Oda Tv’de, İmralı pazarlıklarını en çok ben yazdım. Bu haberlerden dolayı, “Kara propaganda ve toplumu yanlış bilgilendirme faaliyetlerini icra etmek“ gibi bir suçla Silivri’de olduğumu iddianame sayesinde öğrendim.
Hükümet-PKK görüşmesi, iddianamenin elime ulaştığı ve neyle suçlandığımı öğrendiğimin ertesi günü patladı. Gayri ihtiyari “Allah’ın sopası yok ki“ dedim.
Ancak Başbakan Erdoğan “usta” bir manevrayla bunu “MİT-PKK“ görüşmesine çeviriverdi; haliyle iş iktidar değil, “devlet“ görüşmesi oldu. “Hakan Bey’i daha önce de hedef almışlardı.” sözüyle de sızıntının adresi olarak üstü kapalı İsrail’i işaret etti. Ve dedi ki;
“Hatası da olsa Hakan Bey’i böyle nedenlerle harcamayız. Biz kolay kolay adam yemeyiz…”
Bağrım yandığı için sondan başlıyorum. Görülmüştür ki;
Bu kirli pazarlıkları yapanlar harcanmıyor, yenmiyor; ama o pazarlıkları yazan bizler bir kalemde “terörist“ ilân edilip çiğ çiğ yeniyoruz!.. Üstüne, “kara propaganda ve toplumu yanlış bilgilendirmekten“ bilmem kaç yıla kadar hapsimiz isteniyor. Başbakan Erdoğan sık sık: “Ne aldatan, ne aldanan olacağız… Biz içerde başka, dışarda başka konuşanlardan değiliz.“ diyordu. Gerçekte kimler “kara propaganda yapıyor ve toplumu yanlış bilgilendiriyor” muş, anlaşıldı mı?
Erdoğan skandal görüşmeyi, ”devlet görüşüyor“ diye savundu; yani MİT’i adres gösterdi. Hakan Fidan o masaya MİT yetkilisi değil siyasi iradenin, Başbakan’ın özel temsilcisi olarak oturmuş. Zaten o sırada da Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı.
MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, Fidan’ı PKK’lılara tanıtırken, “zamanı geldiğinde siyasi iradeye daha yakın kişilerin bu platformda yer alabileceğini belirtmiştik. Bu gelişme de nihayetinde oldu. Sayın Fidan bizimle birlikte bu toplantıya katıldı. Kendileri Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı, onun da ötesinde Başbakan’a en yakın kişilerden biri“ demiyor mu?
Hakay Bey de, “Müsteşar Yardımcısıyım; ama Sayın Başbakan’ın özel temsilcisiyim” itirafında bulunmuyor mu?
Sonuç itibarıyla; iktidarın, PKK ile masaya oturduğu ispatlanmıştır.
Bu bölümü bitirmeden skandalın faturasının Hakan Bey’e olmasa bile kime çıkarılabileceği konusunda bir tahmin yapayım. Bu defa hedef, Başbakan Yardımcısı açılım koordinatörü Beşir Atalay olabilir.
Gül’e yakınlığıyla bilinen Atalay’ın İçişleri’nden, Başbakanlık’a kaydırılması…
İçişleri’ne Erdoğan’a yakın ve açılım konusunda diğerlerine göre “şahin“ görünen İdris Naim Şahin gelse de inisiyatifin Atalay’da kalması ve terörle mücadelede çift başlı bir görüntünün ortaya çıkması…
Cemaatin bazı kalemlerinin, “açılımdaki hatalarından” dolayı Atalay’dan duydukları rahatsızlığı dillendirip, uzaklaştırılmasını ima etmesi…
Tam o sıralarda Atalay’ın ABD’ye gezi programının gündeme gelmesi; ama İrene Kasırgası sebebiyle gidilememesi, sonrasında da bu programın hayata geçirilmesi…
Ve kaset skandalı… “Bir iç hesaplaşma savaşı mı yaşanıyor?“ diye sorulsa yeridir!..
****
Gül’ün yakinen görüştüğü Diyarbakır bağımsız milletvekili Şerafettin Elçi, seçim öncesi AKP ile PKK’nın bir protokol üzerinde anlaştığını; ancak Başbakan Erdoğan’ın imzalamadığını açıkladı.
Protokolde, “anadilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Kürt kimliğinin tanınıp, Türklük’ün Anayasa’dan çıkarılması ve genel af; Apo’nun önce normal cezaevine, sonra ev hapsine alınması” varmış.
Seçimden kısa bir süre sonra – öyle “soner.doc” veya “yalcın.doc”dan falan – “talimat” gelmeden (gelemez, zira Silivri’de bilgisayarım yok) tamamen Erdoğan’ın konuşmalarından çıkardığım sonuçla, üç konuda anlaşma sağlayamadıkları görülüyor.
Ben bu konuyu 28 Haziran 2011 tarihinde yazdım. Bunların da “Kürtçe eğitim, af ve eyalet sistemine geçiş“ olduğunu vurguladım.
Gördünüz mü? Silivri’den bile bir “kara propaganda“ daha yazmışım!..
Peki neden anlaşamadılar veya Erdoğan vazgeçti? Zaman yazarı İhsan Dağı’nın 16 Ağustos’ta yazdığı gibi “ufukta Cumhurbaşkanlığı seçimi varken, Öcalan’ı kamuoyuna satamayacağı“ için!..
Tabi bu büyük fotoğrafın küçük bir parçası. Aynen Kıbrıs politikasında olduğu gibi “statükoyla savaş” ve “kazan-kazan” sloganlarıyla PKK’nın da halledilip kolayca Barzani’li senaryoya geçilebileceği sanıldı; olmadı.
Anlaşılan bundan sonra doğrudan Barzani programı uygulanacak. PKK’ya yağıp-esip gürleyenler, İsrail’i yerden yere vuranlar acaba neden Barzani’yi silip, “Artık bu bölgede istediğin gibi at koşturamazsın” demiyor?
Barzani buyuruyor. “Kürdün Kürtle savaşması haramdır”…
PKK’ya en fazla söylediği şu: “Savaşınızı sınırlarımızın dışında yapın”…
Yani, “Kardeşim Gül ve Erdoğan’ın memleketine, gidin başka yerden saldırın” diyor.
Ve tüm bunlara rağmen hala “Sayın Barzani’den” medet umulup, icazet bekleniyor!..
Ya, PKK’nın daha ötesine geçip, “Özerklik olmaz, eyalet sistemi daha iyi” diyen Kemal Burkay için düzenlenen devlet törenlerine ne demeli?
1993’te 2. Cumhuriyet tartışmaları kapsamında Erdoğan’ın, “Belki Osmanlı eyaletler sistemi benzeri bir şey yapılabilir” dediğini hatırlıyorsunuz değil mi?
Burkay’a gösterilen bu izzet ikramın sebebi, “eyalet kardeşliği” olabilir mi?
****
Cumhurbaşkanı Gül’ün “grip” yüzünden Başbakan Erdoğan’ın Kayseri gezisine refakat etmemesi dikkatimi çekti. Çünkü tam da o günlerde Barzani’nin yardımcısı ve yeğeni Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye gelip bir takım görüşmeler yapacağından söz ediliyordu. Ama Dışişleri Bakanlığı, kendilerinde böyle bir bilgi olmadığını açıkladı.
Bu ayrıntıyı niye mi önemsiyorum?
Meşhur David L. Philips’in 2007 tarihli ilk raporunda (adı “PKK’yı silahsızlandırma”) bu sorunu “Gül ve Neçirvan Barzani’nin çözebileceği” yazıyordu da ondan!..
Acaba Gül, o rahatsız olduğu günlerde Neçirvan Barzani ile görüşmüş olabilir mi?
Zira hasta hasta Almanya’ya göçün 50’nci yıldönümü vesilesiyle Zaman ve Die Zeit gazetelerine uzunca ortak bir röportaj verdiğini gördük!..
Bu röportaj sayesinde Gül ve Erdoğan arasındaki önemli bir görüş farkına da vakıf olduk. Malum Erdoğan’ın İsrail’e koştuğu olmazsa olmaz şartlardan biri de Gazze’ye ambargonun kaldırılması.
Ama bakın Gül ne düşünüyor :
“İsrail’in özür dilemesi, bizim kesin talebimizdir. Bizim için en önemli husus saldırıda insanların ölmüş olmasıdır. Ancak Gazze’ye uygulanan ambargo da uluslararası hukuka aykırı olduğundan AB, Rusya ve ABD yönetimleri de bizim gibi kaldırılmasını talep etti.”
Gül, Gazze ambargosu konusunda çaktırmadan Erdoğan değil; AB, Rusya ve ABD’nin yanında mı konuşlanıyor ne?
Gül ile Erdoğan arasında Ortadoğu’daki yeni rejimler konusunda çok temel bir farklılık var.
Bilindiği gibi Mısır’da darbe yapan askerlerle ilk olarak Gül görüştü. Yeni Anayasa konusunda görüşü sorulduğunda, “Laiklik gibi detayların üzerinde durmadık“ dedi.
Başbakan Erdoğan ise şimdi Müslüman Kardeşleri kızdırma pahasına “lâiklik” diyor. Acaba küresel patronların işine hangisi gelir veya “lâiklik” umurlarında mı?
Olmadığını Türkiye’yi hallaç pamuğuna çevirmelerinden anlıyoruz. Erdoğan, “Türkiye modeli” söylemine kendisini fazla mı kaptırdı, ne?
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Mısır-Tunus veya Libyalılar oy kullanmayacağına göre Erdoğan’ın bu canhıraş hali neyin nesidir; BOP eşbaşkanlığını tahkim çabası mı?
****
Erdoğan’ın İsrail Savaşı, Arap Baharı çıkartması, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir!” talimatı…
Ve kim ne derse desin, yandaş medya ne kadar üstünü örtse de bu tabloyu gölgeleyecek PKK pazarlık kaseti…
Bana öyle geliyor ki, Cumhurbaşkanlığı savaşları başlamıştır!..
Kaset neden sızdı, kaynağı neresi olabilir?
Dümdüz bakınca, “Türk Milleti’nin hazım kapasitesi ölçülüyor” diyorum.
Neden mi? Çünkü;
Erdoğan’ın vakanüvisi, Ankara milletvekili Yalçın Akdoğan Haziran’da şunları söylemişti :
“Çözüm sürecinde sadece hükümetin ve Meclis’in ikna olması yetmiyor. Toplumun da ikna edilmesi gerekiyor.”
Milletin algısını, hissiyatını yöneterek, desteğini alarak yol yürümemiz gerekiyor…
Gül’e yakın Fehmi Koru da Zaman’daki son yazılarının birisinde: “PKK konusunda çok aşamalı planın en önemli bölümleri bir türlü gündeme gelemiyor” demişti.
Ama özellikle Cumhurbaşkanlığı savaşlarını dikkate alınca şu olası gelişmelerin belirleyici olacağını düşünüyorum:
Kasetlerin devamı gelecek mi?
Zayıf bir ihtimal olsa dahi bu kasetlerde Gül de yer bulacak mı?
****
Başbakan Erdoğan ABD’ye gitti. Obama ile gündemi öyle yüklü ki!..
Cumhurbaşkanı Gül de İngiltere yolcusu. Kraliçe tarafından Buckhingam Sarayı’nda ağırlanacak.
Gül’ü ödüllendiren İngiltere’nin ChathamHouse’nda Temmuz’da bir konferans vardı. Konuşmacı, The Economist’in editörüydü, şöyle diyordu :
“Erdoğan’ın düşündüğü başkanlık sistemi Türkiye gibi bir ülkede tehlikeli sorunlara yol açar!..”
İçerde – dışarıda, birileri 2. Cumhuriyet’in kurulduğundan emin. Haliyle bu Cumhuriyet’e bir şey gerekiyor. İşte o aranıyor veya ona karar verilecek gibi.
O “şey” in ne olduğunu yazmaya, elim de, içim de el vermiyor… Siz anlamışsınızdır…
Silivri’den kucak dolusu selamlar…
Müyesser Yıldız
17 Eylül 2011