Son dönemde en tuttuğum slogan/şablon cümle şu : “2011 yılında Libya ve Suriye rejimlerinin idrak edemediği nokta, halkların sonsuza kadar aptal yerine konulamayacağıdır…“
İnşallah bir gün birileri Türk milletinin de “sonsuza kadar aptal yerine konulamayacağını“ idrak eder!..
****
Seçim öncesinden beri: “Medya manşetleri ile belirlenen gündeme takılmayın; Ege Ordusu’nun akıbetine, Doğu Akdeniz’e, Suriye’ye, İran’a, füze kalkanı işine bakın ne olur!“ diye feryat ediyorum.
Ama dinlemeler, oturma düzeninin değişmesi, başkomutanlık töreni, terörle mücadelede yeni konsept… Öyle bir bombardıman yaşıyoruz ki, zaman zaman ben bile gündemin “şevhetine“ kapılmaktan kendimi alamıyorum!..
****
2 Eylül Cuma gününe Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu öncülüğünde İsrail’e çekilen “two minutes“ ile uyandık. Başbakan Erdoğan bu konudaki inisiyatifi neden onlara bıraktı ki? Bu duruşun, füze kalkanı projesiyle alakalı olması, kalkan görüşmelerini de Gül’ün yürütmesiyle bir ilgisi var mıdır acaba?
Baksanıza Rusya’nın NATO Büyükelçisi Rogozin’in söylediklerine… Füze kalkanı konusunda kendilerine verilen sözün tutulmadığını ve NATO formatının dışına çıkıldığını belirten Rogozin, “geçtiğimiz Temmuz’da ABD’li askeri uzmanlarla birlikte Abdullah Gül’le konuyu müzakere ettiklerini” açıklıyor!..
Biraz karışık oldu değil mi? Baştan alayım en iyisi… BM’nin Mavi Marmara raporu bundan önce defalarca gündeme geldi; “anlaşma sağlanamadı“ denip ertelendi. Yani raporda neler olduğu az-buçuk ortadaydı. Ki bir defasında, “Bu BM ne menem şeydir. Sen siyasi kuruluş musun; raporunu yazar geçer gidersin, ne bu pazarlıklar, ertelemeler vs.” diye yazdım. Şimdi Gül, Davutoğlu ve bilumum uzmanlar ne söylüyor: “Bu hukuki değil, siyasi bir rapordur… Yok hükmündedir… Raporu İsrail yazmış gibi…”!..
Neye bu tepkiler? Henüz BM Genel Sekreterine sunulmadan basına sızdırılmış bir rapor parçasına. Daha önce de sızdı; neden o zamanlar değil de şimdi tepki?!..
İşin püf noktası zamanlamada galiba.
Sayalım :
– Suriye’yi defterden sildik,
– Libya’daki muhaliflere elden para bile götürdük. Ama Fransa’da yapılan Libya toplantısında Sarkozy, Hillary Clinton’u kapıda karşılarken, “Libya fatihi“ Davutoğlu’nu Dışişleri protokol müdürüne karşılattı,
– Paris’te Clinton-Davutoğlu bir araya geldi ve muhtemelen füze kalkanında anlaşma sağlandığının açıklanması kararlaştırıldı…
Şayet bir ABD gazetesinin Mavi Marmara raporu haberi olmasaydı, gündeme bomba gibi düşecek konu neydi? Elbette füze kalkanının Türkiye’ye konuşlandırılacak olması!.. Zira bu konuşlanmanın Suriye ve İran için yapıldığını çocuklar bile biliyor.
Ama rapor parçası üzerine yapılan “two minutes“ çıkışıyla, füze kalkanı güme gitti mi; gitti!..
Bakın “yabancı” bir gazete değil, Zaman yazdı;
“Füze kalkanı konusunda Türkiye’nin talepleri büyük ölçüde karşılanmış.“…
Neydi Türkiye’nin talepleri: Komuta düğmesinin Türkiye’de olması ve elde edilecek bilgilerin İsrail’le paylaşılmaması…
Peki sonuç ne?
Radar komuta merkezi Almanya’da olacak ve Türkiye burada general düzeyinde temsil edilecekmiş.
İsrail’le bilgi paylaşılmaması meselesine gelince; ABD’li yetkililer, “Bu radarın aynısı İsrail’de de 2008’den beri konuşlu durumda. Onlarla ayrı bir füze savunma anlaşmamız var. Ancak ABD savunma kapasitesini arttırmak amacıyla, değişik radarlardan elde edilen verileri birleştirebilir.“ demişler.
Bir yandan İsrail’i “defterden siliyoruz“, öte yandan tamamen İsrail’i koruma amaçlı çok önemli bir projeye kapıları açıyoruz… Hem de aynı gün… Ne garip bir tecelli ya Rabb’im!..
****
“Şam ve Fars baharı”nda başrollerde olmak için milletten vize almanın yolu, İsrail’le “kapışmaktan“ geçiyor zahir!..
Füze kalkanının konuşlandırılacağı yere ilişkin tahminlere ben de katkıda bulunayım bari. Favorim; Trabzon ya da Kars.
Niye Trabzon?
ABD daha Irak’ı işgal etmeden, İran plânları için Trabzon’a göz koyup, oraya üs kurmak istemişti… Ya Kars; 1950’lerde ABD’nin Fener Rum Patrikliği’ne atadığı Athenegoras’ın Türkiye topraklarına ayak basar basmaz, “ABD’nin savunması Kars’tan başlar.“ demesini nedense hiç unutamadım!..
****
Kısaca iki konuya da temas edeyim :
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Deniz Feneri’ndeki “köstebek“ iddiaları üzerine bir açıklama yapmış;
-Kılıçdaroğlu’nu davanın savcısı gibi davranmakla suçlamış,
-Süren davayla ilgili yorum ve değerlendirmede bulunmanın suç olduğunu hatırlatmış,
-“Masum insanları suçlu ilan ederek, isimlerini karalamaya çalışması ahlâk ve insaf ölçülerini aşan bir sorumsuzluk örneğidir.“ demiş.
Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve bizatihi Adalet Bakanı Ergin, henüz iddianamesi bile yazılmamış biz gazetecileri “terörist“ ilân ederken neredeydiniz Sayın Atalay ?
****
2 Eylül Cuma günü Malatya Turgut Özal Camii’ndeki hutbede, Vekil İmam Malatya Müftülüğü’nün gönderdiği hutbe yerine, kendisinin hazırladığı hutbeyi okumuş. Hilâfeti savunup, “85 yıldır yapılan zulüm bitecek.“ vs. demiş.
Gerek 100 Yılın Hesabı-Türk’ü Tasfiye Projesi isimli kitabımda, gerekse tutuklanmadan önceki yazılarımda, ABD’nin 2008’den beri “dini özgürlükler” adı altında din adamlarının vaazlarında devlet aleyhine konuşma yapabilmesinin önünün açılmasını istediğini, merkezi vaaz sisteminin kaldırılmasıyla da bunun hayata geçeceğini; özellikle Anadolu’da siyasetin camilere gireceğini defalarca yazdığım için Malatya’daki olaya hiç şaşırmadım.
Beni asıl şaşırtan, Malatya Emniyeti’nin tavrı oldu. Vatan Gazetesi’ndeki habere göre, camiye gelen bir şube müdürü, “olayın yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını, imamın hatasını anladığını ve şu an ortada bir suç ve şikayetçinin olmadığını“ söylemiş.
Bir an için, bir camide, bir imam veya vekilinin, “Kürt açılımı milleti böldü… Bu coğrafyada en büyük teminatımız, gözbebeğimiz TSK’yı yıpratmamak lâzım… Arap baharı adı altında din kardeşlerimiz birbirine kırdırılıyor… Somali’den ibret alalım; Tarım arazilerimizi, ormanlarımızı satmayalım, hayvancılığımızı öldürmeyelim, bu yağma ve talan böyle devam ederse Somali’den beter oluruz…” deseydi neler olurdu, bir düşünün!..
Malatya Emniyeti, o imamın “misyonerlik cinayetinden“, “Ergenekon’”la bağlantısının peşine düşmez; malûm medya, “Camilerde bile örgütlenmişler…İşte Ergenekon’un cami şubesi!“ manşetleri atmaz mıydı?
Silivri’den kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
3 Eylül 2011