Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, dün katıldığı bir televizyon programında; hem 28 Şubat hükümlüsü emekli Korgeneral Vural Avar’ın cezaevinde, göz göre göre ölümüne ilişkin görüşlerini açıkladı hem de hasta tutuklu ve hükümlüler ilgili hukuki süreçler hakkında bilgi verip kimi Adli Tıp raporları karşısında “içinin sızladığını” söyledi. Tabir-i caizse topu önce çevirdi, sonra taca attı!..
İşte Bozdağ’ın sözleri, işte gerçekler:
Bakan Bozdağ evvela Vural Avar için şöyle taziyede bulundu:
“Allah gani gani rahmet eylesin diyorum. Tabii ölen herkes için taziye bizim geleneğimizde var. Eşi hanımefendiye, ailesine de başsağlığı diliyorum.”
Tek soru:
TSK’ya bunca yıl hizmet etmiş bir insan için, vazgeçtim 28 Şubat davasına müdahil olan iktidar mensuplarını, TSK’dan tek bir yetkili neden arayıp başsağlığı dilemedi, cenazesine tek bir asker gelemedi? İktidardan korkmuş olabilirler mi?!
Af Değil Adil Yargılama İstediler
Devamında Bozdağ; Erdoğan’ın, Vural Avar’la ilgili özel af yetkisini kullanmak için sürecin başlatılması talimatı verdiğini, ilgili arkadaşlarının da bunu Avar’a ilettiğini, ancak müracaat etmediğini, rahmetli oluşundan kısa bir süre önce müracaat yapılınca hemen işlemleri başlattıklarını, bu arada rahmete kavuştuğunu anlattı.
Avukatı Ümit Kara süreçle ilgili gerekli açıklamayı yaptı, ama şunu ekleyeyim:
Bozdağ bu sözleriyle, Eylül’de gündeme getirdiğim “28 Şubat hükümlülerinden af dilekçesi istendi” iddialarını doğrulamış oldu.
Vural Paşa’nın vefatından hemen önceki süreci Cumartesi günü yazdık. Ankara Şehir Hastanesi’nin 22 Kasım’da verdiği raporda, “Cezaevinde kalabilir” denirken, son maddesinde, “kocamışlık” halinden söz ediliyordu. Yani herhangi bir müracaata gerek kalmadan, raporun re’sen işleme konması gerekirken ne yapıldı? O raporun işleme konması için bu defa eşi Tuna Avar’dan dilekçe istendi; ama o da bunu kabul etmedi. Sonrasında ne olduğunu bilemesek de aradan 28 gün geçtiğini ve Bozdağ’ın ifadesiyle, “bu arada rahmete kavuştuğunu” biliyoruz!..
Bakan Bozdağ bir de, Vural Paşa’nın niye müracaat etmediğine ilişkin olarak, “Kendi neden böyle bir yol izledi, onu bilemiyorum.” dedikten sonra, “Yani bu noktada Sayın Cumhurbaşkanımızın hassasiyeti en üst noktadadır.” ifadesini kullandı.
Sadece merhum Vural Paşa değil, ağır sağlık sorunlarıyla boğuşan diğer 28 Şubat hükümlülerinin istenen müracaatı niye yapmadıklarını hatırlatayım.
Sebebi çok basit ve net; herhangi bir suç işlemediklerine inandıkları için, af değil adil yargılama istediler, istiyorlar!..
Adli Tıp’ı Suçladı
Bozdağ’ın diğer açıklamalarına da bakalım.
Uzun uzun Adli Tıp raporlarından şikâyet etti. İlgili daire başkanını çağırıp sorunun nereden kaynaklandığını konuştuğunu, iç genelgede değişiklik yapacaklarını söyledi.
“İçinin sızladığını” vurgulayarak şu örneği verdi:
“Diyelim içeride kanser tedavisi gören birisi var. Kanser tedavisinde moralin motivasyonun ne kadar önemli olduğunu bilen birisiyim ben. Böyle bir hasta 4. evre kanser tedavisi görüyor ve Adli Tıp Kurumu’ndan rapor geliyor. ‘Bu tek başına hayatını devam ettirebilir. Veyahut da şöyle olur, böyle olur’ diye gelince benim içim sızlıyor. Ben bundan rahatsızım. Kendi kendini hayatını idame ettiremeyecek insanlar var. Örneğin pantolonunu çıkarıp giymekte zorlanan insanlar var. Ama ‘İçeride kalabilir’ diye raporlar geliyor. Ben de çağırıp soruyorum; ‘Ya bu adam nasıl içeride kalacak? Pantolonunu çıkarıp, giyemiyor.’ Bilmelerini isterim ki, aziz vatandaşlarımızın kendilerinin bize ilettiği, yönettiği eleştirilerin hepsinin bu işin muhataplarına biz iletiyoruz.”
Ve şunları ekledi:
“Biz her defasında bu sürecin sağlıklı ve hastaların lehine olması için gerekeni yapıyoruz ve yapmak için de çırpınıyoruz adeta. Ama rapor çıkmayınca savcının yapacağı bir şey yok. Cezaevi idaresinin yapacağı bir şey yok. Raporu verenler de ‘Tıbbın kuralları bunu gerektiriyor’ diyor. ‘Biz kurallara bağlıyız’ diyor. ‘Tıbbın kurallarına göre bu böyle’ diyor. Onları dinleyince de onlara da bir şey diyemiyorum. Ama ben bütün bunlara rağmen ‘Siz gene de takdir hakkınızı hasta lehine kullanmakta eğer böyle bir takdire kalıyorsa siz ortada kaldığınız her yerde bunu hastalar lehine kullanmakta fayda olduğunu’ da kendilerine açık açık söyledim. Buradan da Türk milletinin huzurunda söylüyorum.”
Adli Tıp Rapor Verdi de Ne Oldu?
Tümüyle Adli Tıp’ı günah keçisi ilân edip savcıları “çaresiz” gösteren bu sözlere de gayet somut bir cevabım var.
Daha çok yakın zamanda, son 3 ayda, aynı konuda üç yazı yazdım.
Yazdıklarım, 15 Temmuz darbe teşebbüsünde yargılanıp ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan eski Tuğgeneral Kemal Mutlum’un durumuydu.
Ana başlıklarıyla özetlersem;
Cezaevinde beyin kanseri oldu.
Üç kez ameliyat edilmesine rağmen durumu daha da ağırlaştı.
Sonunda Adli Tıp muayenesi için Ankara’dan İstanbul’a gönderildi.
Tetkikler için yatırıldığı hastane koğuşunda ciğerlerini üşütünce iki kez entübe edildi.
1.5 aylık takibin sonunda Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu, Kemal Mutlum’un inafazının 3 ay ertelenmesi, yani 3 aylığına tahliye edilmesi yönünde oy birliğiyle rapor verdi.
Rapor ilgili 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi.
Mahkeme, kararını vermeden önce Ankara TEM’e yazı yazıp halen hastanede yoğun bakımda yatan Kemal Mutlum hakkında “toplum araştırması” yapılmasını istedi.
Polis, Mutlum’a verilen cezaları sıraladıktan sonra “FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün günümüzde hâlâ aktif olarak faaliyetlerini yürüttüğünü” kaydedip “karar ve takdiri” mahkemeye bıraktı.
Bu cevabın ardından Mahkeme toplanıp dosyayı görüştü.
Savcı, “Adli Tıp’ın raporu doğrultusunda 3 ay süre ile cezasının infazının ertelenmesi” yönünde mütalaa verdi.
Ancak Mahkeme, oy birliğiyle şu kararı aldı:
“İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğünce örgütün aktif olarak faaliyetlerini yürüttüğünün bildirilmesi üzerine maruz kaldığı ağır bir hastalık nedeniyle de olsa hüküm özlü sanığın adli kontrol tedbiriyle serbest bırakılmasının toplum güvenliği bakımından ağır ve somut bir tehlike oluşturacağı anlaşılmakla, adı geçen sanık hakkında herhangi bir adli kontrol tedbiri uygulanmasına takdiren yer olmadığına ve hükmen tutukluluk halinin devamına…”
Ya AYM’nin Kararı?
Bitmedi. Olayın bir de Anayasa Mahkemesi boyutu vardı.
Kemal Mutlum’un avukatının yaptığı ilk başvuruya tam da Adli Tıp raporunun çıktığı günlerde verilen cevapta, “başvurucunun halen yoğun bakım ünitesinde takip ve tedavisinin sürdüğü” belirtip, “cezanın infazının 3 ay süreyle tehiri işlemlerinin başlatıldığı dikkate alındığında, bu aşamada tutukluluk halinin sonlandırılması yönünde tedbir kararı verilmesine gerek olmadığı” ifade edildi.
Ama, yukarıda da aktardığımız gibi, Mahkeme o sırada “toplum güvenliği için tehlike oluşturacağı” gerekçesiyle infazın ertelenmesini reddetmişti.
Avukat, aynı gün AYM’ye ikinci kez başvurdu. AYM, bu defa da önce durumunun “ağır” olduğuna dikkat çekti. Ardından “ama” diyerek polisin değerlendirmesine ve Mahkeme’nin “tutukluluğa devam” kararına yer verip şu değerlendirmeyi yaptı:
“Anayasa’nın hükümlü/tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için genel bir zorunluluk getirmediği hususu da tekrar edilmelidir. Açıklanan gerekçelerle, başvurucunun tahliyesinin sağlanmasına yönelik tedbir talebinin bu aşamada reddine karar vermek gerekmiştir.”
Sonunda ise; “başvurucununun maruz kaldığırahatsızlığın ağır bir hastalık niteliğinde olduğunu”, “ilerleyebileceğini”, “bir başkasının yardımı olmadan zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamaz bir duruma gelebileceği ihtimalini” vurgulayıp şöyle bir çözüm buldu:
“Nihai takdir yetkisi ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı, cezaevi yetkilileri, ilgili ağır ceza mahkemesi ve bölge adliye mahkemesine ait olmak üzere… tedavi sürecinde tıbbi kurallara ve güvenlik koşullarına uygun olarak aile bireyleriyle görüşmesinin sağlanmasının ve aile bireyleri içinden refakatçi bulundurulmasına izin verilmesinin, maddi ve manevi varlığının korunması bakımından gerekli olduğu kanaatine varılmıştır.”
Ancak ilgili Savcılık, AYM’nin bu “çözüm” önerisine de uymadı. Eşi ve kızları, sadece normal cezaevi ziyaret günlerinde yoğun bakıma gidip Kemal Mutlum’u görebildi.
Avukat, AYM’ye bu durumu bildirince de, “ilave tedbir önerisinde bulunamayacağı” karşılığı verildi.
Ve beyin kanseri olmuş, yürüyemez hale gelmiş Kemal Mutlum, Adli Tıp’ın biçtiği 3 aylık vade dolmadan 23 Kasım gecesi hastanede, kelepçeli tutulduğu yoğun bakım ünitesinde vefat etti!..
“Vicdanları sızlıyor”muş… “Çırpınıyorlar”mış…
Hadi ya, kıyamam!..
Müyesser YILDIZ
26 Aralık 2022