Geçen yıl “Montrö’ye sahip çıkılsın… TSK’da yeni tarikat yapılanmalarına izin verilmesin” açıklaması yaptıkları için haklarında “Anayasal düzene karşı suç işlemek için anlaşma” iddiasıyla 12 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan 103 emekli amiralin yargılanmasına yarın devam edilecek.
Emekli amirallerin o açıklamasının yayımlandığı gün Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli, “Bildiride imzası bulunan amirallerin rütbeleri sökülmelidir. Emeklilik hakları kaldırılmalı, emekli maaşları kesilmelidir.” dedi.
İçişleri Bakanlığı’na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü ile Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıkları da sosyal medya hesabından ortak bir mesaj yayımlayıp emekli amiralleri “edepsizlik” ile suçladı.
Birkaç gün içinde İçişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’nın koordinesiyle açıklamada ismi bulunan 3 emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın koruma kararı kaldırılıp lojmandan çıkarılmalarına karar verildi. Ayrıca tümüne TSK tesislerine giriş yasağı kondu.
Bir hafta sonra ise iktidarı destekleyen Yeni Şafak’ta şöyle bir haber yayımlandı:
“104 emekli amiralin darbe tehdidi içeren bildirisine karşı harekete geçen AK Parti, ‘rütbe sökme’nin kriterlerini değiştirmeyi gündemine aldı. Mevcut uygulamada emekli askerlerin rütbeleri ancak kesinleşmiş yargı kararı uyarınca sökülebiliyor. Mahkeme kararı olmadan ‘idari’ olarak bu adımın atılıp atılamayacağı incelenecek.”
Demek ki, neymiş? Rütbeler ancak kesinleşmiş yargı kararı uyarınca sökülebiliyormuş. Tabii, bir de -terör örgütleriyle irtibat ve iltisakı bulunamadığından- rütbe sökümü konusunda bakanlara yetki veren kanun hükmünde kararname uygulanamadığı için, emekli amiraller şimdilik bu “ceza”dan kurtuldu.
Uzun ve Avcı’nın Başına Gelenler
Tahmin edeceğiniz üzere konumuz; geçen hafta İçişleri Bakanı kararıyla, iki emekli emniyet müdürünün peşpeşe rütbelerinin sökülmesi.
Bu müdürlerden Emniyet İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Sabri Uzun’dan başlayalım.
“Suçu”; Yargıtay’ın, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen hapis cezasını onamasına tepki göstermesi.
Aynen emekli amiraller olayındaki gibi evvela Emniyet Genel Müdürlüğü’nün sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda Uzun’a “ahlâksız” dendi… Sabri Uzun’un başına ne geleceğini ve geldiğini yine iktidar haber verdi… Rütbelerin söküldüğünü duyururken şunlar da vurgulandı:
“Sabri Uzun ayrıca 2002’de İstihbarat Daire Başkanı olduğu dönemde, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesine gönderilen bir yazıda, ‘Emniyet teşkilâtı içinde Fetullahçı bir yapılanmanın olduğuna ilişkin herhangi bir tespit yapılamadığı’ yönünde görüş bildirmişti. 15 Temmuz darbe girişimi öncesi ve sonrası Twitter hesabından yaptığı paylaşımlarda adeta FETÖ’nün savunuculuğunu yapan Uzun, ‘FETÖ propagandası yapmak’ ve ‘örgüte bilerek ve isteyerek yardım’ suçlarından yargılanıyor. Uzun, ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçundan ise 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı.”
Evvela sırasıyla buradaki yanlışları düzeltelim.
– On yıllarca itibar gören, ne istediyse verilen cemaat ne zaman “paralel yapı” ilân edildi? Mayıs 2016’da. Sabri Uzun’a yöneltilen suçlamanın tarihi ne; 2002. Ayrıca “FETÖ” ile ilgili miladı 17/25 Aralık 2013 olarak belirleyen kendileri değil mi?
– Peki dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in Fetullah Gülen hakkında açtığı davadan sonra, sırf cemaat için terör tanımını değiştiren AKP iktidarı değil miydi? Yine bu davada Gülen hakkında beraat kararı veren İsmail Rüştü Cirit yıllarca Yargıtay Başkanlığı yapmadı mı?
– Bir başka örnek; MGK’nın 24 Haziran 2004 yılında kabul ettiği “Fetullah Gülen cemaatine yönelik eylem planına” ilişkin tavsiye kararı, dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in ifadesiyle, “bütün toplumsal ve siyasi riski hükümet adına Sayın Başbakanımız, hukuki riski ise kendisi üstlenip” rafa kaldırmadı mı?
– Evet, Sabri Uzun “Cumhurbaşkanına hakaret” suçundan 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı, “FETÖ propagandası yapmak ve örgüte bilerek ve isteyerek yardım” suçlarından ise beraat etti. Her iki karar da henüz kesinleşmedi. Madem bunlar dikkate alınıyor, “Cumhurbaşkanına hakaret”ten ceza aldığında hakkında neden bir işlem yapılmadı da Kaftancıoğlu mesajı üzerine harekete geçildi?
Rütbeleri geri alınan diğer isim Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi eski başkanı, emekli emniyet müdürü Hanefi Avcı’ya gelelim.
Neymiş; Selahattin Demirtaş’la ilgili AİHM kararının uygulanması gerektiğini söylemiş. Hukukçuların ezici çoğunluğu ve çok sayıda siyasetçi de bunu dillendirmiyor mu? Kaldı ki, Avcı da artık bir hukukçu.
Bir diğer “suçu” şu: görevdeyken cemaatçi polisleri korumuş…
Avcı, 2010’da yazdığı “Haliç’te Yaşayan Simonlar-Dün Devlet Bugün Cemaat” adlı kitapta zaten cemaatle ilişkisini anlatmadı mı, bunun bedelini yıllarca hapiste yatarak ödemedi mi?
Bir de 2010’da örgütün tepe yöneticisi Önder Aytaç’la 6 kez görüşmüş…
Hanefi Avcı, o vakitler Aytaç’ın yazdığı kitap için aradığını açıkladı. Aramanın 2010’da gerçekleşmesi ve gerekçesi bir yana, biz de şunu hatırlatalım:
“FETÖ’nün finans ayağı, Bank Asya’nın gerçek sahibi ve siyaseti yönlendiren ismi” denilen işadamı Ali Çelik’in 2010-2015 yılları arasında 93 kez, “Yargı imamı” denilen Osman Karakuş’un da dönemin Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit ile 63 kez görüştüğü ortaya çıkmadı mı? Peki Cirit’e ne oldu; hiçbir şey!..
Diyeceğimiz; yine tam bir “kurt kuzuyu yemeye karar vermiş” gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Merak ettiğim şunlar:
Birincisi; TSK’da rütbe sökümünde subaylar er statüsüne indiriliyor. Şimdi emniyet müdürlükleri geri alınan Sabri Uzun ve Hanefi Avcı’nın statüsü ne olacak; polis memuru veya bekçi mi?
İkincisi; Uzun ve Avcı üzerinden sadece emniyet personeline değil, tüm emeklilere, “Konuşursanız yanarsınız.” mesajı verildiği açık. Tamam, onlarınki rütbe değil unvan olmakla birlikte, örneğin bir büyükelçi, profesör ya da doktor, iktidarın hoşuna gitmeyen bir görüş açıkladığında onların unvanları nasıl sökülecek? Büyükelçilikten kavas veya katipliğe, doktorluktan hastabakıcılığına mı verilecekler?!
O Karar Manidardı, Ya Bu?
Rütbeler ve unvanların bakkaldan alınmadığını, dolayısıyla siyasi bir kişinin kararıyla bunların iptal edilmesinin -bırakın hukuki olmayı- kanuni bile olmadığını belirtip şunları da hatırlatalım:
İktidar, “FETÖ” ile mücadele kapsamda Yargıtay’a el attığında; dönemin 9. Ceza Dairesi, tasfiyeden hemen önce Hanefi Avcı’ya “Devrimci Karargâh” davasında verilen cezayı onadı.
Bunun üzerine dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, şunları söyledi:
“Hanefi Avcı için verilen kararda çok açık, ‘biz hâlâ güçlüyüz’ mesajı var. ‘Biz hâlâ buradayız. Biz hesabımızı görürüz’ mesajı var. Avcı, hangi terör örgütünün üyesi? Bunun açıklaması yok… Bir ara neredeyse sembolleşmişti ‘dokunan yanar’ diye. Ben yargı süreçleriyle ilgili hep dikkatli konuştum, ama bunun zamanlaması son derece manidar. Bir davada böylesine acil bir karar almak, ‘biz hâlâ buradayız, bizimle ilgili kanaat sarf edenlerle hesabımızı görürüz’ mesajı veriyorlar.”
Eski İçişleri Bakanı ve dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay, “Hanefi Avcı’ya Emniyet’te, yargıda yürütülen süreç tam bir tuzaktır. Bir örnek, başka örnekler de var. Ben o zor dönemde İçişleri Bakanlığı yaptım. Kendilerine orada muhalefet eden emniyet mensuplarına karşı buna benzer epeyce şeyler yaptılar… Hanefi Avcı’ya geçmiş olsun diyorum. Dünkü açıklaması da çok iyi bir açıklama. Kendisini tebrik ediyorum. Sağlamca dursun yerinde, bu gerçekleri insanlara söylemesi lâzım.” dedi.
En önemlisi; dönemin Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ şöyle konuştu:
“Bir yasal sürecin arifesinde kararın verilmiş olmasını, herkes gibi ben de bir ünlem işaretiyle karşılıyorum… Ben de manidar buluyorum.”
Bozdağ bugünün de Adalet Bakanı. Acaba şimdi Uzun ve Avcı’nın rütbelerinin sökülmesini yine “manidar” bulup “ünlem” koyar mı?!
Müyesser YILDIZ
26 Haziran 2022