İçeriğe geç

“Üstadımız, Yüzde Yüz Emrinizdeyim!”

Sözcü’den Veli Toprak, 15 Ağustos 2011’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) lideri iken yazar ve şair Necip Fazıl Kısakürek’e yazdığı bir telgrafı ortaya çıkardı. Sadece Gül değil Başbakan Erdoğan da “üstad”ın öğrencilerinden biri. Hala da her fırsatta onun “Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya” dizelerini okuduğunu biliyoruz.

Gül, o telgrafı çektiğinde 19 yaşında olduğuna göre, sene 1975–76… Necip Fazıl, meşhur “Büyük Doğu” dergisini yeniden çıkarmaya hazırlanmaktadır. Telgrafın hikmeti sebebi de budur ve tam metni de şöyledir:

“’Necip Fazıl Kısakürek’e…

İslam davasının zerre tavizsiz müdafii Üstad’ımıza İslam davasının agora meydanlarında sağırların kulağını patlatacak gür seslilikte aksiyoneri Büyük Doğu Gençliği’nin ruh gıdası mecmuanızı tekrar çıkarışınızdan dolayı size minnettarlıklarımızı arz eder, hangi şartlar altında olursa olsun hâl neyi icap ettirirse ettirsin yüzde yüz emrinizde olduğumuzu bildirir, hürmetlerimizi sunarız.

Yarın elbet bizim elbet bizimdir.

Gün doğmuş gün batmış ebet bizimdir.

Mehmet Tekelioğlu

Abdullah Gül

Ahmet Taşcı”

Üstad ne yazık ki umduğu maddi desteği bulamayınca dergiyi çıkarmaktan vazgeçer. Bunun yerine meşhur Rapor serisini yayımlar. İdeali “Büyük Türkiye”, “Büyük Doğu”dur. Rapor serisinde yazdıkları hem o dönemi anlatması; ama özellikle de “yüzde yüz emrinde” olduğunu belirten öğrencilerinin bugünlerine ışık tutması açısından değerlidir.

Hemen aklıma gelen ilk soruyu sorayım: Acaba “Büyük Doğu” hayali kuran üstad, bugün öğrencilerinin “Büyük Ortadoğu” projesinin eşbaşkanlığını yaptığını görse neler döşenirdi?

Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” idealinden anladığı, “Tek zerresini feda etmeksizin, İslam’a yol açma sistemi”dir. Peki bugün sadece Türkiye’de değil tüm İslam coğrafyasında “ılımlı İslam” diye bir projenin uygulamaya sokulduğunu; bunun koçbaşı olma veya “modelliğini” yapma görevinin de ülkemize tevdi edildiğini bilse ne söylerdi?

Bu soruların cevaplarını onun Batı’ya bakışından çıkarabiliriz. İşte Necip Fazıl’ın Batı’ya dair görüşleri:

“Batı dünyası bir zamanlar Viyana önlerinde hakkını arayan bu ulvi mizan ruhunu zedelemek için bize hürriyet ve demokrasiyi aşılamıştı; yoksa padişahları ve padişahlığı devirtmek için değil… Nitekim Ulu Hakan Abdülhamid Han’dan sonra gelen taçsız sultanlar Nemrud’ları ve Firavun’ları bile gölgede bırakacak tahakküm ve tasallut rejimleri kurdular ve böyleyken dudaklarından (hürriyet, müsavat, eşitlik, adalet) tercümesini düşürmediler… Nihayet Tanzimat’tan beri hayat iksiri diye sinsi sinsi bize içirdikleri ölüm şurubu…”

“Batı dünyası 9. asırdaki muradına ermiştir. Ruh ve hakikatinden uzaklaştırılmış, Batı hesabına şifa, Doğu için ise zehir haline getirilmiş hürriyet ve demokrasi telkiniyle, bu milleti içi ve dış türlü ajanları tam bir felakete sürüklediler ve ona bütün güvenlik, üretme ve mücadele gücünü kaybettirdiler…”

Bunlardan çıkan sonuç, Üstad’ın kendisine bağlılık yemini eden talebeleriyle çok da uzun boylu yol alamayacağıdır. Nitekim MTTB ile ilişkisini kısa sürede kesmiştir. MTTB’nin ilk ambleminin bozkurtlu olduğunu sonra bunun yerine ruh sembolü kitabın konduğunu kaydedip Üstad’ın MTTB’ye ilişkin görüşüne kulak verelim:

“Bugün oraya hâkim politika, bir nevi Tanzimatçı ruhiyatına eş olarak (mevcudu muhafaza ve nefsini kırbaçlamaktan kaçınma) siyasetidir. Sadece idare-i maslahat… Tanzimat-ı Hayriye değil, şerriye ile gelen idare-i maslahat psikolocyasına lanet olsun!”

***

Deniz Feneri davası ve Hakkâri-Çukurca katliamından bir gün sonra gelen tahliyeler sebebiyle “üstadın” Gül ve Erdoğan’ın siyasi hayatını şekillendiren MSP ile yolsuzluklar hakkındaki düşüncelerine de değinmek isterim.

Necip Fazıl, kendisini MSP’nin fikir babası saymasına rağmen kısa sürede onlarla da köprüleri atar ve bu parti için “Yafta Müslümanları, iman banknotumuzun sahtesi, balmumu adamlar” benzetmesinden “sihirli fener, lideri ampul” vs. neler neler demek ki! Hatta bir ara AP veya MHP’ye oy verilmesini bile ister.

Peki ya yolsuzluk iddiaları… İşte bu konuda adeta çıldırır ve şunları sayar:

“Müslümanlığı partilerinin temsil ettiğinden ve Müslümanları kütüklerine kayıtlı olanlardan ibaret sayanlar: ‘MSP’li olmayanlar Müslüman değil.’ demeye giderler. Bilmezler ve bir türlü anlamaya yanaşmazlar ki kendilerinden davacı küfür değil bizzat Müslümanlık ve gerçek Müslümanlardır. Almanya ve Türkiye’de içleri yanan ve kurtuluş bekleyen Müslümanlardan çekmedikleri kan bırakmamışlardır. İcabında (donunu bile ver) diyebilecekleri mukaddes bir dava, samimiyet olmayınca bu davranış sadece nefsanî istismar olur ve hiçbir mezhebe sığmaz…”

“Şahıslarımıza haram olan partimize helaldir tesellisiyle bir zamanlar Sanayi Bakanlığı’nı nasıl bir rüşvet tezgâhı haline getirdikleri dost, düşman herkesçe malum… Evet, keşke layık olsalardı da nefislerine hiçbir şey sızdırmaksızın, küfür cephesinin bütün hazinelerini Tayyib helal olarak soysalardı…”

***

Necip Fazıl, 1977–79 arasında çıkardığı Rapor 3/4’te şöyle feryat eder:

“Ne hükümetten ne Meclis’ten ne de basından bir şahlanış ve (vatan tehlikede) nidası yükseliyor! Tablo korkunçtur! Narkoz altında acısı duyulmayan bir can çekişme tablosu! Ama GÜLER YÜZLÜ BİR CAN ÇEKİŞME!”

Bugün!

Var mı bir farkımız? Hem de “talebeleri” Türkiye’sinde!

Silivri’den kucak dolusu sevgiler, saygılar,

Müyesser Yıldız

25 Ekim 2011

Kategori:Uncategorized