İçeriğe geç

Perinçek ve Prof. Küçük’ü Bırakın; Sonra İmralı’ya Gazeteci Gönderin!..

Bu da oldu!.. Teröristbaşı, İmralı’da basın toplantısı yapmak istediğini tebliğ etti.

Ya bu “çılgın proje” milleti uyandırırsa!.. Böyle bir kumarın zamanı mı? İktidar hemen, BDP-PKK’yla “şimdilik” anlaşma yaptı. “Basın toplantısı olmaz, ama ziyaret etmek isteyen gazeteci çıkarsa, izin verilebilir” formülü bulundu. Ne de çok talipli varmış, anında ortaya fırladılar!..

Bir vakitler Adalet Bakanı Sadullah Ergin, “Silivri ile İmralı arasında fark yok” demişti. Selahattin Demirtaş, “Sayın Balbay’la gazeteciler görüşebiliyorsa, sayın Öcalan’la neden görüşülmesin” kıyaslaması yaparak, o “farksızlığı” ete-kemiğe büründürdü.

Değerli Atilla Sertel başta olmak üzere bizleri Silivri’de yalnız bırakmayan meslektaşlarımızın ziyaretine göz yumulmasının hikmet-i sebebi acaba bugünlere hazırlık, Demirtaş’ın bu kıyaslamayı yapabilmesini sağlamak için miydi?

-İlker Başbuğ’a Göre Öcalan’ın Hakkı Neydi?-

Nereden nereye?

AB-ABD sayesinde idamdan kurtulduğu gün, İmralı’dan “reform, iç barış, istikrar” demeci patlattı. Dönemin Başbakanı merhum Bülent Ecevit büyük bir öfkeyle şunu söyledi:

“İmralı’nın bir siyaset kürsüsü gibi kullanılmasına müsamaha ile bakılması mümkün değildir. Terörizmi sona erdirmenin bedeli olarak bölücü akımı siyasallaştırma eğilimleri var. Asıl tehlikeli olan bu. Buna asla fırsat vermeyeceğiz.”

Bugün Silivri’de tutuklu Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un, “Terör Örgütlerinin Sonu” isimli kitabını okuduğumda, “Bu kitap, Başbuğ’u Silivri’ye koydurmaza iyi” demiştim. Çünkü iktidarın PKK ve teröristbaşıyla Oslo, Kandil, İmralı’da halvet olmaya başladığı o günlerde Başbuğ, teröristbaşının hakettiği muamele hakkında şunları savunuyordu:

“Önemli olan husus yakalanan ve hapse konulan terör örgütü liderinin örgütle olan iletişiminin tamamen kesilmesi ve örgüt içinde liderin gözden düşmesidir. Peru’da 1992 Eylül’ünde teröristbaşı Guzman’in yakalanışı örgütün sonu oldu. Guzman yakalanmasını müteakip hapishane elbiseleri içinde bir kafese konularak, halka gösterildi. Guzman’ın hapishane kıyafeti çizgili pijamalarla halka bir kafes içinde gösterilmesi ve taraftarlarına silahlarını bırakması için yalvarması onu adeta bir tanrı olarak görenler üzerinde çok büyük etki yarattı. Guzman halkın gözü önünde aşağılanmıştı… Peru’da yöneticiler, Guzman’ın hapishanedeyken örgütle temas kurmamasına dikkat ettiler, gerekli olan bütün tedbirleri de aldılar. 1994 yılına gelindiğinde örgüt çökmüştü… Öcalan’ın bindirildiği uçakta çekilen elleri bağlı, yorgun ve bitkin şekildeki görüntüler bütün dünyada yayınlandı. Bunun dışında Öcalan’ı aşağılayan ve itibarını sarsan başka görüntüler yayınlanmadı. Öcalan’ın yargılanmasının sona ermesinden sonra da avukatlarıyla görüşmeleri devam etti. Peru’nun Guzman’a yaptığı muameleyi,Türkiye Abdullah Öcalan’a yapmadı veya yapamadı.”

Yapmadığı, yapamadığı veya yaptırılamadığı için de oradan buraya; Katil ve örgütü tepemize çıktı, iktidara ve Meclis’e talimat yağdırır oldu.

-Bekaa mı Zor, İmralı mı?-

Usta Gazeteci Rauf Tamer, teröristbaşının basın toplantısı emri üzerine şöyle yazdı:

“Öcalan, basınla buluşmak istiyor… Ne var bunda? Gidip Bekaa Vadisi’nde buluşmakla, İmralı’da buluşmak arasında ne fark var? Ve hangisi daha zor? Gazeteciler için Bekaa Vadisi daha zordu. İmralı nedir ki? Şurası…”

Yooo!.. Kazın ayağı hiç de öyle değil beyler!.. Hiçbir gazeteci teröristbaşına gidemez, gönderilemez, götürülemez.

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’le, Prof. Yalçın Küçük yıllardır niye Silivri’de?

Her Allah’ın günü onların Bekaa görüntülerini yayınlayarak, kim infazlarını yapıyor?

Bekaa’ya gidip, teröristbaşıyla görüşmek suretiyle “Ergenekon terör örgütünü ve PKK’yı yönettikleri” iddiasıyla, birkaç gün sonra ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmayacaklar mı?

Gerçekler çırılçıplak ortada olduğuna göre, iktidar ile İmralı hoparlörlüğüne talip gazetecilerin önünde iki yol var:

Ya Doğu Perinçek ve Prof. Yalçın Küçük derhal serbest bırakılır, ondan sonra kim gidecekse gider…

Ya da İmralı’ya gidecek gazeteci, oradan döner dönmez Silivri’ye konur…

Başkası gidip, görüşürse “idamlık suç”, ben görüşür ve görüştürürsem “demokratik açılım”…

Yok öyle yağma!..

Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler

Müyesser YILDIZ

2 Ağustos 2013

Kategori:Uncategorized