
Yıllardır Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bugünü ile dününü kavga ettirmeleri yetmedi, şimdi de Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail üzerinden ikilik çıkartma peşine düştüler.
Madem öyle, biz de bin 500 yıl öncesine gidip, Hun İmparatoru Attila’yı hatırlatalım. Attila’nın en büyük özelliği, “Batı ve Doğu Roma İmparatorlarının en korkulan düşmanlarından birisi” olmasıydı.
Öyle ki, özellikle Yunanistan, yıllar yılı Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin “şahin” gibi korunmasını “Attila” benzetmesiyle tarif ederdi.
Ta ki, AKP iktidarına kadar!..
Bu hikâyeye geçmeden önce Nisan ayında iktidarın gazetesi Sabah’ın verdiği bir habere dikkat çekelim.
Yunanistan’ın eski Başbakanı ve Sosyalist Enternasyonal Onursal Başkanı Yorgo Papandreu CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i ziyaret etti. İki ismin düzenlediği ortak basın toplantısında da Papandreu, Özel ve Ekrem İmamoğlu ile gurur duyduklarını belirtip, “Bu mücadele hem sizin hem bizim mücadelemizdir.” dedi.
İşte Sabah Gazetesi, Papandreu’nun bu sözlerini “skandal” olarak nitelendirirken, Özel için “Bu kez de Yunan’a kucak açtı” ifadesini kullandı.
Papandreu ve Erdoğan
“Hafızasızlık baltayı böyle taşa vurdurur” deyip AKP’nin iktidara geldiği, Yorgo Papandreu’nun Yunanistan Dışişleri Bakanı olduğu 2002 yılına gidelim.
Siyasi yasağı nedeniyle Başbakanlık koltuğuna oturamayan Erdoğan, Avrupa turuna çıktı, ilk olarak da Atina’dan başladı.
Dönemin Yunanistan yöneticileri, aynen bugünküler gibi, silahlanma peşinde koşuyor, şimdi epey mesafe aldıkları Ege’deki ada ve adacıkları işgâl planları yapıyordu.
Başbakan Simitis, Erdoğan’la ortak basın toplantısında; Kıbrıs, Ege ve kıta sahanlığı konularında Türkiye’yi suçladı. Bunların hemen hiçbirine cevap vermeyen Erdoğan ise, “Yunanistan’ı tarihi rakibimiz olarak değil, en yakın komşumuz ve yarınlarımızın stratejik ortağı olarak görüyoruz.” dedi.
İki liderin görüşmesinin sonucunu özetleyen Dışişleri Bakanı Papandreu oldu ve aynen şunları söyledi:
“Tarihi önemde bir görüşme… Yıllardır ilk kez Attila ile görüşmedik…”
Papandreu, bundan sadece 2 ay sonra da Erdoğan’dan, “AKP’nin çoğunluğu oluşturduğu yeni TBMM’nin, Casus Belli [1995’te alınan, Yunanistan’ın karasularını artırması savaş sebebi sayma] kararını yeniden değerlendirmesini” isteme cüretini gösterdi.
Erdoğan’ın cevabı mı? “TBMM Başkanı Bülent Arınç’a ileteceğim.” dedi.
Dahası yaşandı; Arınç, Yunanistan Meclis Başkanını Türkiye davet ettiğinde, “Casus Belli’yi kaldırın, geleyim.” karşılığını aldı.
Casus Belli’nin kaldırılması sadece Yunanistan’ın değil, ABD ve AB’nin de talebi/şartı olageldi.
Bu yüzden de AB ile müzakereler bahanesiyle Türkiye’nin dış politikasını belirleyen ve 12 mil meselesinin yer aldığı “Kırmızı Kitap” diye bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi 2010’da değiştirildi ve artık 12 mil meselesinin “öncelikli tehdit” sayılmadığı duyuruldu.
Yunanistan’ın her daim gündeme getirdiği Casus Belli konusunda geçmişten birkaç not daha aktaralım.
Erdoğan Aralık 2017’de Atina’ya bu defa Cumhurbaşkanı sıfatıyla yaptığı ziyaret öncesinde Yunan televizyonuna yaptığı açıklamada sıkıntıların aşılmasından söz ederken, “Casus Belli de bunlardan bir tanesi. Bunları tahrik etmememiz lâzım. Bırakalım teknik kadrolarımız bunları en iyi şekilde çalışsınlar. Bunları da aşalım.” dedi.
Ancak Yunanistan 2018’de Ege’de karasularını 12 mile çıkaran bir yasa çıkardı. Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığı’na çağrılan Yunanistan Büyükelçisi’ne, TBMM’nin 8 Haziran 1995’te kabul ettiği bildirinin geçerli olduğu söylendi. AKP Sözcüsü Ömer Çelik de şunları vurguladı:
“Yunan tarafı 1995’teki Yüce Meclis’in ikazını unutmasın. Türkiye Cumhuriyeti gereğini yerine getirme konusunda tereddüt etmez.”
“Dostumuz” Miçotakis’in Yaptığına Bak
AKP’nin, Yunanistan’la inişli-çıkışla ilişkisi malûm. Erdoğan, 3 yıl önce “Bir gece ansızın Atina’ya gitmekten” söz ederken, Başbakan Miçotakis şimdi en büyük “dost”.
Ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin görmezden, duymazdan gelinen Miçotakis öyle bir dost (!) ki; evvela Türkiye’nin AB savunma programlarına katılımını önlemek için girişim başlattı.
Avrupa savunma programı denilen de yine on yıllardır gündemde olan, Türkiye’nin karar mekanizmalarında yer almayacağı, sadece Avrupa’nın jandarmalığını yapması istenen Avrupa Ordusu projesine ilişkin yeni hazırlıklardan başka bir şey değil ya, neyse!..
Nihayetinde Miçotakis geçen hafta ağzındaki baklayı çıkarıp şu şartları koştu:
“Türkiye eğer Avrupa’nın savunma fonlarından faydalanmak istiyorsa Yunanistan ve Kıbrıs’ın haklı endişeleri hesaba katılmalı. Daha spesifik ve net olmak gerekirse, TBMM’nin o meşhur savaş sebebini oylamasının üzerinden 30 yıl geçti. Sanırım 30 yıl sonra artık Türk dostlarımızdan bu konuyu masadan kaldırmalarını doğrudan istemenin zamanı geldi.”
Şunları da ekledi:
“Bildiğiniz gibi iyi ilişkiler geliştirdiğimiz Başkan Erdoğan’a da bunu söyleyeceğim. Bir yandan Avrupa’nın mali araçlarına erişim talebinde bulunurken, diğer yandan bir Avrupa ülkesini yasal hakkı olan bir şeyi yapması halinde savaşla tehdit eden bir kararı sürdürmek mümkün değildir.”
Miçotakis’in bu şartı üzerine iktidarın bir gazetesi, “Ege için olmayacak teklif” başlığını attı… Bir yazar, “Türkiye’ye geldiğinde ya da ikili görüşmelerde sarf ettiği dostluk mesajları ve bundan sonra sorunları konuşarak aramızda çözeceğiz güzellemeleriyle yaratmaya çalıştığı atmosfer tam bir hikâye… Dostluk maskeli sinsilik, kamuflajlı bir politika.” değerlendirmesini yaptı, ama üzerinden bir hafta geçtiği halde ne Erdoğan’dan ne de Dışişleri Bakanlığı’ndan bir ses çıktı.
Milli Savunma Bakanlığı kaynakları da geçen hafta sadece Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’yi AB savunma projelerinin dışında bırakma çabaları için, “başarısız olmaya mahkûm” dedi, ama Miçotakis’in “Casus Belli” şartına ilişkin tek bir kelâm edilmedi.
MGK’nın “Küresel Manifestosu”nda Ne Var?
Miçotakis’in o meydan okumasının ertesi günü Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapıldı. Peki bu toplantıda konu ele alındı mı?
Bırakın ele alınmasını, iktidarın bir yazarı geçmişteki ve bugünkü MGK kararları için övünerek özetle şu karşılaştırmaları yaptı:
“Ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın yaşadığı değişimi yakından görmek isteyenlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında toplanan Millî Güvenlik Kurulu’nun 22 Mayıs 2025 tarihli son kararlarına bakması yeterli… Eskiden MGK’nin ana gündemini bölücü terör, irtica, başörtüsü, laiklik, İmam Hatipler ve Kur’an kursları oluşturuyordu… Dış tehdit odağı olarak da Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Ermenistan, Suriye, Irak ve İran gibi komşularımızın toprak bütünlüğümüze, üniter yapımıza ve siyasi birliğimize yönelik istikrarsızlaştırıcı faaliyetleri sıralanıyordu. Bunlarla bir türlü baş edemiyorduk. Daha doğrusu baş etmemize ‘küresel efendiler’ izin vermiyordu. Haliyle MGK’nın eski toplantılarından çıkan kararlar hükümetiyle, kurumlarıyla, milletiyle ve komşularıyla kavga halinde olan bir devletin tablosunu yansıtıyordu… Oysa bu tablo şimdi yüz seksen derece değişti. Sekiz maddelik son MGK kararlarında iç tehdit neredeyse sıfırlanmış durumda. İlk iki maddede terörsüz ve müreffeh Türkiye’nin müjdesi veriliyor. Diğer altı maddede ise müşterek coğrafyamız Ortadoğu’dan Kafkasya’ya, Kuzey ve Doğu Afrika’dan Ukrayna’ya, Gazze’den Suriye’ye, İsrail’den Yemen’e, Lübnan’dan Filistin’e ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış anlaşması taslağına kadar uzanan birçok başlık sıralanmış. Kendi sorunlarını çözen Türkiye aynı zamanda dünyadaki ve bölgemizdeki krizlerde de kilit bir aktör olarak öne çıkıyor… Hâsılı kelam, nereden bakılırsa bakılsın Türkiye her açıdan global bir aktöre ve trende dönüşmüş halde… İşte bu yüzden MGK’nın son kararları, Yeni Türkiye’nin küresel manifestosudur aynı zamanda.”
“Küresel efendileri” alt edip Yunanistan ve diğer ülkelerin tehditlerine son verdik yani… Öyleyse şu olanlar ne?
Olanın Türkçesi; ABD-AB-NATO eliyle gerçekleştirilen büyük kuşatmanın yok sayılmasıdır, iç politika gibi dış politikanın da tümüyle algı ile yönetilmesidir, hasılı Attila olmaktan vazgeçilmesidir!..
Müyesser YILDIZ
27 Mayıs 2025
12punto link: https://12punto.com.tr/yazarlar/muyesser-yildiz/tarihle-kavga-edildigine-gore-attilaya-ne-dersiniz-87442