Başbakan Erdoğan, “paketi” açıkladığından beri televizyonda, Adana’da, Ceyhan’da Ruhban Okulu’nu niye açmadıklarını ya da açamadıklarını anlatıyor. Adeta hesap veriyor, özür diliyor. Sanki milletin baş derdi buymuş gibi. Zaten o da millete hesap vermiyor ki!..
Emperyalizmin “açık ajandasının” ilk sıralarında hep Ruhban Okulu oldu. 11 yıldır, “İstesek hemen yarın açarız… Açtık… Açıyoruz…” dediler.
Paket açıklanmadan, son güne kadar sızdırılan haberlere göre de Ruhban Okulu işi artık tamamdı.
Ama olmadı, olamadı, oldurulamadı!..
Paketi açtıktan 3 gün sonra çıktığı televizyonda şu açıklama, daha doğrusu itirafları yaptı:
“11 yıllık dönemde Yunanistan’ın Başbakanı ve bakanlarıyla çok kez konuştuk. ‘Bu bizim için anlıktır, ama sizden bir şey istiyoruz. Atina’da iki tane camimiz var, birisi Fethiye Cami, yıkılmış, enkaz. Burayı yapma müsaadesi verin, biz burayı yapalım. Öbür tarafta da Ruhban Okulu’nu açalım’ dedik. Sen Sinod Meclisi’nin devam etmesi için çalışmalar yaptık. Biz de 150 bin Türk vatandaşının bulunduğu Batı Trakya’da, Müslümanlar için oradaki hocaların seçtiği birinin başmüftü olmasını istedik. Bugüne kadar hep ‘yaptık yapıyoruz, yaptık yapıyoruz’ demişlerdir. Hep ipe un sermişlerdir. Bunu ben Sayın Bush’a da söyledim, Sayın Obama’ya da söyledim, Merkel benden rica etti ona da söyledim. Dedim, ‘bakın eş zamanlı olarak sizler bunları yapın, biz de yapalım’. Sümela’yı biz ayine açtık mı, açtık; Tarsus’u açtık mı, açtık; Akdamar’ı açtık mı, açtık. Hep ‘ver, ver, ver’ diyorsunuz. Bir de siz verin. Kaldı ki, bu hak. Türkiye’de 2 bin Rum var. ‘Okul noktasında ne diyorsanız hazırım’ dedim ve adalarda okul açtık. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Müslüman’a ne veriyorsak, Hristiyan’a da Musevi’ye de hepsine aynı şeyi vereceğiz.”
Onların isteğiyle, Erdoğan’ın karşı talepleri arasındaki kel alâkâlık bir yana, anlattıklarının özeti şudur:
“11 yıldır verdim verdim, ellerim bomboş kaldı. Ne aldanan, ne aldatan olacağız iddiam çöktü”
Televizyonda gazeteciler sordu, o da açıkladı varsayalım. Peki Adana Valiliği’nin onuruna verdiği yemekte hangi “yiğit” karşısına geçip, “Ruhban Okulu’nu niye açmadınız?” diye sordu ki, şu detaylı hesap dökümünü çıkardı?
“Bizim için Ruhban Okulu açmak mesele değil, biz açarız. Ancak hep bizden ‘ver, ver, ver’ diyorsunuz. Şimdi ben de diyorum ki, Atina’da bizim 2 tane tarihi camimiz var. Bize kaç kere söz verdiniz. Hadi gelin biz o tarihi camilerimizi yapalım. İki, Batı Trakya’da benim 150 bin soydaşım var. Onların başmüftüsünü Yunan hükümeti niye atıyor? Oradaki hocalarımız seçsinler kendi başmüftülerini. Biz Sayın Bartholomeos’u atıyor muyuz? Hayır, Bartholomeos’u kendileri seçiyor. Sen Sinod Meclisi’nde bir tane üyeleri yokken, ben Sayın Bartholomeos’a, Yunanistan Başbakanı mevkidaşıma, hepsine söyledim, ‘Siz bize’ dedim, ‘Gönderin, papazlarınızdan kaç kişi göndereceksiniz gönderin, biz onları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapalım.’ Çünkü Lozan Anlaşması’na göre, Sen Sinod Meclisi’nin üyelerinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması lazım. Şimdi tabii burada ellerinde bu tür papaz kalmadığı için böyle bir sıkıntıları var. ‘Biz, onu çözeriz’ dedim, ‘Gönderin biz onları vatandaş yapalım.’ Şu ana kadar bildiğim kadarıyla en son 17 tane gönderdiler ve biz 17 taneyi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaptık. Bizim derdimiz üzüm yemek, ama bunlarda böyle bir dert yok. Sümela Manastırı’nı açtık, gidip ayin yapıyorlar. Tarsus’u açtık, aynı şekilde orada ayin yapıyorlar. Van’da Akdamar Kilisesi’ni aynı şekilde biz yaptık, kendimiz. Peki siz ne yaptınız arkadaş, siz ne yaptınız? Hep bizden. Şu ana kadar 2,5 milyarlık gayrimenkullerini, Rum vatandaşlarımızın, Musevi vatandaşlarımızın, Ermeni vatandaşlarımızın kendilerine iade ettik. Bize bu tür şeyleri hiç yapıyorlar mı, hiç duydunuz mu? Artık kusura bakmasınlar. Bunu yaparken de onu da söyleyim, bir iane olsun diye yapmıyoruz, bu ‘bir ertelenmiş hak gasbıdır’ diye düşünerek bunları yaptık. Ama artık biraz da kendileri şöyle bir otursunlar, bir muhasebelerini yapsınlar. Ona göre de biz bundan sonraki adımları da atalım.”
Ya Hükümet Konağı Meydanı’nda iş-aş derdindeki 15 bin Ceyhanlı’lıya ne diye aynı şeyleri anlatma ihtiyacı duydu?
Şu yüzden…
Emperyalizm, pakette ne olduğundan çok ne olmadığıyla ilgilendi. AB, Ruhban Okulu’nu görmeyince bozuldu. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki anında, “Türk hükümetini, dini özgürlüklerin genişletilmesi için ek reformlar yapmaları yönünde teşvik etmeye devam ediyoruz. Ancak Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasının pakete dahil olmamasından hayal kırıklığı duyduk” dedi.
Erdoğan, günlerdir söze şöyle başlıyor:
“Diyorlar ki çok enteresan, efendim işte ‘Ruhban okulunu niye açmadınız?’ Her şey bitti, şimdi Ruhban Okulu kaldı…”
Diyen kim? Siz, ben, Adanalı, Ceyhanlı’lı, millet mi? Yooo… AB, ABD, Ruhban Okulu muhipleri.
İşte Erdoğan onlara hesap veriyor, “mazeret” bildiriyor.
Neredeyse ana rahmindeki kız cenine türban fetvası verecek kadar kadar “muktedir” hale gelen Erdoğan’ın Ruhban Okulu mazereti ne mi?
Cemaate alternatif “arka bahçe” yapmaya çalıştığı Milli Görüşçüler, BBP’liler, muhtemel ülkücü taraftarlar, tarikat ve cemaatlerin bir bölümü emperyalizmin dayattığı şartlarda okulun açılmasına karşı da ondan…
Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak istemiyor…
“Ruhban Okulu’nu ancak biz açarız… Milletimizin istediği, beklediği, desteklediği her reformu, gerekli hazırlık sürecinin ardından eninde sonunda hayata geçireceğimizden kimsenin şüphesi olmasın” mesajı da emperyalizme.
Azıcık daha sabır ve kredi istiyor. Ne zamana kadar mı?
Çankaya’yı garantileyene kadar!..
Özetle Ruhban Okulu Erdoğan’ın artık hem “sancısı”dır, hem son “koz” larından” birisi!..
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
6 Ekim 2013
Odatv yeni link: https://www.odatv4.com/yazarlar/muyesser-yildiz/dimyata-pirince-giderken-evdeki-bulgurdan-olmak-istemiyor-45596