Zaman grubunun vazgeçilmezi Etyen Mahçupyan 19 Haziran günü,”Demokrasi diye yutturulan bir vesayet rejiminden demokrasiye geçildiğini, meselenin bu kadar basit olduğunu” yazdı.
12 Haziran’dan beri de zaten “milli irade”yle yatıp “milli irade”yle kalkıyoruz!..
Şu “milli irade”yle,”vesayet rejiminden, demokrasiye geçişimizi” birazcık sorgulayıp, bundan çıkacak “sivil anayasa”nın ne menem bir şey olabileceğini tahmin edelim mi?
Malum, ülkemizde tarikatlar yasak. Ayrıca Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerinden sayılıp, korunması öngörülen “İnkilâp kanunları”, ”Tevhid-i Tedrisat yani eğitimde birlik” diyor, ”Tekke ve zaviyelerle, bir takım unvanlar ve kıyafetleri” yasaklıyor.
Fiiliyata bakalım, Gülen Cemaati ve Menzil tarikatı AKP’yi açıktan destekliyor. Hüseyin Gülerce’nin günahını aldılar, ondan önce seçimin hemen ertesi ilk Mümtazer Türköne yazdı; ”Sivil inisiyatifler ev ev, birey birey dolaşarak, Ak Parti’den habersiz, Ak Parti’ye oy istediler. Bu göz kamaştırıcı zaferin asıl kahramanları sivil inisiyatifler” dedi. Gülerce’nin yaptığı ise sadece yeni AKP iktidarından ne beklediklerini somutlaştırmak oldu. O,seçimden önce kendisinin de “seçim çalışması” yaptığını yazmış, yine o günlerde AKP’den “beklentilerini” madde madde sıralamıştı. Bence seçim sonrasındaki yazısında Gülerce’nin bir cümlesi çok önemliydi ki, onu biraz sonraya bırakıyorum.
****
Tarikat veya cemaatlerin “siyasi faaliyetlerinden” devam edelim. Bu seçime kadar AKP’yi destekleyen İskenderpaşa cemaatinin, MHP’yi destekleme kararı aldığını duyduk. İsmailağa cemaati de görüşünü açıkladı. Vatan Gazetesine göre Saadet Partisi’ni, Zaman’a göre ise AKP’yi destekleyecekti.
“Tarikat ve cemaat” ya da dinin siyasi amaçlarla istismar veya kullanılması yasağının modasının geçtiği, bunların birer STÖ olduğu söylenebilir. Zaten Başbakan Erdoğan daha İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken, “Gerçek sivil toplum örgütleri, dini tarikat ve cemaatlerdir” diyordu. Ama o zamanlar “Patrik Bartholomeos ekümenik(cihan patriği) adı altında siyasete soyundu. Bu laik devletçe nasıl değerlendirilecek?” gibi çok önemli bir soru da soruyordu. (Yeni Anayasa’da özel girişimcilere de üniversite kurma hakkı verileceğini hem Erdoğan, hem YÖK Başkanı Özcan açıkladı. Aynen Başbakan’ın (helalleşme) için bazı davalardan vazgeçmesinde gerçek muhatabın Ahmet Altan olması gibi…)
Din gibi çok hassas bir mesele üzerinden milyonlara hükmetmek, onların hangi partiye oy vereceklerini kararlaştırmak STÖ faaliyeti olabilir mi? O zaman “hangi demokrasi” ve “milli irade”den söz edilebilir?
74 milyonun tamamı dini bilgilere haizdir, inancını ve demokrasiyi özümsemiş, hür iradesiyle de sandığa gitmiştir,o başka…Peki öyle mi?..
Bakın Fethullah Gülen “iman” konusunda ne söylüyor:
“Tabir-i caizse atalarımızın bize kazandırdığı iğreti bir imanla yaşıyoruz… İmanın her bir cüzünü düşünerek, tahlilden geçirdikten ve onların üzerine şuur mührü vurduktan sonra işte böyle bir iman senin iradenin ürünü demektir. Ancak şu anki haliyle pek çoğumuzun imanının mimarı babalarımızdır, babalarımızın imanının mimarı da dedelerimizdir…”
****
Tarikat ve cemaatlerin boğazına kadar siyasete girip, ”seferberlik” ilan ettiği seçimin ardından gündemimiz, yeni ve sivil Anayasa!
PKK, ABD ve AB’nin istediği Anayasa’yı ezberledik artık. Peki cemaatler nasıl bir Anayasa bekliyor ve diğerleriyle hangi ana kavşakta kesişiyor?
İlk olarak Başbakan Yardımcılığı döneminde 2005’te Cumhurbaşkanı Gül, ”Türkiye’nin en özgürlükçü Anayasa’sı Cumhuriyetin kuruluşunda yer alan ilk Anayasa’dır” demişti.
Abdullah Öcalan da 1921 Anayasa’sını istediklerini söylüyordu. Bu Anayasa’nın esası şu; ”Devletin dininin İslâm olduğu” yazılıdır ve eyaletlere bir tür otonomi verilmektedir!.. İşte ana kesişme noktaları bunlardır.
Gül’den sonra dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Mir Dengir Fırat’tan da “1921 Anayasası” talebi geldi. Başbakan Erdoğan’ın bu konuda görüş beyan ettiğini duymadık, ta ki 12 Haziran “balkon konuşmasına” kadar. Orada da doğrudan “1921 Anayasası” demedi, ”Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine” vurgu yaptı.
Bu tespitlerden sonra kendisi ısrarla reddetse de her sözü “cemaatin’’ mesajı olarak algılanan Hüseyin Gülerce’nin seçimden sonra “diyet listesi” diye tartışılan yazısındaki asıl dikkat çekici cümle ile seçimden 26 gün önce “tam liste”nin verildiği yazıya geçebiliriz.
Seçim sonrası yazısında Gülerce,”Ülkenin temel meselelerinin kurucu irade esas alınarak, çözülmesini” istedi. ”Kurucu irade’den kastedilenin 1921 Anayasası olduğu açık!..Gülerce aynı yazısında “Dünyanın takdir ettiği insanlık hareketinin” yani cemaatin artık tartışma konusu yapılmamasını da istiyordu.
Peki, bu “cemaati tartışmayın” denilerek sağlanamayacağına göre, nasıl olacak?
Herhalde Anayasa’nın 24.maddesi ve “tarikat” yasağı başta olmak üzere İnkilâp Kanunları’nın devre dışı bırakılmasıyla!.. Gülerce,”Yeni Türkiye’nin gerçekleri bellidir” dediğine göre, ”Yeni Türkiye’ye uygun, yeni düzenlemeler” ancak bunlar olabilir diye düşünüyorum!.. Daha ötesine aklım ermez!..
Gülerce’nin seçim öncesi yazısına da bakalım ki, milletin sandıktan “yeni Anayasa” mesajı verip vermediğini daha net anlayalım. ”Yeni sivil Anayasa ihtiyacı, 13 Haziran’dan itibaren Türkiye’nin en önemli günden maddesidir” dedi peşin peşin Gülerce.
AKP’nin de bu konuya sahip “çıkmak zorunda” olduğunu vurguladı. Neden mi? Bu ülkede, iç barışın ve huzurun teminatı;din ve vicdan özgürlüğüne, fikir ve ifade hürriyetinin önemine inanmış dindar insanlar” olduğu içinmiş…
Ve, eğer “AKP ,sivil Anayasa konusunda tereddüt ettiğindeona ilk hatırlatmayı da bugün kendisine en büyük desteği veren makul çoğunluk” yapacakmış!..
Referandum sürecinde Fethullah Gülen Hoca’nın 12 Haziran seçimlerinden sonra döneceği açıklanmıştı. Hüseyin Gülerce seçimlerden sonra ise Hoca’nın dönüş için, yeni Anayasa’nın seyrine bakacağını tahmin ettiğini söyledi. İlginç!..
Hasılı Türkiye “vesayet rejiminden” demokrasiye böyle geçiyor ve “milli irade” böyle tecelli ediyor!..
Silivri’den kucak dolusu sevgiler…
Müyesser YILDIZ
19 Haziran 2011