14 Mayıs öncesinde iktidarın ve yazarlarının kullandığı propaganda konularından birisi, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi oldu. Erdoğan’a oy verme sebepleri arasında ilk 10’da bu icraat gösterildi. Hatta, “Bir Ayasofya yeter” denildi.
Erdoğan da, seçim yasaklarını delme pahasına, 14 Mayıs’ın finalini Ayasofya’da yaptı.
Yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu AKP’lilere seslenirken. “21 yılda o kadar büyük işler yaptınız ve gerçekleştirdiniz ki, kim ne derse desin kim hangi iftirayı atarsa atsın. Ayasofya’nın minaresi kadar başınız dik olsun, dik olsun.” dedi. Keza, “Canan Kaftancıoğlu ve Bay Bay Kemal’i Ayasofya’ya Cuma namazına beklediğini” belirtti.
Tüm bunlarla verilen mesaj; “küffara karşı zafer kazandıkları” idi.
Ayasofya bu kadar önemli; ama -gelen gidenin tahrip etmesi sonucu- kimi bölümleri cam setlerle koruma altına alınmış, ne gam!..
“Kostantıniyye’ye Hayır” mı?
Malûm; Pazartesi İstanbul’un fethinin 570’inci yıldönümü ve AKP, yarınki seçimle birlikte çifte kutlama yapmak istiyor.
İktidarın bir yazarı ve eski milletvekili bu iki konuyu ele alıp şunları yazdı:
“Kostantıniyye’yi İstanbul (İslambol)’a çeviren 29 Mayıs 1453 zaferini iktidara namzet CHP zihniyetinin kutladıklarını hiç duydunuz mu?!.. İlerde ‘oyy anam oyyy’ dememek için namusumuz ve şerefimiz olan helâl oyumuzla hepimizin vatanı olan; Anadolumuz’u, mavi vatanımızı, gök vatan ve siber vatanımızı yeniden Tayyib Kaptanımıza emanet etmeliyiz!”
Daha geçenlerde yazdık; AKP’nin yıllardır kol kola girdiği “dış güçler”, İstanbul’u çoktan “Konstantinopol” yaptı. Sesleri çıktı mı? Sadece iki gün önceydi; Fener Rum Patriği Bartholomeos ülkemizdeki Gürcüler için Edirne’de bir ayin düzenledi. Yapılan haberlerde Ortodoks medyası İstanbul için “Konstantinopol” derken, Patrikhane, açıklamasında yine bu ifadenin şifresi olan “City (Şehir)” terimini kullandı. Kimin umurunda?!
Ne Oldu da Fikir Değiştirdi?
Hafızamız zayıf ya; bugün 1 numaralı propaganda malzemesi yapılan Ayasofya’yla ilgili karar sürecini Erdoğan’ın sözleri üzerinden yeniden hatırlayalım.
2014’te “Ayasofya açılsın” şeklindeki bir slogana, “Yan tarafında Sultanahmet var. Önce orayı bir dolduralım. Ondan sonra gerisi gelir. Allah yar yardımcımız olsun.” karşılığını verdi.
2019’da; “Bu işin siyasi boyutu var. Yan tarafta Sultanahmet’i doldurmayacaksın, Ayasofya’yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgâh. Biz, ne zaman neyin nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz… Orada mesela bir sergi yapıldı, orada Kur’an tilaveti de yaptık. Belli bir bölümünde şu anda namaz da kılınıyor. Bunları da aşmak bizim için sorun değil, aşarız ama getirisi, götürüsü nedir? Bunu da burada açıklamam doğru olmaz. Bunun bir götürüsü var. O, bizim için faturası çok daha ağırdır… Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim. İslâm dünyasının yükünü çekiyoruz. Nerede, ne oluyor, ne olabilir; bunların hepsini düşünmek zorundayız. Onun için hassas olacağız, dikkatli olacağız.” dedi.
İşte bu sözlerden sadece 1 yıl sonra, 2020’de de Ayasofya’nın camiye çevrilmesi kararını aldı.
Bu hızlı fikir değişikliğinin sebebi neydi? Gerçekten böyle olması gerektiğine inanmak mı, 2023 seçimlerine yatırım mı, yoksa kimi “getiri-götürü” hesapları mı?
Hedef: Önce Patrikhane Sonra Ayasofya
Son ihtimalle ilgili; 2005 yılındaki kimi planların altını çizelim.
Dr. Anthony J. Limberakis “St. Andrew Tarikatı”na mensup Pensilvanyalı bir radyologdur. Ama aynı zamanda 1988’den beri “Ekümenik Patriklik Tarikat Ulusal Konseyi” üyesi ve “Amerikan Ortodoks Kilisesi Milli Komutanı”dır. Kasım 2005’te “Washington Bölge Komutanı” Andrew Manatos’la birlikte Ankara’ya gelip dönemin ABD Büyükelçisi Ross Wilson’la, “dini özgürlükler” konusunu görüşür. Görüşmede şu başlıklar öne çıkar:
“Türkiye, Patrihane’nin ekümenikliğini yasal gerekçelerle tanımıyor… Patrikhanenin mülklerine el konulmasına devam ediliyor… Patrik Barthlomeos sadece İstanbul’un papazı değil, o dünyadaki Ortodoksların lideri, ama Türkiye ‘ekümenik’ sıfatını reddediyor… Türkiye, Ekümenik Patriklik seçimlerine müdahale ediyor ve seçilecek kişilerin Türk vatandaşı olmasında ısrar ediyor… Türkiye, 1971’de zorla kapattırılan Ruhban Okulu’nun açılmasını reddediyor.”
Dr. Limberakis, tüm bunları 27 Kasım 2005’te “ıslak imzalı” bir rapor halinde kiliseye sunarken sonuna, “Büyükelçi Wilson’ın önceki Büyükelçiler Grossman, Pearson ve Edelman gibi bu dini özgürlüklerin takipçisi olacağına inandığı” notunu ekler.
Yine bu dönemde Rum ve Yunanlıların, “İkinci Kudüs” olarak nitelendirdikleri Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması ve bunun Türkiye’nin AB üyeliğinin şartı yapılması için başlattığı bir imza kampanyası yürütülmektedir. İşte bunun üzerine bir çağrı kaleme alan Dr. Limberakis, Ayasoyfa hakkında benzer görüşleri savunur; ama kampanyanın zamanlamasını yanlış bulduğunu vurgulayıp, “Önceliğimiz Ekümenik Patrikliğin sorunlarının halledilmesi olmalıdır. Bunun için St. Andrew Tarikatına bağış yapın, Patrikhaneye yönelik baskılar karşısında mahkemeler, ABD, Avrupa ve Orta Doğu yönetimleri nezdinde yasal girişimlerde bulunun.” der.
İşte bu isim; 5 yıl sonra 2010’da, St. Andrew Tarikatı’nın Brüksel’de düzenlediği “Türkiye’nin AB köprüsü” konulu konferansta, dönemin ABD Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Demetrios ile birlikte ABD’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış’a, “dini özgürlükler” ödülü verir.
Dr. Limberakis’in 2005’teki raporunda yazılanlara bakın; Ruhban Okulu’nun açılması hariç, tamamı gerçekleşmedi mi?
Son iki yıla odaklanalım; Lozan’a aykırı olmasına rağmen Fener Rum Patriğinin artık alenen “Konstantinopol-Yeni Roma Başpiskoposu ve Ekümenik Patrik” unvanını kullanmasına, birçok yabancı devlet adamının İstanbul’a “Konstantinopol” denmesine göz yumulmuyor mu?.. Vazgeçtik göz yumulmasından; Patrik, Erdoğan’ın Saray’ına dahi “Ekümenik” olarak davet edilmiyor mu?
Sadece Ortodoks aleminin değil, Fener Rum Patrikhanesi’nin de halen “ana kilisesi” saydığı Ayasofya’nın camiye çevrilmesine şiddetle karşı çıktığını kaydedip soralım:
Ayasofya ile övünülerken ne kadar aykırı bir gidişat, değil mi?!
Ve Mülklerin İadesi
Sadece Dr. Limberakis’in değil, ABD ve AB’nin tüm raporlarında yer alan; “Patrikhane ve azınlık mülklerinin iadesi” konusuyla devam edelim.
Yine AKP’nin 2002’den itibaren Vakıflar Yasası’nda yaptığı değişikliklerle bu talep de büyük ölçüde halledildi. Örneğin 2008’deki değişikliklerle nelerin önü açıldı; bunları o dönem muhalefette olan MHP Lideri Devlet Bahçeli’den dinleyelim:
“Yapılan değişikliklerle azınlık vakıflarının yeni mal edinmeleri sınırsız ve süresiz hale getirilmiştir. Azınlık vakıfları dâhil tüm vakıfların yabancı vakıflar ile ilişkileri hiçbir sınırlamaya tabi tutulmamıştır… Bu yasanın yürürlüğe girmesiyle; Türkiye vakıf malları konusunda çok büyük miktarda tazminat ödemek durumunda kalacak, her bir azınlık vakfı ve kilise tüzel kişiliğe kavuşacak, Batı Trakya Türk ve Müslüman azınlığı için Lozan’da öngörülen mütekabiliyet prensibi ihlal edilecek, Türkiye’de misyoner dernekler yabancı fonların yönlendirmesiyle vakıf adı altında örgütlenerek denetimsiz bir biçimde faaliyette bulunacaktır.”
Bahçeli o konuşmasında; bu yasanın “Cumhuriyetimizin varlığına dönük açık bir saldırı ve ihanet olduğuna inandığını” belirtirken, “AKP’nin, gizli bir taahhüt içine girmiş gibi ısrarla takındığı gayri milli politik tutumunu sürdürmeye çalışmasını anlamak mümkün değildir.” demişti.
İşte bu yasayla getirilen en önemli düzenlemelerden birisi, 1936 Beyannamesi’nin fiilen yürürlükten kaldırılması oldu.
Yargı da buna uyum sağladı ve Patrikhane başta olmak üzere azınlık vakıflarının, “benimdi” dediği mülkler, birer birer iade edilmeye başlandı.
Daha bu ay başında Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir kararı örnek verelim.
Mısır’daki Sina Aziz Manastırı Başpiskoposluğu’nun, Osmanlı döneminde kendilerine bağlı olan İstanbul Balat’taki Aya Yani Kilisesi’nin iade talebi bile, “mülkiyet hakkı ihlâl edildi” gerekçesiyle kabul edildi.
Patrikhane’nin “ekümenikliğinin” kabulü ve mülklerin iadesinin bir adım sonrası, tüzel kişiliğinin tanınmasıdır.
Sorarım size; bu da olduktan sonra sıra Ayasofya’ya gelmez mi?!
Müyesser YILDIZ
27 Mayıs 2023