Çifte “Gazi” Avukat Serdar Öztürk’ün Silivri’de yazdığı “AKP ve Gülen’i Kurtarma Planı” isimli kitabını mutlaka okuyun. Togan Yayıncılık’tan çıkan bu kitaptaki iddiaların tek dirhemi bile adamı kudurtmaya yeter. ”ETÖ” operasyonlarında bizzat yaşadıklarını anlatıyor; ki Kurtlar Vadisi’ne, CIA filmlerine nal toplatır.
Avukat Öztürk’e: “Neden ‘çifte gazi’?” dedim. Bilmeyenler için söyleyeyim: o bir askerdi; bir operasyonda ağır yaralandı, malulen emekli oldu. Sonrasında hukuk okudu, avukatlığa başladı. Devresi olan ve kendisi gibi avukatlık yapan Levent Göktaş’ın ETÖ’den tutuklanması üzerine onun müvekkilliğini üstlendi. Ancak 5 ay sonra kendisi de “ETÖ”den tutuklandı. İkinci “gazi”liğe de böylece hak kazandı!..
Gelelim ülkemizin ‘gazi’liğine… Avukat Serdar Öztürk’ün iddiasına göre Türkiye’nin başına çuval geçiren ETÖ operasyonlarını hazırlayıp yöneten kişi, CIA’nın 2000’li yıllardaki Türkiye İstasyon şefi John Kunstadter.
Öztürk, Kunstadter’in o dönemde eşcinsel haham Tuncay Güney eliyle bu planı devreye sokmaya çalıştığını; ancak ne Emniyet ne MİT ne de Genelkurmay’ın o plan ve iddiaları ciddiye almadığını; AKP iktidarından sonra hayata geçirildiğini öne sürüyor. Öztürk, bu planın hedefinde TSK can derdine düşürülürken Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması; ardından Türkiye’nin bölünmesi olduğunu söylüyor.
John Kunstadter isminin üzerinde durmak istiyorum. 100 Yılın Hesabı – Türk’ü Tasfiye Projesi adlı kitabımda benim de dikkat çektiğim biri zira.
FP’nin “Yenilikçiler-Gelenekçiler” diye bölünmeye başladığı günler; yani 2000-2001 yılları. Abdullah Gül yenilikçilerin önderidir. O da Recep Tayyip Erdoğan da her gün yeni bir yabancı heyetle görüşür hale gelmişlerdir. Partili arkadaşları milletvekili Mehmet Bekaroğlu, ne yapmak istedikleri konusunda özellikle Gül’ü çok sıkıştırmaktadır. Açıklamalarından tatmin olmaz; öyle ki bir toplantıda isim vermeden şu suçlamalarda bulunur: ”Şimdi siz de ABD yollarına düştünüz… Yani bu millet, sizi bunun için mi prens yaptı? Siz fakir sofralarında kazandığınız onuru maalesef zengin sofralarında bıraktınız…
Bunlar İttihat ve Terakki’nin prensleri gibi davranıyorlar… Onlar da İngiliz sefaretine gidip Osmanlı’yı jurnallemiyorlar mıydı? Bu arkadaşlarımız yaptıklarının ne anlama geldiğini biliyorlar mı?”
Tesadüf bu ya; ABD Büyükelçiliği’nden iki görevli, bir ABD araştırma kuruluşu uzmanı ile birlikte Bekaroğlu’nu Meclis’teki odasında ziyaret eder. Erdoğan’ı sorarlar: “Gerçekten değişti mi, ne kadar değişebilir?” vs. Bekaroğlu şaka ile karışık: “Ne o, Erdoğan’la iş tutmayı mı planlıyorsunuz? Mutemet adamlarınıza ne oldu?” diye sorar. Diplomatik cevaplar verilir. Asıl dertleri, Bekaroğlu’nun o günlerde düzenlediği bir basın toplantısında söylediklerinin ne anlama geldiğini öğrenmektir.
O ziyaretçilerden biri şöyle der:
“Sözleriniz askerin, Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmesini engellemek için ekonomik sıkıntıları, Apo’nun idamdan kurtarılması, Kıbrıs’ın elden gitme tehlikesi gibi konuları bahane ederek darbe yapıp yapmayacağı anlamına mı geliyor
Askeri bir darbe mi bekliyorsunuz?”
Bu soruları soran kimdir biliyor musunuz? İşte o “Siyasi İşler Müsteşarı” sıfatlı John Kuntadter’dır!…
Sene 2000… “Darbe”yi soruyor… 2007’den beri “ETÖ”cüler niye toplanıyor “darbe” iddiasıyla!…
Mehmet Bekaroğlu’nun CIA‘cıya verdiği karşılığı da yazmam lazım. Şunları söyler:
“Türkiye’de asker tek başına darbe yapamaz. Sizin ne diyeceğinizi merak eder, sizi arkasına almaya çalışır. Sorunuza cevap verebilmem için sizin ne düşündüğünüzü bilmem gerekir. ABD böyle bir darbeyi destekler mi?”
CIA’cı yeniden diplomatik dile bürünür. ABD’nin hiçbir zaman askeri darbeleri desteklemediğini iddia eder; ama hemen peşinden ağzından şu sözcükler çıkar:
“Kemalizm, Türk halkının da dünyanın da önünde engeldir; artık güçlenmesine izin verilmemeli.”
Sene 2000. Bugün yerden yere vurulan ne: Kemalizm!… Bu kadar tesadüf olur mu birader?
Bu günlerde bir tesadüf daha yaşandı: İngiltere eski Başbakanı Tony Blair İstanbul’a geldi. Bilgi Üniversitesi’nde bir konferans verdi. Türkiye’yi öptü, sevdi, uçurdu. 21. Yüzyılın Yıldızı olduğumuzu anlattı. Bill Clinton da ABD Başkanı sıfatıyla TBMM’de konuştuğunda: “20. Yüzyıl’ı Osmanlı İmparatorluğu’nun belirlediğini, 21. Yüzyıl’ı da Türkiye’nin belirleyeceğini” anlatmıştı. Ne benzerlik!…
Blair ve Clinton isimlerine atıf yapmamın sebebi şu: Abdullah Gül yenilikçilerin liderliğine soyunduğu günlerde “Tayyip Erdoğan’ın emanetçisi” olduğu iddialarına şiddetle karşılık verirken kendisine örnek aldığı liderleri açıklamıştı. Onlar Clinton ve Blair’di. “Clinton’un halkla sıcak ilişki kurmasını beğeniyor ve onun gibi olmaya çalıştığını” söylüyor, Blair’in ise “reel politikasını” beğendiğini, bu yanını örnek aldığını vurguluyordu.
İşte bu Blair konferans için geldiği Türkiye’de bir kişiyi ziyaret etti: Cumhurbaşkanı Gül’ü. TV’de gördüm karşılaşmaları, kucaklaşmaları öyle sıcaktı ki!… Acaba Başbakan Erdoğan’la da bir araya gelir mi diye takip ettim, gözüme çarpmadı. Oysa “eski” de olsa, “Başbakan” hasebiyle öncelikli muadili Erdoğan idi. Hele de Kıbrıs, AB konusunda yağıp gürlerken asıl ziyaret etmesi gereken Erdoğan değil miydi? Alın size bir tuhaflık daha!… Bu tuhaflık da beni 17 Aralık 2004 AB zirvesine götürdü. Türkiye’nin hiçbir zaman tam üye yapılmayıp AB’ye “demirleneceği” kararlar alınıyor, beraberinde ağır şartlar dayatılıyor, üstüne “değişen dünya şartlarında, ülkelerin kırmızı çizgilerinin olamayacağı” söyleniyordu. Başbakan Erdoğan “demirleme” ifadesine öfkelenip: “Böyle şey olur mu? Türkiye, Türkiye olmaz. Bunu istemeye ne hakkınız var?” restini çekerken Gül, o maddeyi kendisinin koydurduğunu açıklıyordu.
Görüşmeler kesilir, Erdoğan “Buraya kadarmış.” deyip uçağının hazırlanması talimatını verir. Kendisini üç AB lideri, şu sözlerle durdurur:
“Bir dakika hiçbir yere gitmiyorsunuz, AB’nin bu tarihi projesinin yok olmasına izin vermeyeceğiz… “
O üç liderden biri de Tony Blair’dir.
Bu kadar şey yaşa, paylaş, İstanbul’a kadar geldiğin halde Erdoğan’ı ziyaret etme… Ya da artık Erdoğan AB toplantısına davet edilmesin… Olacak iş mi?
Erdoğan bunlara kızmasın, “emperyalist” demesin de ne yapsın?
“AB projesi” yürüyor, yürüyecek o başka!… Niye; “gelmeye gerek yok”!…
Yalnız Erdoğan’ın unuttuğu ya da bilmediği bir şey var: hani Kıbrıs konusunda: “Bu sorun artık AB için bir namus meselesidir.” dedi ya,
Emperyalistin “namusu” olmaz!…
Silivri’den kucak dolusu sevgiler,
Müyesser Yıldız
18 Ekim 2011
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/ergenekonu-tezgahlayan-cia-ajani-kim-1311111200.html