İçeriğe geç

Diyanet’ten Ne İstiyorlar?

Gazi Üniversitesi 2009’da, “İnkilap Kanunları”nın 85. yılı münasebetiyle, “3 Mart 1924 Tarihli Kanunlar ve Türkiye” başlıklı bir panel düzenledi. Konuşmacılardan biri de Prof. Ali Bardakoğlu idi. Bardakoğlu, “Genelkurmay Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulmasının, yeni devletin perspektifini gösterdiğini” vurgulayarak, “Eş zamanlı olarak ve birbirini dengeleyen bu inşada ana fikir, yeni kurulan bu müesseselerin kayıtsız-şartsız siyasetin dışında kalması gerektiğidir” dedi. Ardından, “3 Mart kanunlarının Diyanet İşleri Başkanlığı için öngördüğü itibarlı konumun ve sistemin, ileri dönemlerde giderek sıradanlaştığını görüyoruz” tespitini yaptı.

3 Mart Kanunları nedir?… Hilafet kaldırıldı… Aynı gün Genelkurmay Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile Tevhid-i Tedrisat kanunları çıktı. Kelimenin tam anlamıyla bir paket programdı!..

Bugün gelinen nokta nedir? Genelkurmay Başkanlığı’nın halini söylemeye gerek yok… Vakıflar Genel Müdürlüğü adeta AB-ABD buyruklarıyla yönetiliyor… Ve Diyanet’te, Bardakoğlu dönemi ile başlatılan, ancak “tıkandığı” ve yeni bir isimle hızlandırılması kararı alındığı anlaşılan “yeni yapılanma”nın ayak sesleri duyuluyor… Sırada belli ki eğitim birliğini hedefleyen ve dini eğitim-öğretimin yanı sıra, asker ve polisin yetiştirilmesi görevini devlete bırakan Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Bu kanun, hem dış güçler, hem iktidar mensupları tarafından Ruhban Okulu’nun açılmasının önündeki en büyük engellerden biri olarak da görülüyor) var. Gerçi bu kanun uzun süredir orasından, burasından tartışılıyor, deliniyordu. Ancak 2. Cumhuriyetçilerin ideologlarından sayılan Mustafa Erdoğan, ne tesadüf, tam da bugün, “Önce eğitim-öğretim özgürleştirilmesi” sloganıyla, açık bir şekilde Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na karşı çıktı ve “bu meselenin bürokratlara bırakılamayacak kadar önemli olduğunu” yazıverdi!..

Bardakoğlu’nun, “Bu inşada ana fikir, yeni kurulan bu müesseselerin kayıtsız-şartsız siyasetin dışında kalması gerektiğidir” sözünün altını çizip, geçtiğimiz Mart’ta 2010’nun Kur’an Yılı ilan edilmesine ilişkin tanıtım toplantısında Başbakan Erdoğan’ın yaptığı konuşmaya geçelim. Tepkiler üzerine “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adını verdiği “Kürt açılımı”na destek isteyen Erdoğan, projenin en iyi şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından anlatılacağını (Kurulması planlanan irşad ekiplerini bu kapsamda düşünün) belirtti. Farklı dil-lehçelerde vaaz ve hutbe, Kur’an-ı Kerim meali, ilmihal gibi çalışmaların belli bir aşamaya geldiğini açıkladı. Sonra da DİB’in her türlü tartışmanın dışında tutulmasını istedi. Erdoğan’ın şu cümlesi en dikkat çekenlerden biriydi; “Diyanet İşleri Başkanlığı, Medeniyetler İttifakına eş başkanlık yapan bir ülkenin Diyanet İşleri Başkanlığı’dır”.

Fethullah Gülen’in “Olur”u Var mı?

Gerçekten de DİB, “Kürt açılımı”na kısa sürede intibak etti. Ancak Kur’an-ı Kerim’in Kürtçe meali başta olmak üzere Bardakoğlu’nun kafasında tereddütler oluştu, yeni bir “bölünmenin” kapısının açılması endişesini zaman zaman dillendirdi.

Galiba asıl kopmayı iktidarın, “Alevi açılımı” kapsamında Cem evlerinin ibadethane sayılmasıyla, Din derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılması projesi getirdi. Neden derseniz; Prof. Bardakoğlu, Fethullah Gülen’in İzmir Çınarlatı’ndaki 5-6 kişilik ekibinden bilinir. Bu göreve gelmeden önce Abant toplantılarının da müdavimiydi. Hal böyle olunca Gülen’in, din dersleri ve Cem evleri konusundaki görüşlerine bakmak gerekiyor. Gülen’in, sırf din derslerini zorunlu yaptığı için Kenan Evren’e “minnettar” olduğu biliniyor. Aleviler ve Cem evlerine gelince; “Şimdiye kadar Alevilerin ciddi bir problemi olmadığına” inanıyor… Alevilerin şikayetlerinin AB’ye iletilmesini “yakışıksız” buluyor… “Caminin yanında cemevi de olsun” diyor, ama cem evlerinin “bazı ideolojilere alet edilmesinden” endişe duyduğunu söylüyor… Alevilerin, Diyanet’te temsilinin, “bazı problemler getirip daha bir kargaşaya sebebiyet vereceğini” düşünüyor… Bardakoğlu da zaman zaman benzer görüşleri dillendirdiğine göre, burada sorulması gereken en önemli soru bizce şudur:

Bardakoğlu’nun görevi bırakması veya “tard”ında, Gülen’in “olur”u var mı, yoksa onun hilafına mı böyle bir tasarrufta bulunuldu? Zira; “olur” varsa Gülen’in görüşleri değişti, değilse Erdoğan ve Gülen “Ilımlı İslam” projesi ile “dinlerarası diyalog”da yol ayrımına geldi demektir!..

Bu arada Gülen’in 1 yıl kadar önce görüştüğü önemli bir isme, “Çok geceler, acaba dinlerarası diyalogda yanlış mı yaptık diye düşünüyor, vicdan azabı çekiyorum” mealinde şeyler söylediğini de ekleyelim.

AB-ABD’nin Diyanet Projesi

Kendi ülkesinde Müslümanlara ve Türklere tahammül edemeyen Batı, “din özgürlüğü” adı altında Türkiye’den neler istemedi ki; yeni dini azınlıklar aratılması, misyonerliğin serbest bırakılması, hatta yasal güvenceye alınması, kiliselere tüzel kişilik verilmesi, Patrikhane’nin “ekümenikliğinin” tanınması, Ruhban Okulu’nun devletin denetimi dışında ve uluslararası nitelikte açılması, din ve ahlak bilgisi derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılması, nüfus cüzdanlarından din hanesinin çıkartılması; imamlar, rahipler, hahamlar veya başka din adamlarının devleti kınama ve kötülemelerinin suç sayılmaması gibi…

Gül, Erdoğan veya AKP iktidarından herhangi bir ismin bu taleplere itiraz ettiğini duydunuz mu?

Cuma hutbelerine bile karıştılar, “Allah indinde yegane din İslam’dır” denilmemesini istediler. Bu yüzden dönemin ABD Büyükelçisi Edelman’ın, Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ı hem sözlü, hem yazılı uyardığı, yine dönemin AB Türkiye Temsilcisi Kretchmer’in, Bardakoğlu’na gidip, “Laik bir kurum nasıl olur da İslam yegane hak dindir diyebilir” şeklinde hesap sorduğu hatırlanacaktır. Bardakoğlu, o zamanlar AB Temsilcisine haddini şöyle bildirmişti; “Ben bir Müslüman olarak bütün dinleri eşit göremem. Papa da göremez. Herkesin kendi dinini yüceltmesinden, hak dindir demesinden doğal bir şey olamaz. Ama bu bir çatışma nedeni olmaz. Saygı ve hürmet birtakım hakikatleri de örtmez”

Bardakoğlu-AB arasındaki ikinci sürtüşme ise geçtiğimiz Mart’ta yaşandı. AB Müzakerecisi Egemen Bağış’a bağlı AB Genel Sekreterliği’nin camilerde okutulması için hutbe hazırladığı ortaya çıkınca Bardakoğlu’ndan şu tepki geldi; “AB hutbesi… Türk parasının korunması hutbesi, Diyanet’in gündeminde olmadı hiçbir zaman. Elbette sokakların temiz olmasını, Türk parasının değerli olmasını, Türkiye’nin yurtdışında itibarlı olmasını isteriz. Ancak herkes kendi işini yapacak. Her konuda hutbe okumuyoruz. Üstelik biz duymalıyız o ihtiyacı. Türkiye’de din ve devlet işleri ayrıdır. Diyanet kendi dini gündemini, hutbe konularını kendisi belirler ve açıklar. Diyanet, gündemine aldığı konuların hesabını vermeye de her zaman açıktır”

Batı’nın doğrudan DİB’in yapısını hedefleyen projesine de bakalım. Birkaç yıl önce üst düzey bir AB yetkilisi, “din-asker-yargı üçgeninde” yapılması gereken reformları sıralarken, “yargıda ve asker-sivil ilişkilerindeki köklü değişikliklerden sonra köklü reform sırasının Diyanet’te olduğunu” açıkladı. Dinde “liberalleşme” gerektiğini savunan AB yetkilisi, bazı eleştirilerini de şöyle sıraladı:

  • Diyanet devlet kontrolünde olmamalı.
  • Diyanet’in işleyişi, Anayasa’daki laik devlet esası ile çelişiyor.
  • Sadece Sünni İslâm’ın dayatılması din özgürlüğüne aykırı.
  • Zorunlu din dersi eğitimi laiklikle çelişiyor.

O diplomat ismini gizledi, ancak dönemin AB Temsilcisi Kretschmer’in Alevi-Bektaşi Federasyonu yöneticileri ile yaptığı bir görüşmede, “Bana göre laik bir ülkede Diyanet olmaz” diyerek ana hedefi açıkça dillendirdi.

Vatikan ve Hadis Çalışması Yapan Papaz…

Gülen, Vatikan’la “dinlerarası diyalog”da… Erdoğan, “Medeniyetler İttifakı eş başkanı” olmakla övünüyor… Öyleyse bu cephedeki gelişmeleri de özetleyelim.

Papa 16. Benedict’in Kasım 2006’daki Türkiye’yi ziyaretinden birkaç gün önce Vatikan’daki gazetecilere açıklama yapan Papalık Hıristiyanlararası Birlik Konseyi Başkanı Kardinal Walter Kasper şunları söyledi:

“Papa öncelikli olarak Fener Rum Patriği Bartholomeos’u güçlendirmek amacıyla Türkiye’yi ziyaret etmek istiyor… Bu ziyaret Patriği, Katolikleri ve inançlarını kolay olmayan şartlarda yaşayan tüm diğer Hıristiyanları desteklemek için bir fırsat olacak… Ziyaret, Hıristiyan okulları ve kiliseler üzerindeki kısıtlamaların azaltılması için Türkiye’ye baskı yapmada kullanılacak… Papa’nın, Türkiye’de bir Hıristiyan mirası bulunduğunu netleştirmesi gerekiyor… Vatikan Türkiye’deki Hıristiyan mirasını korumaya yardımcı olmak istiyor.”

Kasper, daha önceleri İslam için de, “Kur’an muğlak bir kitap. İslam tek tip değil. İslam’a elbette saygı gösterilmeli, ama İslam bugüne dek sadece azınlık konumunda olduğu yerlerde hoşgörülü davrandı. Çoğunluk konumunda olduğu yerlerde ise din özgürlüğü tanımıyor” diyen biri… .

4-7 Kasım 2008’de Vatikan’da basına kapalı bir Katolik-Müslüman forumu yapıldı. Bosna-Hersek Başmüftüsü Çeriç’in başkanlık ettiği Müslüman heyetin üyeleri arasında tek bir Türk üye vardı. O isim, Davutoğlu’ndan sonra Başbakanın dış politika danışmanlığına getirilen İbrahim Kalın’dı. Katolik heyetin üyeleri arasındaki bir isim de bizim yabancımız değildi. Bu kişi Ankara’da uzun yıllar papazlık yapan Felix Körner’di.

Körner’den devam edersek; 2006’da DİB ve Almanya Büyükelçiği’nin işbirliği çerçevesinde Almanya’ya gidecek Türk din görevlilerinin, Ankara Ulus’taki Katolik Kilisesinin Papazı Felix Körner’den ders aldığı ortaya çıktı. Bardakoğlu, yabancı dil kursu mahiyetindeki 400 saatlik programının siyasi bir yaklaşımı olmadığını söylese de tartışmaya dahil olan dönemin AB Komisyonu’nun İçişlerden sorumlu üyesi Frattini’den, “Avrupai İslam istiyoruz. Bu, imamların Avrupa ölçeğinde eğitilmesini gerektiriyor” şeklinde bir açıklama geldi. Zaten Körner’in özgeçmişinde de, “Aralık 2002-Temmuz 2008 arasında Ankara’da Türkiye ile Diyalog çalışması yaptığı” yazıyor…

Körner’in ismiyle Şubat 2008’de de karşılaştık. Diyanet’in, “21. yüzyıl İslam’ı için çalıştığını” yazan İngiliz The Guardian Gazetesi, projede Ankara’daki profesörlerle birlikte Cizvit bir din adamının da görev yaptığını öne sürdü. Hadislerin yeniden yorumlanmasına dayanan, “devrim niteliğindeki” çalışmada bahsi geçen isim Felix Körner’di…

Financial Times Gazetesi’nin bu projeye ilişkin haberinde ise Bardakoğlu’ndan görevi devralan Mehmet Görmez’in görüşlerine yer verildi. Görmez, “yeniden yorumlayarak hadisleri bilime, tarihsel gerçeklere ve 21. yüzyıl Türk insanına daha uygun hale getirmeyi amaçladıklarını” söylüyordu!..

5-7 Haziran 2008’de Almanya’da Goethe Üniversitesi’nde düzenlenen bir sempozyumdan da söz edelim. Mehmet Görmez’in de hazır bulunduğu “İslam’ın Manevi Mirası: Günümüzde Kuran” başlıklı sempozyumda, “Ankara İlahiyat ekolü” temsilcisi bazı hocaların yaptığı konuşmaların Cizvit Papaz Felix’i bile şaşırttığı konuşuldu.

DİB’de yürütülen “Hadis çalışmaları” 2009’da ise BBC’nin gündeminde yer aldı. Bu çalışmaların kapsamı, Ankara İlahiyat ekolünün etkisi, Chatham House uzmanları ve Cizvit Papaz Felix’in görüşleri gibi detayları öğrenmek isteyenlere, İslami kesimin önde gelen isimlerinden Mehmet Şevket Eygi’nin 28-29 Mayıs 2009’da Milli Gazete’de yayınlanan yazılarını okumalarını öneririz.

DİB’in “Kürt açılımı” başta, tüm bu çalışmalarında Bardakoğlu’ndan ziyade Görmez’in etkili ve yönlendirici olduğu görülüyor. Bu vesileyle, son olarak özellikle “Ankara İlahiyat ekolü” tartışmaları kapsamında ABD’nin 2008’de, “Din ve Toplum Misafir Programı”na Türkiye’den hangi “Müslüman ilahiyat profesörün” katıldığını soralım!..

Türk-İslam Değil, Kürt-Ilımlı İslam Projesi

Hasılı, Diyanet’te yaşananlar Bardakoğlu’nun gitmesinden de, sadece seçime yönelik “irşad ordularından” da ibaret değil. Çok büyük boyutlu bir proje söz konusu ve bu projede artık Bardakoğlu bile taşınamaz hale geldi… Etyen Mahçupyan geçen yıl “Müslümanların artık, Türk kimliğinden kurtulması gerektiği, bu kimliğe ihtiyacı olmadığı” hükmünü vermişti. İstenen nasıl bir “Müslüman”?.. Gül ve Erdoğan’ın geçmişte “Haçlılar” dediği, Batılıların şekillendireceği tipte Müslüman!.. Bardakoğlu’nun gidişi olsa olsa “bir dönemi” sonlandırma niyetlerinin somut habercisi sayılabilir… Cumhurbaşkanı Gül’ün 27 Kasım 1995’te The Guardian’a, 10 Aralık 1995’te de Milliyet’e söylediklerinin; “Türkiye’de Cumhuriyet’in sonu geldi… Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz… Türkiye’de geçerli kanunlar arasında, İslam’a aykırı olan da var, olmayan da. Aykırı olanlar baskıdır. Baskı kalkacak… Düzen Türkiye’de İslam’ı caminin içine hapsetti. Biz İslam’ı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz…”

Bir yanda “Kürt açılımı”, diğer yanda “Din-Diyanet açılımı”… AKP’nin Türk-İslam sentezini yeniden yorumladığını sananlar yanılıyor. İnşa edilen, Kürt-İslam sentezidir!..

Müyesser YILDIZ
14 Kasım 2010

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/turkiye-ile-ilgili-oyle-kritik-bir-madde-var-ki-31102003.html

Odatv yeni link: https://www.odatv4.com/yazarlar/muyesser-yildiz/diyanetten-ne-istiyorlar–1411101200-13785

Kategori:Uncategorized