İçeriğe geç

Generallerin Cezaevinde Ölümünü Beklemek… Ya da “Nefret Suçu”!..

Yeni yılda en önemli görevlerimizden birisi hak, hukuk ve adalet için mücadeleyi sürdürmek olmalı. Bu nedenle yine 28 Şubat davasını yazmak istiyorum.

Emekli Korgeneral Vural Avar’ın 11 gün önce Sincan Cezaevi’nde hayatını kaybetmesini herkes “Kırmızı Pazartesi” romanına benzetti. Yani hepimizin gördüğü, bile bile gelen ölümdü. Çünkü ağır hastaydı, buna rağmen “Sağlam” raporu verilip cezaevinde tutuldu.

Allah gecinden versin, ama benzer ölümler an meselesi. Durumu ağır olanlardan birisi de merhum Vural Avar’ın koğuş arkadaşı, tüm Jandarma teşkilâtının “Peygamber Hakkı” diye bildiği, 82 yaşındaki emekli Korgeneral Hakkı Kılınç.

Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun dün gece Hakkı Kılınç’ın durumuyla ilgili, “Şu an yılbaşı gecesi. E. Korgeneral Hakkı Kılınç, cezaevinde oksijen tüpüyle yaşıyor.” şeklinde bir paylaşım yaptı.

Ama Hakkı Paşa’nın hâli oksijen tüpünden ibaret değil.

Geçen Perşembe ailesiyle görüşü vardı. Vural Paşa’nın vefatından sonra ilk karşılaşmalarıydı. Hakkı Paşa, “Bebek gibi baktık. Yedirdik, içirdik, giydirdik; ama yaşatamadık, kurtaramadık.” derken masaya vura vura ağladı.

Diğer kısmını eşi Saadet Kılınç’tan dinleyelim:

Üç hafta önceki görüş sırasında tesadüfen birisinden Hakkı Paşa’nın bacak ve ayaklarının şiş olduğunu öğrendim. Kendisi bize hiçbir şey söylememişti. Çıkışta infaz memurlarına durumu anlatıp bir şeyler yapmalarını istedim. Bir şeyler yapıldı mı yapılmadı mı, merak içindeydim. Haftalık telefon görüşünde, bizim durumundan haberdar olduğumuzu anlamaması için, ‘Hakkı seni rüyamda gördüm. Ayakların şişmişti. Hayırdır, nasılsın?’ diye sordum. Önce şaşırdı, sonra bir şeyi olmadığını söyledi. Tabi daha da meraklandık. Bu son görüşte, yine ‘İyiyim.’ deyince ayaklarını göstermesi için ısrar ettim. Ayaklarını çıkardı, pantolonunun altındaki pijamayı sıyırdı, her tarafı inanılmaz şişti. Paniklediğimi görünce, ‘Merak etme; hastaneye götürdüler, kontroller yapıldı. İki ilaç yazdılar.’ dedi. Zaten günde 17 tane ilaç kullanıyordu.”

Daha önce iki kez götürüldüğü Adli Tıp’ın, “Sağlam. Cezaevinde kalabilir” raporu verdiği Hakkı Paşa’yı üçüncü kez Adli Tıp’a sevk ederler mi, ederlerse o gider mi, giderse sonuç değişir mi – bilinmez; ama o da bu durumda ve ailesi haklı olarak son derece endişeli.

Nefret Suçu” Derken

İki gün önce Erdoğan’ın eski Başdanışmanı Adnan Tanrıverdi’nin kurucusu olduğu SADAT, ASDER ve ASSAM’da görevli emekli Binbaşı Gürcan Onat’ın Vural Avar’ın vefatı üzerine yazdıklarını aktardım.

Özetle; “Zindanda ölmüş” diyerek aynı Kuvvette görev yaptıkları halde hiç karşılaşmadığı Vural Paşa’ya, “Hakkını helal etmediğini” bildirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştı:

Şimdi ise [diğerleri]zindanda son nefeslerini verecekleri günlerini bekliyorlar. Birileri de vicdanlarımızla oynamaya yelteniyor. Çok yaşlanmışlar, hastalıkları varmış, dayanacak durumda değillermiş, falan filan… İşte onu; cevizi kabuğu ile yutarken düşünecektin, demezler mi adama, her yediğin herzenin çıkışı da olacak, değil mi?.. Bu zavallılar, iman nimetinden de yoksun oldukları için ne tövbe edebiliyorlar ne de ahirette kendilerini nelerin beklediğinin farkındalar… İnandığım bir konu var ki; bu zalimlerin ahiret hayatlarının yanında şu an bulundukları hapishane, cennet bahçesi gibidir… Hepinizin o zindanda son nefeslerinizi verip, inanmadığınız ahiret yolculuğuna çıkışınızı ibretle izleyeceğiz ve lakin asıl ahirette, mahkemeyi kübra’da sizden, nasıl haklarımızı alacağımızı, işte asıl orada göreceksiniz.”

İnançlı olduğunu söyleyen birisi için ne ağır, ne vahim, ne yakışıksız hükümler, değil mi? Haliyle tepki çekti.

İşte bu tepkiler üzerine Gürcan Onat, benim o yazıma Twitter’dan bir başka yazıyla cevap verdi.

Anladığım kadarıyla, 19 Temmuz 2020’de kaleme aldığı, ama dün yayımladığı bu yazının başlığı, “Bir Zamanlar TkMM Vardı”.

“TkMM” denilen, sivil toplum örgütlerinin sesini TBMM’ye taşımak için kurulan “Türkiye küçük Millet Meclisleri” adlı bir platform.

İşte bu platformun ilk toplantısını 2008’de yaptıklarını, kendisinin de buraya ASDER adına katıldığını anlatan Gürcan Onat, her düşünce ve kesimden insanların bu ortamda bir araya gelip, birbirlerine sakınmadan ve çekinmeden sözlerini rahatça söylediğini, birbirlerini saygıyla dinleyebildiğini” vurguluyor.

Sözkonusu toplantıların birisinde kendisinin “Düşünce ve İfade Özgürlüğü, Türkiye’de Medyanın durumu” konusunda yaptığı konuşmayı örnek verip özetle şunları anlattığını kaydediyor:

Toplantıya katılan herkes düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlanamayacağı konusunda hem fikirler. Elbette ben de bu şekilde düşünüyorum. Ancak, düşünce ve inançlarımı ifade ederken ne söylediğimi ve ne şekilde söylediğimi de önemsiyorum. Yani, önce kendi nefsimi kontrol altına almaya, gazabımı engellemeye çalışıyorum. Söz kontrolsüz olmamalı. Bu çok önemli, zira haddi aşmamak gerekir. Herkes nefsini kontrol altına almayı becerebilirse, toplumsal barış daha kolay sağlanabilir… Herkes, kim olursa olsun, ne söylerse söylesin, kendisini olduğu gibi ifade edebilmeli… İnsanlar; içlerinde ukdeler, beyinlerinde düğümler varken, birlikte huzur içinde, rahat yaşayamazlar… Hiçbir şekilde düşünce ve ifade hürriyeti engellenmesin. Ha, bunun bir sınırı var elbette; hakaret, aşağılama ve küfür olmamak kaydıyla… Hakaret ve küfür, fikir ve düşünce değildir, çünkü! Nefret suçu işlenmemelidir!.. Yalan, iftira ve algı operasyonları yapılmamalıdır.”

Devamında da; “TkMM”nin, beğendiğini belirttiği 9 ilkesine yer veriyor. Bunlar arasında, “Önyargılar giremez”, “Diyalog=Konuşmak+Dinlemek” gibi ilkeler de var.

Anlaşılan; Gürcan Onat, vefat eden Vural Paşa ve zindanda son nefeslerivermelerini beklediği” diğer komutanlar için düşünce ve ifade özgürlüğünü” kullanıp hiçbir aşağılama ve hakarette” bulunmamış; ama o yazısına tepki gösterenler, yalan, iftira ve algı operasyonu” yapıp nefret suçu” işlemiş!..

Dikkatlerinize sunulur.

FETÖ”cülerin Davasını Sahiplenmek

Daha önce de onlarca kez yazdım; ama Vural Paşa’nın vefatından beri 28 Şubat davasında adil yargılama yapılmadığını anlatmaya çalışıyorum.

Bununla ilgili olarak Gürcan Onat’ın tepki çeken o yazısının son bölümüne de bakalım. Demişti ki;

Binlerce subay astsubay mesleklerinden edildi, damgalanarak sokağa atıldı. Binlerce kız öğrenci okullarına alınmadı. Psikopat manyaklar tarafından ikna odalarında, öğrencilerin ruhi dengeleri bozulmaya çalışıldı. Kadın memurların başörtüleri çıkarttırıldı… Salyaları akan, kuduz köpekler gibi hırlayarak saldırdılar, Müslümanların üzerine… Ekonomi gayet güzel giderken hükümeti alaşağı ettiler; memleketi milyarlarca lira zarara soktular. Tüyü bitmemiş yetimlerin hakları var bu zalimlerin üzerinde… Brifing yiyen, güya yargı ve medya mensupları hala zihnimizde duruyor. Hepimizin bildiği medyada yer alan, o fotoğraflar hala gözlerimizin önünde, hiç birisi hafızamızdan silinmedi. Silinmeyecek!..”

Şimdi ben de bu iddialardan hareketle soruyorum:

  • Binlerce subay, astsubayı mesleklerinden eden,
  • Binlerce kız öğrenciyi okullara almayıp ikna odaları kuran,
  • Üniversitelerin önüne polis panzerlerini gönderen,
  • Kadın mamurların türbanlarını çıkarttıran,
  • Hükümetin düşmesine yol açan DYP milletvekilleri ile Erbakan’ın, dönemin Cumhurbaşkanı merhum Demirel’e sunduğu istifa mektuplarını imzalayan

Müebbet hapis cezasına çarptırılıp adeta ölüme yatırılan bu 14 general miydi?

Devletin o zamanki “güvenlik konsepti” çerçevesinde, sadece 28 Şubat döneminde değil, öncesinde ve sonrasında kararları alınıp uygulanan, TBMM’de yasaları çıkarılan topyekûn bir süreç yaşanmadı mı? İçişleri, Adalet ve Milli Eğitim Bakanlıkları başta olmak üzere tüm valiler, emniyet müdürleri, üniversiteler rol oynamadı da sadece bu 14 general mi at koşturdu?!

28 Şubat davasına ilişkin ise tek bir sorum var:

Ortaya çıktı ki, bu davayı da A’dan Z’ye “FETÖ”cüler kurguladı. Durum bu iken, diğer kumpas davaların aksine, “Kandırıldık”, “Rabbim de milletim de bizi affetsin” demeyip bu davayı sorgusuz-sualsiz sahiplenmek… O sahte delilleri hiç sorgulamamak… Ve gerçekten adil bir karar verilmiş gibi, heyecanla bu generallerin “zindanda ölmesini” arzulamak… Bunun izahı nedir?!

Bunları da geçtim.

Müebbet hapis cezasına çarptırılan emekli generallerin dosyası Anayasa Mahkemesi’nde görüşülmeyi beklerken ve -Yargıtay’ın verilen cezaları bazı sanıklar yönünden bozması sebebiyle- 28 Şubat davası yeniden görülürken, Erdoğan’ın daha iki gün önce, 3. Uluslararası İlahiyat Gençlik Buluşması’nda “28 Şubat karanlığından” söz etmesi, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs değil midir?!

28 Şubat Kimin Eseri?

Son olarak şunu kaydedeyim:

28 Şubat’ı başlatan TSK değildi. Daha Eylül 1996’da “irtica raporlarını” hazırlayan, önce dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, ardından Genelkurmay’a bu rapor ve brifingleri veren, nihayetinde 28 Şubat’taki MGK’da da sunum yapan MİT’ti.

Peki MİT’e herhangi bir şey soruldu mu? Hayır. Çünkü yargılamalar sırasında MGK, 28 Şubat’ta sunulan o irtica brifinginin dosyada olmadığını bildirdi!..

Merhum Vural Avar Paşa’nın 23 Ekim 2013’teki savunmasından, bu konuya ilişkin bölümle bitireyim.

Bir müşteki avukatının, Siz bu memlekette irticayla mücadele edilmesi gerektiğine samimi olarak inanıyor musunuz?” şeklindeki sorusuna verdiği karşılık şu olmuştu:

Siz MGK da o dönemin MİT teşkilâtının verdiği brifingi okusaydınız, o dönemin gazetelerinde irtica konusunda o dönemin partililerinin söylediklerini okusaydınız ve o dönem sokaklarda cereyan eden olaylara vakıf olsaydınız farklı düşünürdünüz.”

Israrla altını çiziyorum; adaletle değil, önyargıyla yargılandılar… Adil yargılanmayan insanların cezaevinde ölümünü beklemek de ne insani ne vicdanidir!..

Müyesser YILDIZ
1 Ocak 202
3

Kategori:Uncategorized