İçeriğe geç

Böyle Yargılandılar!..

28 Şubat davasından hükümlü emekli Korgeneral Vural Avar’ın cezaevinde vefatının üzerinden sadece 9 gün geçti ve ne yazık ki, bu feci olay da unutulmaya yüz tuttu. Oysa -yaşları yine 75-90 arasındaki 28 Şubat komutanları başta olmak üzere- çok sayıda pek tutuklu ve hükümlü ölümle burun buruna. O yüzden cezaevinden yeni tabutlar çıkmasını beklemeden bu konuyu konuşup iktidar ve yargıyı çare üretmeye zorlamalıyız.

Erbakan’ın Sağ Kolunun İfadesi

Müebbet hapis cezasına çarptırılan ve yaklaşık 1.5 yıldır cezaevinde olan 28 Şubat davası hükümlüleri bugüne kadar sadece yaş ve sağlık durumlarıyla gündeme getirildi.

Yolları ayrılmasına rağmen AKP’nin -“FETÖ”cü hakim ve savcıların başlattığı gerçeğini gözardı edip- canla-başla sahiplendiği bu davada adil yargılama olup olmadığı ise neredeyse hiç konuşulmadı.

Yargıtay’ın onama kararına göre dinlenen tanıklar dikkate alınmış… Bilirkişi raporlarına itibar edilmiş… Delil değerlendirmesi yapılmış… Yani yargılama adil olmuş!..

Acaba?

Davanın, 28 Şubat’ın üzerinden 15 yıl geçtikten sonra özellikle de dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın vefatından hemen sonra başlatılması çokça sorgulandı. Yetkililerden herhangi bir açıklama gelmedi, ama bilen herkes dedi ki; “Erbakan yaşasaydı bu dava açılmaz, açılsa da Erbakan şikâyetçi olmazdı.”!..

Evet, Erbakan bu davayı göremese bile sağ kolu bir isim 28 Şubat davasında tanık olarak dinlendi.

Bu isim Şevket Kazan’dı. 18 Şubat 2015’te Mahkeme huzurunda ifade verdiğinde 82 yaşındaydı.

Vural Avar Paşa’nın vefatından sonra özellikle merhum Kazan’ın ifadesini SEGBİS çözümlerinden bir kez daha okudum.

Dava başlamadan sanıklardan şikâyetçi olmuş ve dilekçe vermişti.

Mahkeme Başkanı, merhum Kazan’a şikayetçi olduğunu hatırlatıp, İddianamede sanıklar hakkındaki suçlamayı biliyor musunuz? Şikayetçi misiniz? Davaya katılmak istiyor musunuz ve bu olay hakkındaki şikâyetleriniz nedir?” sorularını yöneltip arzu ettiği takdirde oturarak beyanda bulunabileceğini söyledi.

Kazan, mahkemeye saygısından dolayı maruzatını ayakta erz edeceğini belirttikten sonra sözlerine şöyle başladı:

Merhum Hocamız Ali Fuat Başgil, ‘Osmanlı’yı ayakta tutan dört temel direk, temel sınıf vardı; Ulema, ümera, seyfiye ve kalemiye sınıfı. Bu dört sınıfın her biri kendi işinde mütehassıs idi, kendi işleriyle meşgûl olurlardı. Ne zaman ki, bu dört sınıf arasında bir mücadele başladı; Osmanlı’nın rüzgârı dindi, bayrağı indi ve tarih sahnesinden yok oldu, gitti.’ derdi. Bugün modern hukukta ‘kuvvetler ayrılığı’ şeklinde tanımladığımız tabirler ifade edilmişti. O sözü meslek hayatım boyunca hiçbir zaman kafamdan çıkarmadım. Onun için bu değerli seçkin zevatın huzurunda bir defa daha anmanın faydalı olacağına inanıyorum.”

Devamında şu açıklamaları yaptı:

Sayın Başkan, bugün gönlüm ısınmasa da hayatın şartları içerisinde karşılaştığımız durumlar muhacevesinde arzu etmediğimiz bir tablo içinde olmaktan da üzüntü duyuyorum. Çünkü yargılanan zevatın arasında arkadaşlarım da var. Ama 28 Şubat sürecinin Erbakan Hocamız ile beraber en çok mağduriyetini çekmiş olan kişilerden bir tanesiyim. O bakımdan darbe veya darbe niteliğindeki birtakım konular ile ilgili davalar açılırken ben bekledim, bekledim; ama bir de baktım ki, tutuklamalar başladı. İlk 2 tutuklamayı hatırlıyorum. O tutuklamalar üzerine de şikâyet dilekçesini Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na takdim ettim.”

Sonrasında kendilerine yönelik tepkinin Refahyol Hükümeti kurulmadan önce, 1995 seçimlerinden RP’nin birinci parti çıkmasıyla başladığını vurguladı; özellikle “rantiyeci medya”yı suçladı.

Hükümeti kurduktan sonra, Erbakan’ın D-8 ülkeleriyle ilişkilerine yine rantiyeci medyanın” tepki gösterdiğini, gazetelerin manşetlerinde neredeyse gün aşırı, Bir askeri yetkili dedi ki…” şeklinde Refahyol’u inciten başlıklar çıkmaya başladığını, ardından Susurluk olayının muhalefet, özellikle de ANAP tarafından kendilerini yıpratmak için kullanıldığını, rantiyeci medyaya” tam sayfa ilânlar verildiğini, irtica yaygarasının” başlatıldığını anlatıp 28 Şubat MGK toplantısıyla ilgili şunları söyledi:

O vakitler Adalet Bakanı MGK üyesi olmadığı için ben toplantıda değildim. Erbakan Hocamız geldi, çok üzgün olduğunu söyledi. MGK kararı ana sayfa 4 maddeden ibaretti, ama bir ek vardı. Bu ekte de hükümete 18 tane yapılması lazım gelen görev konulmuştu ve bunları uygulayacaksınız. Erbakan Hocamız başlangıçta 3-4 gün bu karara imza atmaya yanaşmadı.”

Mahkeme Başkanı’nın, “4 madde konusunda mutabık kalmışsınız galiba” sözlerinin ardından şöyle devam etti:

4 madde konusunda mutabakat var. MGK kararı denmiş, imzalar atılmış. O 18 madde MGK kararının eki. O ekle de ilgili olarak Başbakanlık irtica konusuna taalluk ettiği için Başbakanlık bütün bakanlıklara, bilhassa İçişleri, Adalet Bakanlığı’na nelere dikkat edilmesi, nelerin araştırılması lâzım geldiği hususunda açıklamalar kondu. Bendeniz Adalet Bakanı olarak o gelen talimatta önerilen hususlar nelerse, hepsini harfiyen yerine getirdim. İçişleri Bakanımız Meral Akşener yeni bakan olmuştu; ama gerçekten o da kendi üzerine düşen görevleri yaptılar, gerçekleştirdiler ve böylece bir sukunet devresine girmiş olduk. Girmiş olduk; ama işte o tarihten sonra bir hava başladı, ‘Bir askeri yetkili dedi ki…’ Hep eleştiri… Biz Tansu Çiller ile 4 maddelik hükümet protokolü yaptık. Kimin ne kadar hükümette kalacağı var. Biz prensip olarak, ‘2 sene biz 2 sene siz yapın.’ şeklinde ısrar ediyorduk. Çiller de 1+1+1+1 olsun diye ısrar ediyordu. Uzun görüşmelerden sonra 2-2 kondu; ama protokolü Çiller imzalamadı. Erbakan’a imzaya götürecektik, Çiller bana telefon edip, ‘1+1+1+1 yapalım.’ dedi. O zaman birinci yılın sonunda taraflar otururlar konuşurlar, ikinci yılın sonunda erken seçime gitme kararına varırlarsa birinci yılın sonunda Başbakanlığa Çiller gelir. İşte bu maddenin uygulanması hususunda ısrar edince Tansu Hanım, biz onun dediğini yerine getirelim dedik ve nitekim süreç dolduğu zaman biz hükümetten ayrıldık, istifamızı verdik. Yani nitekim hükümet istifa ettiği zaman, ki biz isifa ettiğimiz zaman Refahyol hükümetini devirdik. Refahyol hükümetini güç duruma sokan sadece askeri yetkililerin beyanları değildi. Bunun yanında rantiyeci medya vardı.”

Mahkeme Başkanı’nın, “Beyanınızda (Dilekçesini kast ediyor) TOBB, DİSK, Türk-İş, TESK var. Bu konuda bir şey söylemek ister misiniz?” sorusuna da, “Bu sıkıntılı günler geldi geçti. Keşke olmasaydı diyorum. Bu değerli arkadaşlar içerisinde arkadaşlarım var.” karşılığını verdi.

Merhum Kazan’ın buraya kadar anlattıklarından ne anlıyoruz; o dönem kamuoyunda tepki çeken kimi uygulamaların Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının yayınladığı genelgelerden kaynaklandığını… Hükümetin istifasının Tansu Çiller’in Başbakan olma ısrarı sonucu gerçekleştiğini… Yaşanan gerilim tablosundan ise rantiyeci medya” ile kimi sivil toplum örgütlerinin sorumlu olduğunu…

Ve Hayatının “En Zor Kararını” Verdi

Bu tarihi tanıklık şu diyalogla sona erdi:

Başkan: Şevket Bey, doğrudan bu yargılanan sanıklarla ilgili hükümetin istifası konusunda size yönelik herhangi bir tehdit içeren söz veya davranış veya dolaylı yoldan size geldi mi? Yani bir muhatap olma durumunuz oldu mu?

Kazan: Hayır. Maruzatım bundan ibaret.

Başkan: Peki şikâyetçi misiniz? Davaya katılmak istiyor musunuz?

Kazan: Hayatımın en zor kararıdır. Yani bu dosya için şikâyetçi olmak. Ama herkes vazifesini yapacaksa, benim vazifemi yapmam lâzım. Çünkü ben Adalet Bakanlığı yaptım. Dolayısıyla Adalet Bakanlığı’nda adalet neyse onu gerçekleştirdim. Ben Hakimevinden gelen yemeklerin parasını cebimden verdim, ikramdır diye düşünmedim. Hiçbir zaman varlık peşinde koşmadım. Nasıl İstanbul’dan buraya gelip eşimin dairesinde oturuyorsam, şu anda yine onun evinde oturuyorum. Benim tek iftiharım şudur; evimden çıkarım, camiye giderim. Camiye giderken arkamdan konuşurlar; ‘Bu adam doğru adamdır.’ derler. Bu bana yeter, maruzatım bu kadar.

Başkan: Yani şikâyetçi misiniz, değil misiniz; somut olarak, kesin olarak sizden bir şey alayım.

Kazan: Ben şikâyetçi değilim.

Kimler Nasıl Nasıl Vazgeçirdi?

Hiç unutmuyorum, Kazan’ın bu ifadeleri salonda büyük şaşkınlığa yol açtı. En çok şaşıran da müşteki/mağdur avukatları oldu.

Onlardan birisi bizzat Kazan’ın Avukatı İsmail Aydos’tu. Aydos, Kazan’ın imzalı dilekçesinde şikâyetçi olduğunu hatırlatıp, “Şimdi burada şikâyetçi olmadığını söyledi, ama duygusal bir ortamda biraz da yoruldu” diyerek bir kez daha sorulmasını talep etti.

Mahkeme Başkanı, iki kez sorduğunu ve “Şikâyetçi değilim” cevabını verdiğini belirtirken araya giren merhum Kazan şöyle konuştu:

Evet Cumhuriyet Savcılığı’nda şikâyetçi olduğuma ifade etmiştim. Ama gelinen noktada her insanda vicdan var. Bende de var. Onun için şikâyetçi değilim.”

Nihayetinde Mahkeme Başkanı, artık duruşma sırasındaki bu beyandan rücu edilemeyeceğini” kaydederek merhum Kazan’a salondan ayrılabileceğini bildirdi.

Devamı da önemli.

Aynı günün akşamı Şevket Kazan, “Şikâyetçi değilim” kararından vazgeçip mahkemeye, “Sanıklardan şikâyetçiyim. Davaya katılmak istiyorum şeklinde bir dilekçe gönderdi… Avukatı Aydos şu açıklamayı yaptı:

Eve gidip biraz düşündükten sonra şikâyetçi olmaya karar verdi. Şevket Bey 82 yaşında ve hafızasında sıkıntı oluşuyor bazen. Buna bağlamak lâzım.”

Tabii Mahkeme, Kazan’ın bu talebini reddetti.

Ve bunlar yaşanırken iktidar çevreleri sadece Kazan’ı değil, Erbakan’ı da “korkaklıkla” suçladı… Medya, “Erbakan’ın kemiklerini sızlattı. Tepkiler üzerine hatasını düzeltti.” başlıkları attı!..

Şuraya geleceğim;

Yargıtay, tüm tanık beyanlarının dikkate alındığı gerekçesiyle mahkumiyet kararlarını onamıştı ya; sadece iktidara yakın üç dört isim, 28 Şubat için “darbe” deyip sanıklardan şikâyetçi olurken, merhum Şevket Kazan dahil aralarında Meral Akşener, dönemin bakanları ve DYP milletvekillerinin bulunduğu onlarca tanık aksi yönde ifade verdi. Ama hiçbiri dikkate alınmadı.

10 Yıl Sonra Delil Araştırmak

Son bir not:

Bilindiği gibi, Yargıtay 14 komutanın müebbet hapis cezalarını onaylarken bazı sanuklar hakkında verilen hükümleri bozdu.

İşte o bozma üzerine yapılan yeniden yargılamanın 1 ay önceki celsesinde Savcı, esas hakkındaki mütalaasını sunup Yargıtay ilâmına uyulmasını istemiş olmasına rağmen Mahkeme, sanık avukatlarının talebi üzerine kovuşturmanın genişletilmesi, ayrıca “delil” kabul edilmiş bazı belgelerin Adli Tıp Kurumu, TÜBİTAK, Jandarma ve Emniyet Kriminal’de incelettirilmesi kararını aldı.

Örneklerden de görüleceği üzere;

Şu anda cezaevlerinde ölümle burun buruna olan 28 Şubat sanıkları işte böyle yargılandı… İstinaf ve Yargıtay, sorgusuz sualsiz onadı… Anayasa Mahkemesi ise hâlâ bekliyor!..

Müyesser YILDIZ
29 Aralık 2022

Kategori:Uncategorized