Silivri’de ellerim, ayaklarım çok üşümüştü. Duyduğunuzda eldiven, patik yağdırmıştınız. O el emekleri, göz nurları, ama illa da sevginizle ısınmıştım.
Açık hava hapishanesine geldiğimden beri tüm bedenim, ruhum, yüreğim titriyor; Ülkem için.
Yine bir çift eldiven imdadıma yetişti.
“Misilleme” de değil, “manidar zamanlama” da.
Dün yazacaktım, Cemaat medyasına operasyon gündemdeyken, başka anlaşılırdı.
Ama daha fazla da geciktiremem. Gerçi Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök Cumartesi çok güzel yazdı, anlattı. Gözlerim dolu dolu okuduğumda, o bir çift eldivenin bana da geleceğini bilmiyordum.
Aynı gün Sessiz Çığlık eyleminde geldi. Artık sadece kardeşimiz değil, yazılarıyla meslektaşımız da olan Ahmet Tatar elime koca zarfı tutuşturdu. İçinde ne olduğunu kulağıma fısıldayınca bir kez daha gözlerim doldu. Satı Ana, bana da bir çift eldiven örmüş.
“Kumpas” şehidi Ali Tatar için topu topu 4 çift eldiven. Ertuğrul Özkök ve benim dışımda İsmail Saymaz ve Rıdvan Akar’a…
Elbet merhum Ali Tatar’a ve ailesine sahip çıkanlar 4 kişiden ibaret değil. Yurdun dört bir yanında onun için ağlayan, onu yaşatan milyonlar var. Bu en acı hediyeyi hepsinin adına aldım.
Evlâdını şehit vermiş, Ali’nin adaleti için sabırla hayata tutunmuş 80’ini aşmış mini minnacık Satı Ana’nın attığı her ilmikte bir acı olduğu, dokurken ağıtlar yaktığı muhakkak. Anlayamadığım, bana niye siyah-beyazı uygun gördüğü. Muhakkak vardır onun da derin bir manası.
Bu bir çift eldiven üzerine yazacağım çok şey vardı!.. Lâkin Satı Ana dokurken, kardeşim, meslektaşım Ahmet Tatar 10 Aralık’ta öyle bir mektup döşenmiş ki, sözümün de kalemimin de hükmü kalmadı.
Kendimi övmek için paylaşmıyorum bu çok özel satırları. Hani şimdilerde yeniden gazetecilik, basın özgürlüğü keşf edilir oldu ya; Tek amacım mazlumların, gariplerin, muktedirler eliyle canı yananların büyüklüğünü ve biz aydınlardan ne beklediğini bir kez daha hatırlatmak.
İşte o mektup:
“Sen bizim biraz geç bulduğumuz ablamızsın. Seni tanıyınca ‘ailenin kayıp bir bireyi vardı, aha şimdi bulduk, şimdi buluştuk’ diye düşündüm.
Birden yüreğinin bütün sıcaklığıyla, bütün samimiyetinle yanımızda bitiverdin. Hem de bir eksildiğimiz, canımızı, Ali’mizi henüz kaybettiğimiz günlerde geldin.
Hoş geldin, sefa geldin, aşk-ı muhabbetle geldin aramıza.
‘O günü’ ilk senin için bütün yüreğimle anlattım. Ama sen de öyle bir yazdın ki!.. Hani denir ya, ‘söyleyene değil, söyletene bak’ diye. İşten sen o söyletensin. ‘Ayak’ verensin Yola.
Seni, o narin halini yağışta, ayazda her görüşümde içim ürperir, üşüyorsun diye. Ama yüreğinin ne denli büyük olduğunu bildiğimden telaş etmem. Biz yine de sıcaklığına sıcaklık katmak istedik. Annemin ördüğü bir çift eldiven, ellerine çok yakışacak. Ola ki, ısıtacak ellerini. O eller ki, tuttuğu kaleme can verecek. O kalem ki, bu memleketteki haksızlığı, hukuksuzluğu, vicdansızlığı yazmaya devam edecek. Ama en önemlisi gelecek günlere dair umudu yazmaya devam edecek.
Yolun açık olsun ablam, yolun yolsuza uğramasın.
Hep yanımızda oldun, dostuğunu, desteğini bizlerden esirgemedin. Minnettarız sana. Bu dost elinden çıkan örgü, dostluğumuzun bir anısı olsun.”
Son mektubunda, “Hukuksuzluk sürecine hukuk adına saygı gösterilmez… Hiç suçum yok, hukuksuzluğa, karanlığa karşı ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum… Bu şekilde giderseniz ne yönetecek bir Ordu, ne yaşayacak bir ülke ve Cumhuriyet bulamayacaksınız” demişti Ali Tatar, hatırlıyor musunuz?
Ya, bugün çığlık çığlığa “basın özgürlüğü” diyenlerin Ali’nin ölüm haberini, “Mermiye kafa attı” başlığıyla verdiğini?
Bu Cuma Ali Tatar’ın 5’inci ölüm yıldönümü. Saat yarımda mezarı başında olacağız. Pazar günü de lokması var.
Ali’yi ölüme götüren olaylar zincirine “kumpas” diyenlere de bugünün “mağdurlarına” da eğer samimilerse ve pişmanlarsa, bir çağrım olacak;
Biliyorum mezarına gelemezsiniz, ama hiç olmazsa gizlice Satı Ana’ya gidin, gözlerinin içine bakarak, helallik isteyin!..
Ali’nin adaleti için!..
Mamak, Şirinyer, Eskişehir, Malatya, Antalya ve Foça’ya kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
15 Aralık 2014