Zarrab dosyası Obama döneminde açıldı.
İktidar, görmezden geliyor gibi yapsa da kapalı kapılar ardında konuşulan dosyaların başında bu geldi.
Nereden biliyoruz? Bizzat Erdoğan’ın yaptığı açıklamalardan. Eylül 2016’da dönemin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’la yaptığı 1.5 saatlik görüşmenin ardından gazetecilere, konuyu kendisinin açtığını belirterek, şunları anlattı:
“Bu kişi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Eşi ve çocuğu ile birlikte ABD’ye giriş yaptığı anda tutuklandı, eşi ve çocuğu da Türkiye’ye gönderildi. ‘Bu tutuklama hangi kurala göre yapıldı?’ diye sordum. Neticede vatandaşımız olduğu için hukukunu aramak zorundayız. Rıza Sarraf değil de bir başka vatandaş da olabilirdi. ABD, bir vatandaşının diyelim ki, George’un Türkiye’de tutuklanmasına nasıl duyarsız kalamıyorsa, biz de bir başka ülkede vatandaşımızın tutuklanmasına kalamayız. Kaldı ki, gerek Adalet, gerek Ekonomi Bakanlığımızın çalışmalarına göre, bu kişinin bir suçu da bulunmuyor. İran da aynı şeyi söylüyor. Buna rağmen bu kişi 6 aydır ABD’de tutuklu. ABD Adalet Bakanlığı’nın davayı havale ettiği mahkeme de ilginç. Savcı Bharara da Hakim Richard Berman da Türkiye’de daha önce FETÖ tarafından ağırlanmış isimler. Yani Adalet Bakanlığı, Sarraf’ı tutup FETÖ’nün yedirip içirdiği isimlere teslim ediyor… Enteresandır, mesela tutup iddianameye eşimin TOGEM’in kurucusu olduğu, benim o dernekle ilişkim olduğu falan yazılıyor. Ama o derneğin kurucuları arasında ne eşim var, ne de ben. Buna rağmen söz konusu edilmesi adamların art niyetlerinin ne istikamette olduğunu gösteriyor. Halbuki Dışişleri Müsteşarımın da gayet güzel ifade ettiği üzere, ABD hukuk sisteminde ‘egemen bağışıklık’ diye bir madde var. Devlet başkanlarının herhangi bir mahkemeye konu yapılabilmesi mümkün değil. Buna rağmen iddianamede adımızın geçirilmeye çalışılması, işin içinde art niyet olduğunu ortaya koyuyor.”
Ya Biden’ın cevabı? Yine Erdoğan’ın anlattıklarından öğrendik; “Ben bu kadarını bilmiyordum” demiş.
Geçtiğimiz aylarda Washington Post gazetesinde David Ignatius, eşler arasındaki görüşmede, Emine Erdoğan’ın da Jill Biden’la Zarrab’ı konuştuğunu öne sürdü. Yalanlanmadı.
Trump döneminde de Erdoğan’ın, Zarrab önceliği değişmedi.
12 Ekim’de ABD’ye, “Benim kendi bankamın müdür muavinini hiçbir suçu olmadan tutuklayacaksın. Öbür yandan vatandaşımı hiçbir şey ortaya koymadan 2 yıl oldu alacaksın. Yargılayıp itirafçı olarak kullanmak isteyeceksin” sözleriyle yüklendi.
24 Ekim’de de, “Vatandaşımızı itirafçı yapmanın gayreti içindeler, bu işler bittiği zaman dünyayı ayağa kaldırmasını biliriz” dedi.
Bitmedi, çok değil sadece 15 gün önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Reza Zarrab konusunda ABD’ye 2 kez nota verdiğimizi duyururken, “Biz vatandaşlarımızın haklarını, hukukunu da her zaman ararız” açıklamasını yaptı.
5 gün önce ise Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, şunları söyledi:
“ABD’de bu yargılamayı yapanlara soruyorum, sizin elinizde Reza Zarrab’ı suçlayan doğru deliller var mı yok mu? Varsa bu delilleri size kim getirdi? Zarrab dosyası Türkiye’ye kumpastır. Zarrab üzerinden Türkiye’ye kumpas yapılıyor.”
Ve dün;
Ankara’nın, “vatandaşım” deyip, “hak ve hukukunu” korumaya çalıştığı Reza Zarrab, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şöyle “casus” ilân edildi:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibari ile gizli kalması gereken bilgileri diğer bir yabancı devlet lehine casusluk maksadıyla temin ettiği ve mal varlığını kaçırma girişiminde bulunduğuna dair bilgilere ulaşıldığından…”
Bu kadar kısa sürede nereden, nereye?!.
Gel de Bekir Bozdağ’ın 3 gün önce Kemal Kılıçdaroğlu hakkındaki şu sözlerini hatırlama:
“Türkiye’de uzun zamandır siyaset yapıyor. 2010’dan beri de bir partinin genel başkanlığını yapıyor. Bu kadar önemli görevlerde bulunan birisinin ‘ben yanıldım’ demeye hakkı yok.”
Erdoğan Biden’le görüşmesine ilişkin açıklamasında, “Hukukla değil, ilişkiler ağıyla başka işler çevirme peşindeler” şeklinde bir ifade de kullanmıştı.
Madem ki, Zarrab hakkında bir soruşturma başlatıldı ve madem ki, o bir “casus”; İşte meseleyi “ilişkiler ağıyla” değil de “hukukla” halletmek için büyük bir fırsat!.. Zarrab’ın işbirliği yaptığı, rüşvet verdiğini söylediği bakanlar da bu soruşturmaya dahil edilir, onların da mal varlıklarına el konulur. Böylece hem kamu vicdanı rahatlar hem de Türkiye ABD “şantajlarından” kurtarılır!..
– “FETÖ Bilgi ve Belgeleri İmha Etti” Denmişti-
Bu tespitlerden sonra bir başka iddianameye geçelim.
15 Temmuz darbesinden önce FETÖ’nün sivil ayağıyla ilgili olarak hazırlanan ve davası 1 yıldır görülen çatı iddianamesinde, “Hükümeti devirme ve Anayasa’yı ilgaya teşebbüs etmek amaçlı soruşturmalar” başlığı altında 17/25 Aralık operasyonu, Zarrab ve İran’la ticaret konularına da sayfalarca yer ayrıldı. Bugün ABD’deki davada konuşulan iddiaların tamamı anlatıldıktan sonra bunların “gerçek dışı” olduğu savunuldu. Zarrab’dan “İranlı bir işadamı” diye söz edildi vs.
Malum, ABD’deki davada bilgi, belge ve tapeler havada uçuşuyor.
Ama bakın “FETÖ çatı iddianamesinde” ne yazıyor:
“FETÖ’nün 17 Aralık 2013 günü hükümeti devirmek üzere giriştiği soruşturma görünümlü cebir ve şiddet kullanılarak gerçekleştirilen operasyon başarılı olamamıştır. Emniyet kadrolarındaki örgüt üyelerinin görevden alınması ve devletin kendini korumak üzere refleks göstermesi üzerine, 18 Aralık 2013 günü dinlemeler imha edilemeye ve bilgisayarlardaki bilgiler silinerek imha edilmiştir. FETÖ’nün emniyet kanadı usulsüzlüklerin tespiti ve FETÖ ile işlenen suçların bağlantısının delillerini silmeye çalışmıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğünde özel silme programı ‘Wipe’ o gün çok fazla indirilmiştir. Grafik diğer günlerden farklı olarak bu programın çok fazla indirilmesinin örgütün suçunu gizlemek için bilgisayarlarda delil silmesindendir.”
Bu da demektir ki; Ya o dinleme kayıtları ve belgeler silinmemiş veya bir başka yerde daha depolanmış!..
-Sadece MİT Değil Masak da Uyardı-
ABD’deki davanın ardından, MİT’in zamanında Zarrab konusunda hükümeti uyardığı hatırlatıldı.
“FETÖ çatı iddianamesi”nden görüyoruz ki, meğer sadece MİT değil, MASAK da uyarmış.
Şöyle ki;
17/25 Aralık operasyonundan önce Zarrab’a ait şirketlerle ilgili inceleme yapılıp, yapılmadığı sorulmuş. MASAK bir analiz raporu göndermiş, ama İstanbul Emniyet Müdürlüğü KOM Şubesine gönderilen CD’nin bulunduğu zarfın zımbası bile açılmamış. Zarf açıldığında ise CD’nin kırık olduğu ve bilgisayarın okumadığı fark edilmiş.
Bunun üzerine aynı rapor yeniden istenmiş. Raporda şunlar yazıyormuş:
“Gelir getirici faaliyetleri ile kişinin servetinin orantılı olmadığı, Türkiye’de elde ettiği kazanç ile şirketlerin ödenmiş sermayesinin kaynağının arasında büyük fark bulunduğu, şahsın şirketlerinin finansman ve sermayesinin yurt dışı kaynaklı olduğu izleniminin uyandığı, nakit para taşımacılığı işi ile uğraşan Happani ailesi ile ortaklık ilişkisinin devam ettiği, İran’a uygulanan ambargo nedeniyle kısıtlama ve yasakların aşılması için bu kişi ve şirketlerin İran tarafından kullanılıyor olabileceği, adı geçenin şirketlerinin para transferlerinin arttığı, ülkemizin dış ticaret hacmindeki artışın kaynağını teşkil ettiği, kıymetli maden ihracatı yapılmasının ABD’nin yaptırımına maruz kalabileceği…”
-Erdoğan “Ambargoyu Delmedik” Diyor Ama-
Son iki gündür Erdoğan’ın AKP milletvekilleriyle yaptığı görüşmede, “İran ile ticari ve enerji ilişkimiz var. Ambargoyu biz ihlal etmedik” dediği, ayrıca İran’a Boeing satışı ile ambargoyu bizzat ABD’nin deldiğini söylediği duyuruldu.
Ancak dün Star Gazetesi’nden Ersoy Dede, ABD’de devam eden davanın delilleri arasında dönemin ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın 29 Kasım 2012’de Meclis’te yaptığı bir konuşmanın da yer aldığını bildirdi.
Babacan demiş ki; “İran’dan alınan petrol karşılığında Türkiye’den altın nakli yapılıyordu. İran’ın ABD ve uluslararası yaptırımlara tabi petrol satışlarından elde ettiği geliri telafi edebilmesi için kullanılan bir yöntemdi…”
Ersoy bunu hatırlattıktan sonra, “Belki de bilmeden en kuvvetli delili de kendi eliyle Amerika’ya vermiş oldu… Enteresan…” yorumunu yaptı.
Daha vahimi var.
“FETÖ çatı iddianamesinde” şöyle deniliyor:
“İran’a uygulanan ekonomik ambargonun Türkiye üzerinden altın satışı ile delindiğini fark eden ABD, bu işlemin organizatörü olarak gördüğü, Cemaatin de ortak düşmanı MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı hedef almıştır. 7 Şubat 2012 günlü ifade krizi ortaya çıkarılmıştır.”
Vahimin vahimi ise şu:
Bu iddianameyi, Fetullah Gülen’in iadesi için bir de ABD’ye verdik!..
“Casus Zarrab” felaketinin göz göre göre geldiği ve kendi elimizle Türkiye’nin başını derde soktuğumuz ortada değil mi?
Müyesser YILDIZ
2 Aralık 2017
Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/abd-ve-feto-ambargo-delme-organizatoru-diye-kimi-hedef-aldi-0212171200.html