İçeriğe geç

“Küp”teki Sırlar Ne Ola?

Başbakan Erdoğan. O ki;

“Babamın oğlu dahi olsa, benimle aynı davayı paylaşmıyorsa, ben onu tanımam.” der,

Başbakanın savcıların elinde “oyuncak” yapılamayacağını söyler,

“Ben”den başka varlık tanımaz…

Ama MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a kefil olur, onu “himayesine” alır: “Onu harcatmam.” der… “İsabetli seçim yapmışım, değil mi?” diye sorar. Yetmez, “sır küpü” olduğunu açıklar. Velev ki allame-i cihan, Erdoğan gibi birisi kendisini bir başkasına böylesine nasıl emanet eder? Malûm; iki kişinin bildiği sır değildir!..

Nedir o “sırlar”?..

PKK-İmralı ile pazarlıklar mı? Duymayan kalmadı!..

Oslo süreci mi? Geçiniz!..

“Kardeş Barzani” ile temaslar mı?.. Bilmeyen var mı?

Suriye-İran mesajlaşmaları mı? Bizzat Erdoğan açıkladı!..

KCK’nın, MİT’in kontrolünde olduğu mu? Öcalan’ın bazı avukatlarının ve bazı gazetecilerin MİT’e çalıştığı mı? Onları da öğrendik!..

Bir istihbarat biriminin bundan başka ne “sırları” olur ki?!..

Günlerce beynimi patlattım… İlk “ampul” yandı…

Türkiye’deki “darbe” operasyonlarını yönetip yönlendiren, hatta artık peşinen mahkûmiyet hükümlerini veren Mehmet Baransu’nun tam 28 Şubat operasyonu üzerine çıkardığı Pirus adlı kitabındaki bir bilgi aklıma düştü. Bence kitaptaki tek yeni(bilinmez) husus da o bir paragraflık bilgi. Yazmakla kalmadı Baransu; TV’lerde de anlattı.

Kendi ağzından aktarıyorum:

“Başbakanlık’ta darbeye karşı oluşturulan ofiste, Genelkurmay: ‘Saat 9’da darbe yapıyoruz.’ deseydi o komutanlar saat 9’u görmeden öldürüleceklerdi. Evlerinden karargâha gidemeyeceklerdi…”

Böyle bir iddia karşısında kıyametin kopması gerekmez miydi? Düşünün, Başbakanlık’da bir ofis var; herkesi izliyor. Dahası, “cinayet” işlemeye hazır böyle operasyonel bir güç. Tamam, “darbe” kötü; de adam öldürmek ne demek? Dinlemişsin nasılsa; basar, tutuklarsın? Niye doğrudan öldürmek? Darbe iddiasıyla adam öldürmek hak mıdır, normal midir? Ya işlenmiş/işlenecek cinayet varsa? Böyle bir güce haiz kılınanlar “kontrol dışına” çıkmaz mı?

Başbakanlık’ta böyle birimin 2003’ten beri olduğu iddia edilegeldi. Ergenekon operasyonları vs.yi de bunların yönettiği öne sürüldü.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın 2 yıl öncesine kadar Başbakanlık’ta görev yaptığı düşünülünce: “Erdoğan’a böylesine yakın birisi, Baransu’nun bildiklerini bilmez mi?” diye sorsam?!..

* * *

Şubat’ın son günleriydi, Yeni Akit Yazarı Abdurrahman Dilipak şunu yazdı:

“Dün derin devletten söz ediyorduk, şimdi Ergenekon’dan söz eder olduk. Bir de Kürt Ergenekonu çıktı başımıza. Yarın cemaat Ergenekonu çıkarsa şaşmayın. Bir ilişkiler yumağı çıkartırlar, aklımız şaşar…”

MİT krizinin patlak verdiği günlerde ise Hürriyet’ten Şükrü Küçükşahin, Müsteşar Hakan Fidan’ın özel bir görüşmede cemaatle ilgili: “Devlet içinde devlete izin vermeyiz.” dediğini aktardı. Takip edebildiğim kadarıyla da bu iddia yalanlanmadı.

Bu iki not beni ister istemez 29 Haziran’a götürdü, kafamda ikinci “ampul” yandı. Ne olmuştu 29 Haziran’da? “Hem gazetecilik, hem barış yapmak” için Kandil’e çıkan Hasan Cemal’in Murat Karayılan’la yaptığı mesaj/röportajın üçüncü bölümü yayınlanmıştı. Karayılan, “Yeşil Ergenekon”dan söz ediyordu. “Yeşil Ergenekon”dan kastı da “Gülen cemaatinin devlet içindeki uzantıları” idi. Ve şunu söylüyordu:

“Şu sıralar bize gelen bir istihbarata göre, Yeşil Ergenekon yerine adı Ötüken olan yeni bir örgütlenme sahnede görülebilir yakında…”

Kandil’e giden “istihbarata” göre?!..

Aylar sonra ortaya çıkan Oslo görüşmeleri sayesinde MİT’le Kandil’in nasıl halvet olduğunu gördük. Kaldı ki Karayılan, o mesaj/röportajda Hasan Cemal’e “Devlet-Kandil görüşmelerini” enine-boyuna anlatmıştı zaten. O halvetlerde “Yeşil Ergenekon” da konuşuldu mu acaba diye sorsam?!..

* * *

Böylesi bir himaye, “sır küpü” nitelemesi?..

MİT-Emniyet çatışmasında öte bir şeylerin varlığı?..

İşin doğrudan Erdoğan-Gülen çatışmasına evrilmesi?..

Bir dakika; son bir “ampul” daha yandı!..

Sakın Erdoğan’ın veliâhtı Hakan Fidan olmasın?!.

Savaş da veliâhtlık savaşı?!..

* * *

Zaman’ın liberal kalemi Şahin Alpay 5 Nisan’da “Yeni Türkiye’nin Formülü”nü şöyle açıkladı:

“Erdoğan Çankaya’ya, Gül Başbakanlığa, Hoca efendi yurduna, Öcalan evine…”

Ne de kolay halletmiş değil mi?

Ah bir de 8-9 gün sonra Fethullah Gülen, “ben, ben, ben” diyen insanlara dair şu tarifi yapmamış olsaydı:

“İnsanın ben demesi her zaman sözle olmaz. Bazen bakışı ile, burnunu çekmesi ile, çalımlı çalımlı yürümesi ile, kılık kıyafeti ile de ben der… Ben diyen, işi batırmıştır; bitmiştir o insan. Hem kendisi bitmiş hem de işini bitmiş ve batırmıştır.”

Küpe konanlar, kuyuya atılanlar… Gel de merak etme bu “sırları”!..

Silivri’den kucak dolusu sevgiler…

Müyesser YILDIZ

15 Nisan 2012

Kategori:Uncategorized