İçeriğe geç

ERDOĞAN İLE GÜL BU KONUDA DA AYRI DÜŞTÜ

Emperyalizmin kalkanının NATO, NATO’nun kalkanın da Türkiye yapılmasında önemli bir aşamaya daha gelindi. NATO’nun yeni “stratejik konsepti” ve İran’a karşı ülkemize kurulacak füze kalkanı projesinden söz ediyoruz.

Başbakan Erdoğan, füze kalkanı konusunda 15 Ekim 2010’da, “Bizden böyle bir talepte bulunulmadı. Lizbon Zirvesi’nde de böyle bir emrivakiyle karşı karşıya olmamız söz konusu değil…” açıklamasını yapmıştı. Şimdi Seul’deki G-20 zirvesinde, “hassasiyetlerin Obama’ya aktarıldığını, Türkiye’nin verdiği nihai bir karar olmadığını ve meselenin önümüzdeki hafta Lizbon’da yapılacak NATO zirvesinde halledileceğini” söylüyor. “Mutabakat sağlanırsa ne ala, sağlanamazsa söyleyecek bir şey yok” diye de ekliyor. NATO Genel Sekreteri Rasmussen ise Türkiye’nin yegane itirazının, zirve sonrasında yayınlanacak ortak bildiride İran’ın adının yer alıp, almaması olduğu imasında bulunup, “İtirazların Lizbon zirvesine kadar çözülebileceğine inandığını” vurguluyor.

Erdoğan’ın Seul’deki yarım saatlik baş başa görüşmede Obama’ya koştuğu şartlar, kimi gazetemize göre 3, kimine göre 4, kimine göre de 5’miş… Şartlar bir yana, “Her şeyin NATO çerçevesinde olmasını” isteyen Erdoğan’ın, Obama ile pazarlığa oturması başlı başına bir çelişki ve NATO’nun gerçek patronunun itirafı değil midir?!.. Sonra neyin “pazarlığı”?!.. Başbakan daha Obama ile görüşmeden, kendisinin de hazır bulunduğu Çankaya Köşkü’ndeki zirveden, “NATO’nun stratejik konseptinde ülke adı anılmaması” şartıyla füze kalkanına “evet” kararı alındığı açıklanmadı mı? Keza Cumhurbaşkanı Gül Türkmenistan’dan dönerken (ki o sırada Erdoğan Obama ile görüşüyordu), füze kalkanı için “açık çek” anlamına gelen şu sözleri söylemedi mi?

“Türkiye NATO’nun parçası olan bir ülke. Amerikalılar, İngilizler kadar o işin içinde olan, fedakarlık yapan bir ülke. Bunlar teknik konular. Teknik detaylarına sahip olunmazsa farklı şeyler çıkar ortaya. Savunma sisteminde, sistemin bölünmezliğinden bahsediyoruz…”

Yine Gül NATO üyesi ülkelerin liderlerine, Çankaya Zirvesi’nde alınan kararı içerdiği belirtilen bir mektup göndermedi mi?.. “Füze kalkanı denmemeli, sistem bir ülkenin dayatması gibi algılanmamalı ve Türkiye’nin bütününü kapsamalı”ymış!..

Stratejik “kağıt parçasına” yazılsa ne olur, yazılmasa ne olur?.. İşin gerçek patronunun ABD-İsrail, hedef ülkenin de önce İran, sonra tüm İslam dünyası olduğunu duymayan kaldı mı?.. NATO’nun yeni stratejik konsepti adı altında ABD-AB ittifakının, “Orta vadede İsrail’le ortak operasyonlar… Uzun vadede İsrail’in NATO’ya özel statüyle üyeliği… NATO’nun karar mekanizmasında değişiklik… Ve global cihadla savaşta NATO’nun başlıca araç haline gelmesi” planları yaptığı bilinmiyor mu?

RASMUSSEN’İ HATIRLIYOR MUSUNUZ

Roj-Tv’nin, Hz. Muhammed’e hakaret karikatürlerinin hamisi Danimarka eski Başbakanı Rasmussen’in, NATO Genel Sekreterliğine atanması sürecini hatırlıyor musunuz?.. Başbakan Erdoğan, karikatürler, Roj Tv ve AKP’deki tepkilerden dolayı Rasmussen’e açık şekilde karşı çıkarken, Cumhurbaşkanı Gül, “Türkiye’nin bir tavrı yok. Kendisi Avrupa’nın önemli, en başarılı başbakanlarından biri. Dini unsurların çok fazla gündeme getirilmesine gerek yok” dedi. Tartışmaların uzaması üzerine de son noktayı şöyle koydu; “Benim görüşüm, aynı zamanda Türkiye’nin görüşüdür”!.. Peki sonuçta Erdoğan, Rasmussen’e nasıl ikna oldu? Kendi ağzından aktarırsak; “Çekincelerinin Sayın Obama’nın garantörlüğünde çözüldüğüne yönelik bilgiler gelmesi üzerine… NATO’nun yıpranmaması için üzerine düşeni” yapmıştı!..

Biz böyle Rasmussen’in peşinden sürüklenirken, çok önemli bir mesele, Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönüşü, tereyağından kıl çeker gibi hallediliyordu… Bakalım gerçek faturası Haziran genel seçimlerinden sonra Türkiye’nin önüne konacak olan “füze kalkanı” vesilesiyle odaklandırıldığımız Lizbon Zirvesi’nin altından ne çıkacak? Bunu soruyoruz, çünkü yeni Genel Sekreter Rasmussen ilk basın toplantısında, AB-NATO işbirliğinin önündeki engellerin kaldırılmasını “öncelikleri” arasında sayıp, Fransa’nın NATO’ya dönüşünün de bunu kolaylaştırdığını söylemişti. Bunun anlamı; karar mekanizmasında Türkiye’nin olmadığı AB Ordusuna Rum kesiminin dahil edilmesi, dahası NATO’nun Kıbrıs’ta Kosova benzeri bir misyon üstlenmesinden başka bir şey değildir. Zaten Dışişleri Bakanı Davutoğlu da Lizbon Zirvesi’ne ilişkin sıkıntının füze kalkanı değil, AB-NATO işbirliği meselesinden kaynaklandığını açıkladı.

LİZBON’DA KİMİN DEDİĞİ OLACAK?

“Lizbon pazarlık” tablosuna devam… Aslında Gül, son dönemde değil, daha 3 Mart’ta aralarında Abromowitz’in de olduğu öne sürülen ABD’li bir grupla yaptığı “çay sohbeti”nde, bu konudaki mesajını verdi. O grup içinde ünlü Forbes Dergisi’nin yazarı Claudia Rosett da vardı ve Rosett’in aktardığına göre Gül, özellikle İran konusunda çok çarpıcı açıklamalar yapmıştı. Çankaya Köşkü sonradan, “Sayın Cumhurbaşkanımız ne geçmişte, ne de bugün Forbes Dergisi’ne herhangi bir röportaj vermemiştir” şeklinde bir tekzipte bulunsa da “ABD’li heyet üyesi” Rosett’e ne mi söylemişti; “İran’ın nükleer bomba elde etmeyi amaçladığı yönündeki kuşkulara katıldığını, hatta İran’ın atom bombası istediğine yönelik hiç şüphesi bulunmadığını” ve “Ahmedinecad’ın kendisini dinlemediğini”!..

Haziran sonunda Toronto’da yapılan G-20 zirvesine geçelim. Obama, randevu verdiği halde Başbakan Erdoğan’ı “maç izlediği” için 45 dakika bekletti, görüştüklerinde de tek bir kare görüntü vermedi, tek kelime açıklama yapmadı. Ama kulislere, Obama’nın, Erdoğan’ı İran ve İsrail’le ilişkiler konusunda “kesin bir dille uyardığı” haberleri sızdırıldı!.. Acaba oradan, Seul’de yapılan G-20 zirvesindeki samimi tabloya, hatta Obama’nın, Erdoğan’ı, “dünyadaki dört dostundan biri” sayması noktasına nasıl gelindi?

Eylül ayında BM toplantısı vardı… Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Gül temsil etti. Programında olmamasına rağmen Obama, Gül’le görüşüp, çok samimi pozlar (Bayan Clinton da Gül’ün yanında ruj sürdü) verdi. Zaman Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal’ın o günlerde yazdığına göre, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un liderlere verdiği öğle yemeğinde Obama, Gül’e dönmüş ve “Bir görüşmemiz lazım” demiş, Obama’nın eli Gül’ün omzundaki o görüntüler de öyle ortaya çıkmıştı!.. (Vay beee, 2009 Eylül’ünde ABD’nin Pittsburg kentinde yapılan G-20 Zirvesinde de Obama, tüm liderleri uğurlarken, Erdoğan’a, “Sen kal” diye seslenmiş, 15 dakikalık bu baş başa görüşme, diğer liderleri çatlatmıştı.)

Efendim sonra ABD cephesinden, Türkiye’ye İran konusunda haber üstüne haber gönderildi… Ermeni soykırım iftirası fırına sürüldü… “Obama’nın Erdoğan’a küstüğü” söylendi… Ve nihayet Obama’nın kabinesini kuran isim olarak bilinen John Podesta, cemaatin TÜSİAD’ı TUSKON’un davetlisi olarak İstanbul’a geldiğinde, bir yandan siyasi ve ekonomik anlamda gerekli mesajları verirken, öte yandan 12 Eylül referandum sonuçlarına ilişkin şu sorularıyla iktidarın kafasını bulandırdı; “Hükümetin meydan okunamaz hale gelmesi olumlu mu? 12 Eylül referandumu, demokrasinin derinleştiği anlamına mı geliyor?”…

Zaman Gazetesi’nin bildirdiğine göre, Obama’nın şu iki “rica”sı iki hafta önce Türkiye’ye iletilmiş:

– Türkiye füze kalkanı konusundaki kararını Lizbon Zirvesi’nden önce Washington’a iletsin…

– Lizbon’da Türkiye’yi Gül mü, Erdoğan’ mı temsil edecek, bildirilsin…

“Emrivaki” değerlendirmesini yaptığında zirvede Türkiye’yi kimin temsil edeceğinin belli olmadığını bildiren Erdoğan, Seul’deki G-20 toplantısında Lizbon’a, Cumhurbaşkanı Gül’ün gideceğini bizzat duyurdu… Karara gelince; o da hemen hemen belli… Ya Başbakan’ın hala “tereddüt” içeren açıklamaları? Şayet Gül-Davutoğlu’nun dış, Erdoğan’ın da iç görevi üstlenmesi gibi bir iş bölümü yoksa, Erdoğan’ı o “emrivakiyle” karşı karşıya bırakanın, Obama-NATO-AB üçlüsünden önce bizzat Gül olduğunu ve konunun aynen Rasmussen krizindeki gibi sonuçlanacağını söyleyebiliriz.

Obama’ya gelince; O ki, Yunanistan’ın milli gününde mesajlar yayınlamakla kalmadı, Beyaz Saray’da resepsiyonlar verdi… Ama Türkiye’nin milli günü 29 Ekim’de geçen yıl lütfedip, bir mesaj yayınladığı halde bu yıl bize Dışişleri Bakanı Clinton’ın kuru mesajını layık gördü ya… Böyle “dost” düşmanlar başına!..

Not: İnşallah bayramlarımızı da elimizden aldıklarını görmeyiz… Nice bayram gibi bayramlara!..

Müyesser Yıldız

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/turkiye-ile-ilgili-oyle-kritik-bir-madde-var-ki-31102003.html

Kategori:Uncategorized