiz “planlar ve delillerle” infaz edilmişti. Kararda bunların çoğu ya “zaman aşımına” uğradı, ya da “kovuşturmaya gerek yok” oldu. Başı başka, sonu başka dava olur mu?
“Cebir ve şiddet kullanmışlar”… Hani silah, hani cinayet? Kimse Danıştay cinayeti, Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan bombalar, Poyrazköy’de gömülü silahlar demesin. Zira çok soru var:
-Azmettirici olduğu öne sürülen Veli Küçük, Muzaffer Tekin’e, katil Alparslan Aslan’la aynı cezalar verildi. Bir kez dahi görüştükleri ispatlandı mı? Aksine, görüşmedikleri ispatlandı. Aslan’ın cinayet öncesi ve sonrası görüştüğü, silahları temin ettiği başka ilginç isimler vardı, bunlar gün gün, saat saat belgelendi. Ama o isimlerin ifadesi dahi alınmadı. Neden?
-Cinayetin işlendiği güne dair Danıştay kamera kayıtlarının silindiği ortaya çıktı, bu da “Ergenekon’un işi” dendi. Oysa Danıştay Genel Sekreteri’nin odasındaki ana bilgisayar da kaydetmişti. Çocuklukta işlenen “suçları” bile bulup, deşifre eden polis ve savcılar, nedense o harddiske aylarca ulaşamadı, ulaştıkan sonra da çözemedi. OYAK davası denilen bu davanın Ergenekon’la birleştirilmesine dahi gerek duyulmamış ve de bu dava henüz sonuçlanmamışken, Ergenekon’daki isimlerin Danıştay cinayetinden sorumlu tutulup, birkaç kez ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırılması neyin telaşıdır?
-Ümraniye bombaları… En önemli delil o bombalar nerede? Polis bunları daha 15’inci günde apar topar neden imha etti? O gecekondu aramasındaki kayıtlarda polislerin konuşmaları neyin nesiydi?
-Poyrazköy’deki gömülü silahlar… O silahların türü, gömülme ve bulunma şeklindeki garabetler bir yana, bu dava da Ergenekon’la birleştirilmediği ve sonuçlanmadığına göre, hangi “silah, cebir ve şiddet”? Sahi, o silahlar hangi kuruma aitti?
-Türkiye Cumhuriyeti’nin 26’ıncı Genelkurmay Başkanlı İlker Başbuğ, Ümraniye bombaları, Poyrazköy silahları ve Danıştay cinayetinin neresindedir? 2 internet sitesiyle bunlar arasında nasıl bir bağlantı kuruldu? İnternet sitesiyle darbe oluyorsa, o siteleri kuran Hilmi Özkök ve ondan sonraki Genelkurmay Başkanları nerededir?
-ETÖ Silivri’de mi Kuruldu?-
MİT’e sordular,“Böyle bir örgüt yok” cevabı geldi. Emniyet’e sordular, yine “yok”. Genelkurmay’a yazdılar, yok oğlu yok… Ama Silivri mahkemesi, “var” deyip, “Ergenekon terör örgütü yöneticiliği ve üyeliğinden” ceza yağdırdı.
O halde soralım:
-Kağıt üzerinde “Ergenekon lobisi” kurdurulan eşcinsel Haham Tuncay Güney’in neden tek satır dahi ifadesi alınmadı veya alınamadı?
-O şemanın aslı ve sonraki versiyonları nerdedir? Ergenekon’un 1 numarası kimdir?
-MİT ve Emniyetle yapılan o yazışmalar ve gelen cevaplardan sonra Ergenekon Savcıları ile bu kurumlar arasında neler yaşandı? “Yok” cevabı veren yetkililere ne oldu?
-“Saçma sapan iddialar, ciddiye alınacak tarafı yok” diyen dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un tanıklığına başvurulması kararlaştırıldığı halde, mahkemeye çıkmasına kimler, neden izin vermedi?
-Ergenekon uzmanı Gazeteci, AKP milletvekili Şamil Tayyar da dinlenecekti. Ama mahkeme kendi aldığı karardan gerekçesiz vazgeçti. Neden? Şamil Tayyar gelmedi mi, getirilemedi mi?
-Dava başladığında olmayan örgüt, Silivri’de, duruşma salonunda, hakimlerin gözleri önünde mi kuruldu ki, “Ergenekon terör örgütünün” varlığına hükmedildi?
-Başbuğ Müebbetlik İse?-
Bu iktidarın atadığı ve birlikte çalıştığı bir Genelkurmay Başkanı, bir katille neredeyse aynı cezaya çarptırılıyorsa, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, bakanlar ve onun emrinde çalışan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel acaba ne hissediyor? Bir devlet yetkilisinin çok özel bir görüşmede, “Başbuğ yargılanıyorsa, bizim hakkımızda da dava açılması lâzım” dediğini biliyorum. Aynen böyle olması gerekmiyor muydu?
Karardan bir gün önce iktidarın gazetesi Yeni Şafak Yazarı Cem Küçük’ün, “Yüce Divan’da yargılanması gereken Başbuğ’u cemaat tutuklattı” demesi neydi?
Keza AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik’in hükümden 3 gün önce, “fırkateynin üstüne çıkıp, efelenmeyi alışkanlık haline getirme dönemi bitti” demesinin anlamı neydi? Başbuğ, Trabzon’da Oruç Reis Fırkateynin üstüne çıktı da ne yaptı, muhtıra mı verdi? Bu davalarda yaşanan hukuksuzlukları dillendirdi. Adli makamların ihbar mektupları ve gizli tanık ifadelerine karşı daha duyarlı ve dikkatli hareket etmesini istedi. TSK’ya karşı asimetrik psikolojik harekat yapıldığını anlatıp, “Terör olaylarını TSK ile ilişkilendirmeyi PKK sempatizanları yapabilir” dedi. Bu gerçekleri söylemek “efelenmek”, daha önemlisi artık müebbetlik suç mu sayılacak?
Başbuğ bir hukukçu değil. İddia ve soruşturmalar hakkında Karargâh hukuk müşavirleri nasıl bilgilendirdi ve yol gösterdiyse, onu yaptı. Bu sürecin en önemli ismi Genelkurmay Hukuk Müşaviri Hıfzı Çubuklu tahliye edilirken, Başbuğ’un müebbete çarptırılmasının izahı nedir?
-Silivri’de Bir Başına Müebbetlik 60 Yaşında Bir Kadın-
Baştan sona çelişkiler, tuhaflıklarla dolu, aceleye getirilmiş kararlar silsilesi… Örnek çok, ama şimdilik bir kaçını hatırlatalım:
Daha son savunması alınmamış 49 sanık varken, bazı sanıkların dosyasında emniyetteki ifadelerinden başka savunma bulunmazken, Başbuğ başta olmak üzere birçok sanığa son sözü sorulmamışken, nedir bu yangından mal kaçırırcasına yapılan infazlar?
Hakimler kararı henüz okumaya başlamışken, bazı tv’lerin sırası gelmemiş isimlerle ilgili cezaları açıklaması ve bunların bazılarının yanlış çıkması neyin nesiydi? Önceden servis, ama son anda bazı hükümlerin değişmesi miydi? Ya karardaki tekrarlar ile karar özetinin avukatlara ve basına ancak saatler sonra verilebilmesi?
Cumhuriyeti bombalayan sanık, ilk ifadesini verdiğinde 18 yaşından küçüktü, o ifadeye itibar edildi, Mustafa Balbay kendi gazetesini bombalatan adam oluverdi. Bombacı daha sonra, o bombaları polisin verdiğini, ifadesini de onların yazdığını açıkladı, ama küçük Bedirhan’a itibar edenler, büyümüş Bedirhan’a itibar etmediler, “deli” muamelesi çektiler. Sonuçta, Cumhuriyeti bombalayanla, Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi Balbay neredeyse aynı cezaya çarptırıldı. Kanuni mi, hukuki mi, vicdanlara sığar nitelikte mi?
Aynı koşullardaki sanıkların bazıları tahliye edilirken, bazıları müebbet ceza aldı. Neye göre? Duruşmaya gelmeyen tutuksuz sanıklardan bazıları hakkında tutuklama kararı çıkartıldı, bazılarına çıkartılmadı. Geldiği halde tutuklanıp, cezavevine konulanlar, bir de daha ağır cezalar aldığı halde evine gönderilenler oldu. Ölçü neydi?
Teröristbaşının “özgürleştirilmesi” pazarlıkları sürerken, onu sorgulayan emekli albay Hasan Atilla Uğur 29 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. PKK’nın, “bizimle mücadele edenler savaş suçlusu” tezine katkı mı?
Emekli Gazi Üsteğmen, Avukat Serdar Öztürk; Ergenekon’dan tutuklanan silah arkadaşı,meslektaşı Levent Göktaş’ın davasını takip ederken, komplocuların izini buldu, İstanbul Emniyet’te ABD’lileri gördü, tutuklandı. Bürosunda ele geçen “dellilerin” hiçbirisinde parmak izi yoktu. Onların üzerindeki diğer parmak izlerini araştıran da çıkmadı. İsim isim suç duyurusunda bulundu, mahkemeye delillerini sundu, “başka mahkemelere git” dendi. Başka mahkemeler, “Ergenekon mahkemesinin işine müdahale olur” gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi. Sonuçta masumiyetini ispat edemeden, 25 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Şeriatın kestiği parmak acımasın, öyle mi?
60 yaşında,Silivri’de kalan tek kadın; Türk Ortodoks Patrikhanesi Sözcüsü Sevgi Erenerol. Milli Mücadele’de Atatürk’ün yanında duran Papa Eftim’in torunu. Patrikhane’de birkaç toplantı düzenlediği, Kaymakam Kemal Beyin idamını protesto ettiği, MGK ve Genelkurmay’a çağrılıp, Fener Rum Patrikhanesi ve Ruhban Okulu’nun emelleri hakkında brifing verdiği için müebbete çarptırılan bir Hıristiyan, ama önce bir Türk. “Ergenekon davası sayesinde Fener Rum Patrikhanesi rahatladı” denmesi, birilerinin bir Hıristiyanın müebbete çarptırılması karşısında kıyameti koparmaması onun Türk olmasından mıdır? PKK için hazırlanan “hayal gibi paket”te Ruhban Okulu’nun açılmasının da yer alacağı açıklanmışken, Erenerol’a verilen bu ceza tesadüf müdür?
Prof. Mehmet Haberal; Otelinde toplantılar yapıldığı için suçlandı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’i “iş görmez raporu” vererek, iktidardan indirmek istediği öne sürüldü. Ağırlaştırılmış müebbetlikti!.. Tutukluyken, Başkent Üniversitesi didik didik edildi, dava ve vergi cezası yağmuruna tutuldu. Televizyonu takip-tarassuta alındı. Sonuçta, çok şükür “darbeye eksik teşebbüsten” ceza indirimine gidildi. Mahkemedeki iyi hali de gözönünde tutulup, tahliye edildi. Hatırlatacağım küçük bir not var. Tarih Kasım 2002; Dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı, bugünün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül şunları söylüyordu:
“Kriz içindeki ülkenin daha genç ve dinamik birine ihtiyacı var. Ecevit çekilsin, Hüsamettin Özkan başbakan olsun. Ecevit, Özkan’ın babası kadar saydığı ve saygı duyduğu bir insan. O halde, Ecevit de bir babanın evladına emanet ettiği gibi başbakanlığı Özkan’a emanet etmelidir. Aksi halde IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere yabancılar, bu değişimi çok daha kaba bir biçimde gündeme getirmeye başlayacak…”
Ecevit’in sağlığı sebebiyle görevini bırakması gerektiğini savunan bir isim Cumhurbaşkanı olmuşken, merhum Ecevit hastanesinde tedavi edildiği için Haberal’ın tutuklanıp, “darbecilikten” müebbete çarptırılması yakışık almazdı değil mi?
Suç makinası, bu davanın savcılarının “Osmanım”, hakimlerinin “Osman Bey” diye hitap ettiği, tanık-sanık-gizli tanık yapılan biri için tahliye kararı verilmiş ki, fazla söze ne hacet!..
Ben Silivri’de büyük bir cinayet gördüm; Teorisiyle, pratiğiyle ve taammüden seri bir hukuk cinayeti… Siz de gördünüz mü?
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
6 Ağustos 2013
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/cinayeti-gordum-0708131200.html