İçeriğe geç

“Babalar Gibi” Adalet De Özelleşti… Netekim!..

Yıldız’ın 10 Ocak tarihinde 2. sayısı yayımlanan Tutuklu Gazete için yazdığı yazı:

___________________________________________________________________

Habur hukuku, Deniz Feneri hukuku, Ergenekon/Balyoz hukuku, yandaş/muhalif medya ve belediyeler hukuku… Şike hukuku, bedelli hukuku, İzzet Yıldızhan hukuku!…

Çağı aştık. Bin adım önde hiç kimsenin yapamadığını yaptık; hukuku bile babalar gibi özelleştirdik. Hele bir de Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruyu başlatıp AİHM yolu fiilen veya resmen kapansın, Türkiye’ye özgü nasıl bir şahesere kavuşacağız!…

Bugünlere kolay gelmedik. Ne badireler atlatıp ne sıkıntılı, ne utanç verici dönemler yaşadık. Ama ödenen bedeller, çekilen çileler heba olmadı. Bugün ‘demokrasi modeli’ seçiliyorsak sebebi budur!…

POLİS DÜZMECE SUÇLAR YARATIR

Oda Tiyatrosu’na hoş geldiniz efendim. Bu ayki oyunumuzun konusu ‘adalet’… Hukuk ve intikam kardeş olunca bakın neler yaşanıyormuş; hep birlikte seyredelim!…

Sahne 1919:

İşgâl kuvvetlerinin arzusu üzerine olağanüstü yetkili özel mahkemeler kurulur. Bizzat Vahdettin, bu mahkemelerin Anayasa’ya aykırı olduğunu tespit ettiği halde. Mahkemelerde, işgâlcilerin “Ermeni tehcirinden” sorumlu gördüğü isimler yargılanacaktır. Listeyi takdim ederler. Bu listeye Başbakan Damat Ferit’le, partisi ve yandaş medyanın haz etmediği isimler de eklenir. Ve toplu tutuklamalar başlar. Eski bakanlar, askerler, valiler, kaymakamlar, aydınlar, gazeteciler gece yarısı baskınlarıyla topluca toplanır. İş “tehcir” diye başlar; ama delil bulunamayınca milli mücadeleye destek, Damat Ferit’e suikast iddialarıyla kapsam genişletilir. Hatta 600 yıllık Osmanlı’nın perişanlığına yol açan hataların hesabı sorulur.

Tutuklamalar furyaya dönüşünce önce mahkemelerin sayısı artırılır: 1, 2, 3… Artırılır; çünkü işgâlciler, yargılamaların bir an önce bitip kurbanların “ip veya kürek” ile buluşturulmasını arzulamaktadır. Ama sap-saman öyle karışır ki işin içinden çıkılamaz. İşgâl kuvvetlerinin İngiliz Komutanı Calthorpe dayanamaz: “Maskaralık bile bu yargılamaların yanında küçük kalır.” deyip baba isimleri aldığı gibi Malta’ya götürür. Kalanların “adil yargılanmasına” İstanbul’da devam edilir, yargının hızlandırılması için de tedbir üstüne tedbir alınır.

Mesela; avukatlara ve sanıklara savunma yasağı getirilir… Gazete ilânıyla şahit aranır, sahte şahitler bulunur, imzasız ihbar mektupları işleme konur… Kararlara itiraz ve temyiz imkânı verilmez…

“…Sonunda İngilizler Başbakan Damat Ferit’in kapısına dayanır: ‘Hâkimler karar vermek konusunda isteksiz. Bu yüzden mahkûmiyet kararı çıkmıyor.’ diye şikâyette bulunurlar. Damat Ferit de aynı görüştedir ve bilin bakalım nasıl bir ‘müjde’ verir?

‘Artık güvenilir bir başsavcı buldum. Zorlukların son bulacağını umuyorum.’ der.

Unutmadan, Damat Ferit ve İçişleri Bakanı Cemal Bey soruşturmaların da şu yöntemle yapılmasını savunur:

‘Tersi ispatlanmadıkça sanıkların toptan suçlu olduğunu kabul etmek…’

Maalesef (!) Bakanlar Kurulu’na bu yöntemi kabul ettiremezler.” (Bu bölüm, Yıldız’ın Mustafa Mutlu’ya yazdığı ve 30 Aralık 2011 tarihli Vatan gazetesinde yayımlanan mektubundan alınarak eklenmiştir.)

Bitmedi; birbirini hiç tanımayan, başka şehirlerde yaşayan kişiler, bir suçu bir semtte aynı anda işlemiş gibi gösterilir… Polisler, tutuklanan kişiler hakkında düzmece suçlar yaratır ve bu düzmece hiç fark edilmeyecek şekilde evrak tanzim eder…

Polisler bunu niye mi yapar? Üstlerinin gözüne girmek, terfi etmek ve maddi ödül almak için. Ne kadar suç ve suçlu yaratırsa o ölçüde hedefine ulaşacağını keşfetmiştir zira.

Sanıklar mahkemede feryad eder: “Engizisyon mahkemeleri bile bu derece taraflı ve zalimâne davranmamıştır!” derler… Hepsi yargılamanın da, verilecek hükmün de siyasi olduğu kanaatindedir. Bu feryatlar, mahkemeleri zerre etkilemez.

Öte yandan, bakanlar: “Bunlar canilerdir.” diye demeç verir. Yandaş medya “İntikam değil, adalet!” başlıkları atarken: “Suçları belli; yargılamayla zaman kaybedilmesin.” tavsiyesinde bulunur!…

Bu arada cezaevinde ölümler, firarlar, intiharlar olur. Azınlıkları soyduğu öne sürülen birisinin yamalı pantolonunun cebinden tek bir lira çıkar… Asker, vali aileleri, çorap örüp satarak geçinmeye çalışır, falan…

Tüm bunlara rağmen inanılmaz şeyler de yaşanır:

Mesela, sanıklar, ihsas-ı reyde bulundukları için bazı hâkimler hakkında reddi hâkim talebinde bulunur ve tahmin edin ne olur? Kabul edilir!… Bazı hâkimler yolsuzluk yaptığı için azledilir hatta. Bu arada sanıklar lehine konuşan bazı savcılar da azledilir, o başka…

Dahası var; sanıklar öyle feryat eder ki, Bakanlar Kurulu bir komisyon kurup yargılamaların niye geciktiğini enine-boyuna araştırmaya karar verir.

Mahkemeler, Adalet Bakanlığı’nın içindedir… İşgâl kuvvetleri sık sık mahkeme düzenini kontrol eder… Cezaevinin dış güvenliğini de İngiliz-Fransız askerleri sağlar… Ama onlar bile tek bir kadın aydın-yazarı gözaltına alıp tutuklatmaz. Oysa bırakın yazı yazmayı, işgâl kuvvetlerine karşı İstanbul’da düzenlenen mitinglerin başını iki kadın yazar; Halide Edip ve Nakiye Hanım çekmektedir. Halide Edip hakkında ancak Anadolu’ya geçtikten sonra, gıyabında idam kararı verilir!…

Yüzlerce insan neyle suçlandıklarını bilmeden ne kadar hapiste kalır, davalar ne kadar sürer biliyor musunuz? Koca 2 yıl!… Ne büyük bir zulüm değil mi?

Ve bakın ne olur: İktidar değişir, yeni Başbakan hemen bir soruşturma komisyonu kurar; polis, mahkeme ve cezaevindeki hukuksuzluklar bir bir tespit edilir. Tutukluların tamamına yakını serbest kalır. Onların konduğu cezaevine bu defa mahkeme başkan ve üyeleri yollanır. Ama Padişah Vahdettin affeder; tahliye olunca da yurtdışına kaçarlar.

KARGA KİM?

Sahne 1960:

Hukuk profesörü Ali Fuat Başgil, Demokrat Parti ve bunun devamı olduğunu söyleyenlerin en sevdiği isimlerden birisidir. Cumhurbaşkanı olmasına kesin gözüyle bakılırken 1960 darbesinden sonra kendisini kodeste bulur. Önce nezarete konur, sonra evinde arama yapılır. Kitap, yazılı kağıt, mektup ne varsa alınır. Öyle eşinin iç çamaşırı çekmecelerine kadar bakılmaz, sadece kütüphanesi taranır!…

Başgil, önce kendisini gözaltına alan albayın huzuruna çıkar ve şöyle der:

“Albayım, bana tatbik edilen cezayı isnat edilen suçla mütenasip bulmadım. Bana açıkça: ‘Hoca, sen artık otur ve sus.’ deseydiniz, bu ceza kâfi gelirdi…”

Albay cevap verir: “Unutmayın, ihtilâl devrindeyiz!…”

Başgil konuşur: “Evet, ihtilâl… Fakat anarşi devrinde değiliz sanıyorum!…”

Başgil, sıkıyönetimde sorgu hâkiminin odasına getirildiğinde hâkim, evde ele geçirilen evraklar üzerinden sorgu yapılacağını söyler ve sorgu başlar…

Hâkim: Bir kâğıt parçasında eski yazı var; sizin mi, ne yazıyor?

Başgil: Benim… “Gülistanı kargalar istilâ edince, bülbüller siner ve susar.” yazıyor. Mevlâna’nın Mesnevi’sinden meşhur bir beytin tercümesidir.

Hâkim: Yazıdaki kargalardan kastınız kimlerdir? Milli Birlik Komitesi üyeleri midir?

Başgil: Söz benim değil; arz ettim Mevlana’nındır.

Hâkim: Kâğıda siz yazdığınıza göre, herhalde bir kastınız vardır.

Sorgu bu minvalde sürer gider. Okurlarından, taraftarlarından gelen mektuplar tek tek sorulur.

Başgil askeri hapishaneye konur. Burada, çıkardığı bir dergi yüzünden tutuklanan İlhan Bardakçı ile karşılaşınca: “Buradan çıkınca artık dergi, gazete hayatına elveda değil mi?” diye sorar. Bardakçı: “Ne münasebet hocam!… Eğer kanaatler zor ve şiddetle koparılabilseydi, Roma’nın Neron devrinde tek bir Hristiyan kalmazdı.” cevabının verdikten sonra: “‘Fikir ve kanaat, ıslak keçeye benzer; tepildikçe sıklaşır ve sertleşir.’ diyen siz değil miydiniz?” hatırlatmasında bulunur.

Başgil, bir veya ikinci duruşmasında askeri savcının da olumlu görüş bildirmesiyle tahliye olur. Gözaltı dâhil bu süreç 3,5 ayda tamamlanır.

1919’a göre ne kadar şanslı değil mi?

İlerliyoruz tabii!…

Düşünün, öyle bir dönemde şu görüşü savunabiliyor:

“Milletlerin, zulmeden iktidara karşı başka çare kalmayınca, isyan etmeye ve ihtilâl çıkarmaya hakları vardır… Bu haktan Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi acı acı bahseder. Fransızların 1789 Beyannamesinde de zulme direnme hakkı, insan haklarından biri olarak yer alır…”

SİLİVRİ REHABİLİTASYON MERKEZİ

Gördünüz değil mi, he hukuk ihlâlleri, ne adalet-intikam denklemleri yaşanmış… 21’inci yüzyılda, ‘ileri demokrasi’de bunların bir tekini tahayyül edebilir miyiz?!…

Silivri’de olanlar mı ne? Oyunumuzun bundan sonrası için önemli uyarı!…. “Yıldız” ya da “Dolmabahçe-Çankaya” sendromunun dikkate alınması rica olunur…

Toplama kampı, sığınma evi benzetmeleri… Savunma hakkı kısıtlanıyor, avukatlar tutuklanıyor… Tutukluluklar çok uzun, cezaya dönüştü… Adil yargılama yok… Polisler düzmece belgelerle suç ve suçlu yaratıyor… Redd-i hâkim talepleri, savcılarla ilgili şikâyetler dikkate alınmıyor… Gazeteciler yazılarından, kitaplarından dolayı tutuklanıyor…

Olur mu öyle şey, efendim? Tamamen tezvirat, halüsinasyon…

Olan sadece şu: bir süredir bazılarımız “muhalefet” diye bir hastalığa yakalandık. Bunun antibiyotik benzeri ilk tedavisi de “tutuklama”… Rehabilitasyon Merkezi’nden yararlanabilmek için bu şart!… Buralarda sadece biz tedavi olmuyoruz; böyle “hayırsız” evlâtlar yetiştirdiği için ana-babalar, böyle “ıslâha” muhtaç kişilerle evlendikleri için eşler ve biz “kendini, haddini bilmez” insanların doğurduğu çocuklar da dolaylı şekilde “tedavi” ediliyor. Böylece önemli bir sağlık hizmeti; üstelik ücretsiz, tabana yayılmak suretiyle “ileri demokrasi”nin hazmı kolaylaştırılıyor!…

Bakın geçenlerde hukukçu Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: “Demokrasi düşmanlarını yargı önüne çıkardık.” diyerek ne güzel izah etti. Bir diğer hukukçu Bakan Hayati Yazıcı da: “Ergenekon Davası, Türkiye’nin prestij davasıdır. Yargı biriminin kararlılıkla ve çok cesurca yürüttüğü davalardır.” dedi.

Ülkenin “prestiji”ne halel getirmeye hakkımız yok; ama bunu hâlâ anlamayanlar var. OdaTV’nin ilk duruşmasında Nedim Şener’in avukatı: “İddianamede kitap kitap denirken birden doküman diye yazılmaya başlanmış. Bu ne anlama geliyor?” diye sorunca şaştım kaldım. Anlamayacak ne var? Şimdi 21’inci yüzyılda kitap tek başına “tedavi” gerektiren bir hâl olabilir mi? Olsa bile vitamin hapı yeter; ama “örgütsel doküman” denmeli ki, “tutukluluk” antibiyotiği verilip Silivri Rehabilitasyon Merkezi’nden yararlandırılabilsin!…

Bu gazetenin çıkmasını organize eden, bizler için gösteriler yapıp fotoğraflarımızı taşıyan siz değerli dostlara da ufak bir uyarım var: siz siz olun, bu işleri yapmayın. Yarın öbür gün “hasta ve hastalığı övmekten, tedaviyi etkilemekten, hastalık propagandası yapmaktan” rehabilitasyon programına dâhil edilebilirsiniz; aman dikkat!…

Netekim; yaşasın “ileri demokrasi”…

Yaşasın özelleştirilmiş “hukuk”!…

Müyesser YILDIZ

10 Ocak 2012

Odatv Link: https://odatv4.com/yazar/muyesser-yildiz/babalar-gibi-adalet-de-ozellesti-netekim..-1801121200.html

Kategori:Uncategorized