Ali Tatar’ın Hak’ka yürüyüşünün üzerinden 5 yıl geçti. Geride bıraktığı mektubunda 10 yaşındaki kızı Gökçen’e, “Canım kızım; çok iyi çalış, iyi yerlerde ol ki, benim hesabımı sorabilesin!..” demişti.
Gökçen daha o gün babasının vasiyetini yerine getirmek için hukukçu olmaya karar verdi.
Zor ötesi günler yaşadılar, yaşıyorlar. Müjdat Gezen Tiyatrosu imdadına yetişti Gökçen’in. Annesi Nilüfer Tatar’la acıyı bal eylerken, bir taraftan okuluna gitti, öte yandan tiyatro eğitimi aldı.
O artık 15 yaşında bir genç kız. O mahçup, o acılı kız hafta sonu ilk kez sahneye çıktı.
Artık hukukun ve hukukçuların dahi “çıldırdığı” bu zaman diliminde, rol aldığı oyunun ismi çok anlamlıydı; Yaşasın Deliler!..
KEŞKE HAYAT HEP ALKIŞLARLA BİTSE
Babası Gökçen’in ilk oyununu izleyemedi. Hiçbir oyununu izleyemeyecek ki!..
Amcası Ahmet Tatar onu yalnız bırakmadı, Ankara’dan kalkıp İstanbul’a gitti. Neler yaşandı, neler hissedildi; Sözü, kalemi Ahmet Tatar’a bırakalım:
“Bir yıl çalıştı. Hafta sonları bir çeşit terapi oldu onun için. Doğaçlamalar, skeçler, sahneler ve diğer tiyatro çalışmaları. Geçen yıl daha acemiydi. Bu yıl biraz daha üstüne koymuş, biraz daha alışmış sahneye. Ama sahnenin havası mı, suyu mu bilinmez en acemi çekişmeleri yaşıyor sahnedeki arkadaşlarıyla.
Belki henüz anlamlandıramadığı, esas sahnenin bir küçük kopyasında Gökçen. Yaşadığı, ama bilinç altına gizlediği o unutulmaz günün tedavisi bu. Keşke hayat hep sahnedeki gibi oyun olsa. Hep mutlu sonla, alkışlarla bitse. Selamlamalar, reveranslarla herşey sahnede kalsa.
Hey hat ne yazık ki, gerçek öyle değil. Ne yapsan unutturmuyor; Isırıyor, hatırlatıyor kendini.
Birkaç metre ötesinde gitmesine engel olamadığı babası, kulaklarından hala çınlayan o korkunç ses ve sonrasındaki çığlıklar, haykırışlar. Unutmak hiç mümkün olmuyor.
Aziz Nesin yazmış oyunu ‘Yaşasın Deliler’. Onun toplumu ince ince gözleyen gözleri, deliliğin aslında genel, aklı başında kalmanın da ne denli marjinal bir hâl olduğunu yıllar önce tahlil etmiş.
Gökçen, toplumun işte öyle deli halinin tavan yaptığı bir zamanın mağduru. Herkesin kafasının karıştırıldığı, suçun, suçlunun olmadık yerlerde arandığı, en önemlisi de hukukun ayaklar altına alındığı bir zamanın kurbanı.
Oysa o da seyredilmeyi isterdi babası tarafından. Kutlanmak, belki bir demet karanfil eşliğinde. Bütün kayıtsızlığıyla atlamak baba kucağına, sarılıp boynuna, unutmak replikteki şaşırmaları, o derin hoşgörüde rahatlamak… Ne güzel olurdu kimbilir!..
Ama Gökçen’in sahne terini soğutacağı bir baba koynu yok. Avutur kendini anasıyla. Avutur, güya boşluğu doldurma çabasındaki amcasıyla. Yengesi, kuzenleri sarılırlar ona; herkes gözyaşlarını gizleme çabasında. Oysa öyle bir boşluktur ki, dolduramaz hiçbiri. Yavan kalır, kuru kalır hepsi.
Dönülür tekrar hayata ve gerçeklerine. Çıkılır Müjdat Gezen ustanın hayat okulundan. Kadıköy’ün acımasız, karmaşık sokakları karşılar insanı.
Derinden bir ses duyar Gökçen, ‘tiyatro değilim’ der; ‘Toparlan, kendine gel, sabah yeniden başlıyor rutinin. Sana iltimasa zamanım yok. Senin de hüzne’ der hayat.
Evet hayatın dayatması bu. Ama zaten mücadele de bu dayatmaya karşı gelmek demek değil mi? Biz de kabul ettik bu meydan okumayı. Bir elimizde Ali’nin onur bayrağı, bir elimizde adalet sancağı.”
Müyesser Yıldız
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/turkiye-ile-ilgili-oyle-kritik-bir-madde-var-ki-31102003.html